《SON SAVAŞ 3》

11.7K 1K 273
                                    


Medyadaki Prenses Olivia

Gece 5e kadar bölüm yazmaya uğraştım değerimi bilin.

İyi okumalar :)

○●○●○●○

"Karadan gidersek çok uzun sürer ve ben ikinci bir orduyla savaşmak istemiyorum." diyen Ashley'i başımı sallayarak onayladım. Şu an, hepimiz yere oturmuştuk ve plan yaparken boş durmamak amacıyla şifacıların yaralarımızı iyileştirmesini bekliyorduk. Lilia'nın en güçlü şifacıları ve en yeteneklileri getirdiğini biliyordum ama en güçlü şifacı bile bir kesiği yarım saatten aşağı iyileştiremezdi.

"Havadan gitmek de çok riskli. Tek hava yolumuz ejderler, ve bu çok dikkat çeker. Koskoca saraya karşı sadece beş kişiyiz. Gizlice girmemiz şart." diyen Drake'a da hak verince bir süre ikilemde kalsam da aklıma gelen fikirle sırıttım. Hepsinin ürkek bakışları yavaş yavaş bana dönmüştü.

"Benim bir fikrim var." dediğimde Ashley avcunu alnına vurarak, "Öleceğiz." diye fısıldamıştı. Onu bu tavrı iyice sırıtmama neden olmuştu.

●○●○●○●

"SENİN FİKRİNİ S**EYİM HERA!" diye çığlık atan Ashley'e karşı kahkaha atmıştım. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi Palen'le gitmeye karar vermiştik ve benim minik, masum Palenciğim tam üç kez Ashley'nin üzerine işemeye kalkmıştı, ancak üstün refleksleri sayesinde ciddi yanıklardan kurtulmayı başarmıştı.

Şimdi ise Drake, ben ve Luke Palenin sırtında, Zen ve Ashley ise Palenin pençeleri arasında yolculuk yapmak zorunda kalmıştı ve Zen'den fazla ses gelmese de Ashley sürekli çığlık atarak bana küfrediyordu. Komik bir görüntüydü kısacası.

"Saraya yaklaştık, sessiz ol Ashley! Bana sonra küfredersin."

"Bu iş bir bitsin, seni elimden kimse alamayacak."

Ve sonra Ashley şaşırtıcı bir şekilde sustu.

Saray'a yakın bir yere alçalırken Palen, Ashley ve Zen'in üzerine basmamak için onları birkaç metre yukarıdan atmıştı ve istemsizce de olsa, ikisi de kısaca çığlık atmışlardı. Palen yere indikten sonra başını koluma sürtüp kedi gibi mırıldanınca gülümseyerek tek elimle kulağının arkasını kaşıdım.

"Şu savaş bitince söz sana da çığlık atan insan vereceğim." dediğimde hırlamıştı. "İstemiyor musun? O zaman birlikte domuz avlarız?" Tekrar hırlayınca kaşlarımı çattım. "Geyik?" dediğimde tekrar mırıldanarak koluma sürtününce gülümsedim. "Sen git, saklan bir yerlere. Sonra geyik avına çıkarız."

Palen gidince Ashley derin bir nefes vermiş, ve bağlı olan kumral saçlarını öpmeye başlamıştı. Bakımlı bir kız olduğunu ve saçlarına olan düşkünlüğünü bildiğim için bu duruma şaşırmadım.

"Pekala." diye konuşmaya başlayan Drake, Ashley'i görmezden gelerek elindeki sopayla yere üstünkörü olarak sarayın bir krokisini çizdi ve sarayın arka çaprazındaki bir noktayı gösterdi. "Biz duradayız, ve Prenses de tahminimce taht odasında." diyerek yerde çizdiği sarayın geniş bir odasını gösterdi. "Savaştan kaçan kimse olmadığına eminim, yani kimse Prenses Olivia'ya savaşın bittiğine dair bir haber götürmüş olamaz ama yine de bizim gelmemize karşı önlem almış olabilir. İçeriye öylece girebileceğimizi sanmıyorum. Zen, sen saraya yakın bir ağacın tepesinde birbirimizle iletişimimizi sağlayacaksın. Ashley ve Luke, ön taraftaki muhafızları oyalayıp tüm dikkatleri üzerine çekerken ben de içeriye girip Olivia'yı öldüreceğim."

"Ben bu planın neresindeyim?" dedim tripli bir ifadeyle. O ise ciddi ifadesini koruyarak elini omzuma koymuş ve mavi gözlerini yüzüme dikmişti.

"En önemli görev senin." dedi. "Zen'in yanında gözcülük yapacaksın."

"Hayatta olmaz. O kızın öldüğünü gözlerimle göreceğim."

"Hera."

"Ne Hera! O kız benim ailemi öldürdü Drake! O.. kız.. benim.. ailemi.. öldürdü." dedim her bir kelimenin üstüne basarak.

"Biliyorum!" dedi, ama sesi sinirli bir ifadeden çok, üzüntü taşıyordu sanki. "Ama seni tekrar kaybedemem Hera. Geçen 462 sene çok mu kolaydı sanıyorsun! Sen bir kere öldün, bir! Ben senden sonra kaç kere öldüm haberin var mı!"

Bir adım geriye sendeleyip karşımdaki yorgun adama baktım bir süre sessizce. Nasıl olur da anlayamazdım ki o gözlerdeki hüznü, özlemi, acıyı... Üstelik benden sonra neler yaşadı, bilmiyordum. Bunu, hatırlamaya başladığımdan bu yana neredeyse hiç düşünmemişim.

Gidişimin bir adamı bu kadar bitireceğini...

Yutkundum.

Çok mu acımıştı kalbi?

Ben... Benim için ağlamış mıydı hiç? Mavilerini kara bulutlar mı kaplamıştı?

Ve ona sarıldım. Bu, ona daha iyi hissettirdi mi bilmiyorum ama, o da sımsıkı sarıldı bana. Diğerleri biz rahatsız olmayalım diye plan üzerinde konuşuyorlardı, ve ben onların varlığı karşısında çok şanslıydım.

Omzumda hissettiğim ıslaklık, gözlerimin iri iri açılmasına neden olurken tekrar yutkundum. Ağlıyor muydu o? Hayatımda bir damla döktüğünü görmediğim adam, şimdi omzumda mı ağlıyordu? En son ben ölürken görmüştüm gözyaşlarını döktüğünü.

Bir süre daha sarıldıktan sonra Drake toparlanmış, ve elleriyle hızlıca gözlerini silip hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek alnıma bir öpücük kondurmuştu. İşte o an, bu adamın gücüne bir kez daha hayran kalmıştım. Bence güç, kaslarda değil, ruhta olan bir şeydi ve Drake, hayatımda gördüğüm en güçlü adamdı.

Uzun ısrarlarım yüzünden Drake'ın yanından ayrılmamak şartıyla saraya girebileceğimi söyleyince çok mutlu olmuştum. sonrasında da zaten hızlı adımlarla saray doğru yürümüştük. Saraya yakın bir geldiğimizde Zen, büyük bir ağaca tırmanıp hepimizin zihinsel iletişimini sağlayınca, Ashley ve Luke da bizden ayrılmıştı.

Aslına bakarsak ne zaman savaş olsa Zen, bizim baz istasyonumuz haline geliyordu ve biraz suçluluk duyuyordum ama o pek şikayetçi değil gibiydi. Gerçi o üşeneçlikte master yapmış birisi olarak baz istasyonluğunu, savaşmaya tercih ediyor da olabilirdi.

Sarayın arka tarafındaki pencerelere yaklaştığımızda Drake zihninden Ashley ve Luke'a "Şimdi!" diye işaret verince, ön tarafta büyük bir gürültü kopmuştu. Sonrasında ise içerideki herkes bahçeye koşmuştu.

Drake ellerini birleştirip benim için basamak oluştururken hızlıca eline basarak pencereye tutununca kendimi yukarıya ittim ve kolaylıkla içeriye girmiştim. Içeride bulunan birkaç muhafızı ve hizmetçiyi gücümle öldürürken, Drake zıplayıp pencerenin kenarına tutunmuş ve çok normal bir şey yapıyormuş gibi kendini kolaylıkla yukarıya çekmişti.

Geniş yemek odasının kapısını aralayıp koridora kısa bir bakış attıktan sonra birlikte taht odasına doğru koşmaya başlamıştık. Prenses Olivia, fazla taht düşkünü olduğu için hiç işi olmasa bile günün 12 saatini garanti olarak taht odasında geçirirdi ve tahminimce oradaydı, ancak orada değilse onu aramak zorundaydık ve bu bizim için biraz tehlike teşkil ediyordu.

Önümüze çıkan birkaç muhafızı da Drake gücüyle kızarttıktan sonra taht odasına ulaşmış ve iri kapılarını açarak kendimizi içeriye attığımızda yaklaşık 15-20 askerin mızraklarını bize doğrulttuğunu fark etmiştim. Tahtında rahatça oturmuş olan Olivia, geniş gülümsemesiyle bize bakarken eliyle birine işaret vermişti ve yanındaki muhafızlardan birisi, arkadaki odalardan birine girmişti.

"Biz de sizi bekliyorduk." diyince, muhafızın girdiği odadan 4 asker ve yanlarında sürükleyerek taşıdıkları hırpalanmış bir beden görüş açımıza girdi. "Arkadaşını burada unutmuşsun. Merak etme, ona çok iyi baktık."

Liza...

Morarmış gözüne rağmen özür dileyen bakışları beni bulmuştu.

Hay ben böyle işin içine...

Element Akademisi《Final》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin