“Sana zarar vermeyeceğimi veya anlattığın şeyler yüzünden başına bir şey gelmeyeceğini biliyorsun, öyle değil mi?”

Önüme düşmüş avuçlarımda iki tane el hissedince gözlerim ellerime kitlendi, ilklerim listesine birinin elimi tutması da eklenmişti.

“Elimi tutuyorsun.” Mark ne dediğimi anlamadığı için ilk önce bana baksa da sonra ellerini çekti “Özür dilerim.” dedi hızlıca “Ben rahatsız olacağını düşünmemiştim.”

Onu tekrar üzdüğümü fark edince uzanıp ben ellerinden tuttum “Rahatsız olmadım.” derken birinin elini tutmanın nasıl bir his olduğunu kestirmeye çalıştım, güzeldi ama sarılmak daha güzel hissettirmişti.

Daha çok güvende hissettiriyordu, belki de gece Mark'a sarılırken bu yüzden rahatça uyumuştum.

“Sadece ilk defa birinin elini tutmuştum.” Kaşları çatılırken birlikte olan ellerimize baktı “Ben de bundan bahsediyorum.” derken ellerini hızlıca ellerimden çekmişti.

“Hangi aklı başında biri bugüne kadar hiç kimsenin elini tutmamış, sarılmamış olur.” Kendi kendine histerik bir şekilde gülüp saçlarını çekiştirdi “Tanrı aşkına ilk defa güneş ışığınına çıktığını söyledin bana.” dedi inanmazcasına “Benimle dalga mı geçiyorsun sen?!”

Bağırması ile olduğum yerde biraz büzüşürken Mark'a bakmaya devam ettim. Bir insanın bana bağırması vücudumda aşırı derece bir strese ve korkuya neden oluyordu.

“Ben” dediğinde devam etmesi için bekledim ama o acı çekiyor gibiydi “Ben ne olduğu belirsiz birine kapılıyorum Donghyuck.” dediğinde kaşlarım çatılmıştı “Korkuyorum anlıyor musun?”

O bana beklentiyle bakarken dudaklarım düz bir çizgi halindeydi “Kapılmak ne demek?”

Yine sinirli ve delirmiş bir şekilde güldüğünü gördüm “Al işte.” dedi hırsla “Dünyaya ait herşeyi biliyor ama yaşamaya dair hiç bir şey bilmiyorsun.”

Gözlerinin dolduğunu gördüm, sinirden ağlıyordu öylesine sinirlenmişti “Bu çok ihtimalsiz ve ben senin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.”

Sırtını komodine yaslayarak yere oturdu “Bana ağır geliyor Donghyuck.” dedi başını dizlerine yaslarken “Beni anlamalısın.” Sesi titremeye başlamıştı “Sana kimin zarar verdiğini merak ediyorum.”

Diyecek bir şey arayıp bulamadığımda ayağa kalktım “Mark, ben özür dilerim.” Başını kaldırdığında gözünden damlayan bir kaç göz yaşını görmüştüm “Ne için?”

Etrafa bakıp bana dair bir şey ararken Mark'ın hediye getirdiği Rieger Begonya'yı kucağıma aldım “Her şey için, sana çok zarar vermiş gibi görünüyorum.” Yüzümü eğerken saksıyı kucağıma iyice yerleştirmiştim “Ben sanırım gitmeliyim.”

Bir şey demesine izin vermeden kapıdan çıktığımız anda Mark'ın adımı seslendiğini duymuştum.

Onun ne dediğini bilerek düşünmeden kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledim, kalmamı veya gitmemi istiyor olabilirdi ama ben kalmayı isterdim tabii eğer ona zarar vermeseydim.

Beyinsiz bir asalak değildim, Yukhei onun hiç bir ödevi yapmadan okula gitmediğini ve hiç devamsızlık yapmadığını söylemişti ama benim yüzümden devamsızlık yapmaya sunularını unutmaya başlamıştı.

Gece çoğu kez onu masa başında çalışıyor bir şekilde sabahlarken buluyordum ve buna rağmen sabah bana kahvaltı hazırlamak için bir-iki saat uykuyla kalkıyordu.

Bunları istemediğimi söylesem de onun için bir şey değişmiyordu, Mark'ın bana iyi davranmasını sürekli yardım etmesini bir türlü engelleyemiyordum.

O akademik kariyerine odaklanması gereken bir doktor adayıydı ama ben onun için sadece ayak bağı oluyordum.

“Donghyuck!” Kapıdan çıkıp kapıyı açık bıraktığımda merdivenden inip sokağa çıkmıştım ki yine nefesimin kesildiğini hissettim, bu sefer kabus uyurken degil uyanıkken gördüklerimden oluşuyordu.

Elimden düşen çiçeğin saksısının parçalanma sesi çok da dolu olmayan sokakta yankılandığında kapıya döndüm.

Şuan insanlardan çok sevdiğim çiçeğimi bile umursamayacak kadar bitik bie durumdaydım.

Eve doğru koştuğumda son merdivende düşmemle vakit kaybetmeden kendimi kollarımla içeri doğru çektim.

Mark yerde sürünen bana şok olmuş gözleriyle baksa da benim gözlerim dolu bir şekilde eve girmeye çalışmam onu ürkütmüş olmalıydı.

Sonunda ayağa kalkıp içeri girdikten sonda hızlıca kapıyı kapatmamla Mark'ın dibime kadar gelmesi bir oluyordu.

“Donghyuck.” Yüzümün iki yanına koyulan ellere bakmadan direkt olarak Mark'ın yüzüne odaklandım “Biri bir şey mi yaptı Donghyuck?!” Kapıya doğru elini götürünce hızlıca elini tuttum “Konuş artık, iyi misin?”

Kapı zili çok yakından duyulurken gözlerimi sımsıkı kapattım “Lütfen.” dedim ona hızlıca sarılırken “Lütfen burada olduğumu ona söyleme.”

⚫⚪⚫

⚪⚫⚪

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

⚪⚫⚪

how to train your donghyuck | markhyuckWhere stories live. Discover now