22○Onu çaldım!

13.8K 1.3K 194
                                    

Tam olarak aklımdaki şey değil ama Thalia'nın bileğine sarılmış olan tâcı yaklaşık olarak medyadaki gibi hayal edebilirsiniz.

Bu arada kitabın kapak resmini değiştirdim. Hangisi daha iyi, yorumlara yazabilirsiniz.

Bu önceki kapak resmi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bu önceki kapak resmi.

Bu da şimdiki kapak resmi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bu da şimdiki kapak resmi.

İyi okumalar

"Ay ay ay! Kimmiş insanların kafasına işeyen Palenciğim. Sen miymişsin o? Ay sen ne tatlı bir şeysin ya." derken bir yandan da Palen'in devasa aslanımsı kafasını kedi severmiş gibi okşuyordum. Palen' den gelen mırlamalarla beraber Lilia bize uzaylı görmüş gibi bakıyordu.

Aslında bende şaşırmıştım.

Nereden bilebilirdim ki bu insanların kafalarına işemeye bayılan yaratığın biraz ilgiye muhtaç olduğunu?

Yere uzanıp kendini tamamen serbest bırakan Palen, kedi gibi mırlamaya devam ederken bende kulağının arkasını kaşımaya devam ettim. Tüyleri ciddi anlamda yumuşacıktı ve bıraksan burada uyuyabilirdim.

Sahi hava kararmaya başlayacaktı birkaç saat sonra. Acaba burada uyusa mıydık?

"Sen insan mısın? Bence değilsin. Yok yok kesin sen insan değilsin." diye söylenen Lilia'ya gözlerimi devirdim.

"Benim ne olduğumu boşver de..." dedim ve ellerimi Palenden çekerek ayağa kalktım. "Akşam olacak. Sen burada ateş yakmaya çalış. Bende tavşan falan avlamaya çalışayım."

"Hayır hayır hayır. Beni bu psikopat hayvanla tek başıma bırakamazsın." dedi korku içinde. "Her an kafama işeyebilir!"

"Sakin ol Lilia. Emin ol birşey yapmayacak." dedim ve Palenin kahve kedimsi gözlerine baktım. O da sanki ne söylediğimi anlamış gibi Lilia'nin yanına gidip yere uzandı ve uyumaya başladı. "Hem seni avlanmaya gönderemem. Orada sana bir hayvan saldırsa kendini koruyamazsın ama bana birşey olmaz. Ayrıca Palen seni burada koruyabilir."

Kısa bir tereddüt yaşasa da başını sallayıp yakındaki ağaçların altında olan kuru dal parçalarını toplamaya başlamasıyla bende arkamı dönüp ormanın derinliklerine doğru gitmeye başladım.

Uzun bir yürüyüşle birlikte birkaç hayvanın ayak izine rastlayınca ses çıkarmamaya dikkat ederek ilerilerken arada güneşin konumuna bakıyordum. Dağların biraz yukarısında kalsa da kış ayında olduğumuz için gün, çabuk sonlanacaktı. Nereden baksan an fazla 2 saat sonra güneş batardı ve ben bu 2 saat içinde ormandan çıküp Lilia'nın yanına ulaşmazsam kaybolabilirdim. Karanlıkta yön bulmaya çalışmak, çorabının tekinin kaybolmasına da benzemezdi.

Hafifçe duyduğum yaprakların hışırtı sesiyle durup etrafıma dikkatlice bakmaya başladım. Hissediyordum, yakında birşeyler vardı.

Aynı hışırti tekrar olunca bakışlarım, buraya birkaç metre uzaklıktaki kuru çalı topluluğuna döndü. Çalının arkasında hareket eden kahverengi küçük bir şey fark edince işaret ve orta parmağımı açıp elimle silah yaptım ve çalının arkasındaki kahverengi şeye doğrulttum. Çalının arkasında olduğu için tam olarak nerede olduğu belli olmuyordu ve vurup vuramayacağımdan emin değildim, ama hızlıca iki parmağımın etrafında dolanan aurayı serbest bırakınca, namludan çıkan bir kurşun edasıyla çalının arkasıdaki şeyi vurdu.

Hareket tamamen kesilince koşup çalının arkasındaki şeye baktım. Bu bir kahverengi tavşandı ve iyi denk gelmişti. Eh, yiyecek sıkıntısı da çekmeyecektik ne güzel.

Göğsünden kurulan tavşanın kulaklarından tutup Lilia'nın olduğu tarafa doğru yürürken güneşe baktım tekrar. Dağların arasında duruyordu ve nereden baksan en fazla yarım saat sonra hava tamamiyle kararacaktı. Zaman ne cabuk geçmişti haberim bile olmamıştı.

İleride bir yerden yükselen dumanı fark edince adımlarımı hızlanırdım. Açıkçası Lilia'nın ateş yakabileceğini düşünmüyordum. Yani o bir zengin çocuğuydu. Ne anlardı ki ateş yakmaktan?

Ve böylece önyargının gücünü görmüş oluyoruz.

Sonunda Lilia'nın yanına ulaştığımda güneş tamamen dağların arkasına saklanmıştı ve ufukta ince bir kızıllığa neden oluyordu. Gece, güneşn batmasını beklemeden yıldızlarını salmıştı gökyüzüne.

Lilia, elindeki sopayla bir yandan yanan ateşi harlıyor, bir yandan da derin derin düşünüyor gibi görünüyordu. Bu kızın bu kadar derin, ne düşündüğünü merak etsem de sorgulamamayı seçtim. Her insanın kendine özgü şeyleri vardı ne de olsa.

Ateşin biraz daha ilerisinde Lilia'nın son model telefonunu ve artık ölü olan bataryasını görünce, kendi önyargımı içten içe tebrik ettim. Biliyordum işte, illaki teknolojiye başvuracaktı bir ateşi yakmak için. Bu ateşin yanması için bataryayı parçalaması gerekiyordu işte biliyordum.

Zengin bebesi işte ne olacak.

Elimdeki tavşanı yere koyup elimle havada garip hareketler yaparak kırmızı auranın tavşanın derisini soymasını sağlarken Lilia, sadece birkaç saniyeliğine buraya bakmış ve ardından da bakışlarını önündeki ateşe çevirmişti. Bir an gözümün önündeki görüntü değişse de aldırmadan güçlerimle tavşanın derisini soymaya devam ettim.

Az önce birden belirip kaybolan görüntüde, Lilia'nın yerine üzerinde çelik zırh olan Luke oturmuş, aynı Lilia gibi ateşe bakıyordu dik dik.

Bu aralar bana ne olduğunu akademiye dönünce derin derin araştıracaktım ama şimdi yemek yapmam lazımdı. Açım lan aç!

Tavşanın başı haricinde tüm derisini soyduktan sonra Lilia'nın elindeki sopayı alıp tavşanın içinden geçirdim ve bir ucundan ben, diğer ucundan Lilia tutarken ateşin üstünde yavaşça tavşanı çevirmeye başladık.

"Ne düşünüyorsun böyle derin derin?" dedim tam karşımda oturan Lilia'ya. İkimizin ortasında ateş yanmasına rağmen birbirimizi rahatça görebiliyorduk.

"Şu saray gibi yerde..." dedi sessizce. "..kapısında garip heykeller vardı." dediğinde başımla onayladım onu. "Bir kız heykelinin elinde parlak bir taş vardı. Neden bilmiyorum ama çok ilgimi çekti."

"Tamam da sorun tam olarak ne?" dediğimde elini cebine attı ve ellerinin arasındaki kırmızı elmasımsı taşı bana gösterdi.

"Onu çaldım."

Element Akademisi《Final》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin