26○Savaş Başlıyor

13K 1.3K 245
                                    

"Kimsin sen?!" 

"Asıl sen kimsin?!" dedim karşımdaki devâsâ ejderhaya doğru sinirle bakarak. "Tia nerede?!"

"Tia'yı nereden tanıyorsun?!"

"Sana ne lan!"

Evet...

Tahmin ettiğiniz üzere bir ejderhayla laf dalaşına girmiştim ve bu durum yaklaşık yarım saat boyunca böyle sürüyordu. Sürekli birbirimizin kim olduğunu soruyor ve sürekli birbirimize cevap vermiyorduk. Aslına bakarsak beni çoktan yemeye çalışmış olması gerekiyordu ama o ısrarla kim olduğumu sormaya kararlıydı sanırım.

Lilia mı?

O yaklaşık yirmi dakika önce korkudan bayılmıştı..

"Hera?" diyen Tia'nım sesini duyunca, karşımdaki siyah ve gri pulları olan tanımadığım ejderhayla birlikte başımızı ormanın girişinde duran Tia'ya doğru çevirmiştik.

Kırmızı pulları, zamanın etkisiyle yıpranmış olsa da eski heybetli görüntüsünden hiçbir şey kaybetmemişti.

İri pençeleri arasındaki ölü hayvanı bir kenara bırakıp bana doğru eğilerek yaklaştı.

"Bu sen misin?" diyince gülümsedim genişçe.

"Tabiki benim. Benden başka kim bir ejderha yuvasına gelebilir ki?" dediğimde mağaradan çıkan tanımadığım ejderha iri pençesiyle, duvar kenarında olan iri kemik yığınını işaret etmişti.

Bu bir tehdit miydi?

Lan ben bunu ızgarada haşlardım be.

"Bu kim?" dedim başımla o siyahlı ejderi gösterirken. Bildiğime göre Tia yalnız yaşamayı severdi. Benim minnak psikopat ejderim.

"Oğlum."

"Sen evlendin mi?!"

Yok canım! Bizim Tia!?

O nasıl evlenebilirdi ki?

O benim tanıdığım en büyük erkek düşmanıydı.

"Hayır hayır saçmalama." dedi Tia yere oturup kan kırmızısı gözlerini yüzüme dikerken. "Kardeşimin yumurtasıydı. O ölünce Drue'ya ben bakmak zorunda kaldım."

"Sylvia öldü mü?" derken yaşadığım şok dalgasıyla birlikte sesim kısılmıştı. "Nasıl?"

Br ejderin ortalama ömürleri iki bin ilâ üç bin yıl arasında değişirdi. Ayrıca çok kolay hasta olan hayvanlar da olmadıkları için ölümleri pek normal karşılanmazdı.

"Kuars taşı." dedi Tia durgun bir ifadeyle.

"Anladım." dedim sessizce. O da daha fazla anlatmadı zaten. Kardeşinin ölümü onu derinden etkilemişti, bu çok açık. Konuşup kendini daha fazla yıpratmasını bende istemezdim.

Kuars taşı, çok önceki yıllarda bile kullanılan ama çok nadir bulunan bir güç taşıydı. Dokunan kişinin güçlerini emmesi özelliğiyle bilinirdi ve çok güçlü ustalar bile karşılarında pasif duruma düşerdi.

Ancak bir ejderi öldürmek için, o ejdere en az iki kilo Kuars taşı yutturmaları gerekiyordu, ki bu da pek kolay bir şey değildi. Ayrıca Sylvia zeki bir ejderdi. Bu, nasıl mümkün olabilirdi anlayamıyordum.

"Seni görmeyeli güzelleşmişsin." dedi Tia konuyu değiştirmek için. Kardeşiyle fazla görüşmeseler de, aralarındaki bağı en iyi ben bilirdim.

"Sende baya güçlü duruyorsun. Boyun mu uzadı senin?" dediğimde kalın bir gülme sesi çıktığında Tia'nın güldüğünü anladım. Bir ejderhanın güldüğünü anlamak için sesini duymam şarttı. Aksi takdirde, yüz kasları pek hareket etmediği için güldüğünü anlayamazdım. Aslında konuşmaları için de ağızlarını hareket ettirmelerine gerek yoktu. Ejderler fazla zeki canlılardı ve onlarda doğuştan olan telepatik yetenekleri sayesinde hayatımda gördüğüm en üşengeç yaratıklardı.

"Sen  buraya öylesine gelmezsin." dedi beni çok iyi tanıyan Tia, bir kez daha bunu bana kanıtlarken mahçup bir ifadeyle gülümsedim.

"Bu kaçıncı söz verişim bilmiyorum ama söz bir dahaki sefere sana geyik avlayacağım." dediğimde tekrar onun gürleme gibi olan gülme sesini duydum. Aslına bakarsak gülüşüne alışmam aylarımı almıştı, çünkü onun gülme sesi bir aslanın kükremesini andırdığı için, güldüğüne pek ihtimal vermek istemiyordu insan.

"Dökül."

"Küçük bir sorunum var." dedim ve koluma sarmalanmış olan tâcı ona gösterdim. "Prenses Olivia'nın tacı bana musallat oldu."

Bir süre kediye benzeyen iri kırmızı gözleri koluma sarmalanmış tâçta gezinirken kaşlarımı beklentiyle havaya kaldırdım. O sırada Lilia'nın küfürlerle karışık mırıltısı kulağıma ulaşmıştı. Arkamı dönüp ona baktığımda yerde gözleri kapalı bir şekilde oturuyor, bir eliyle de şakaklarını ovuyordu.

"Ne berbat bir rüya." diye mırıldandığında gözlerini açmış, önce boş boş bana bakmıştı. Ardından gözleri arkamdaki Tia'ya, ondan sonra da kükremeye benzer sesiyle gülmeye başlayan Tia'nın oğluna bakmıştı. Ağzından bir küfür daha çıkacakken tekrar bayıldığında omuz silkerek tekrar Tia'ya döndüm.

"Arkadaşın hasta mı?" diye soran Tia'ya baktığımda, yere oturmuş ve başını yere koymuştu. Tam önümde duran iri kafası, neredeyse benimle aynı boydaydı.

"Hayır." dedim umursamazca. "Sadece fazla heyecanlı."

"Komik kıza benziyor." dedi Tia kızıl gözlerini Lilia'nın yerde yatan bedenine çevirerek. "Güzel çığlık atar mı?"

"Yok." derken gülmeme engel olamamıştım. "Arkadaşlarımın gözümün önünde yenilmesini sevmiyorum."

Tia derin bir nefes alınca, sanki sert bir rüzgar esmiş gibi hissetmiştim.

"Eski günleri özledim." dedi Tia durgun bir sesle. "Bu zamanda çığlık atan bir av bulmak çok zor. Yeni moda mıdır nedir, beni gören çığlık atmak yerine bayılıyor." dediğinde kahkahamı tutamadan ellerimi karnıma bastırarak gülmeye başlamıştım.

"Arada sana birkaç çığlık atan insan getirmemi ister misin?"

"Çok isterim!" diyen Tia'yla birlikte yeniden gülmeye başlamıştım. Seviyordum bu ejderi yahu. "Ama.." dedim ve tekrar koluma sarmalanmış tâcı gösterdim.

"Ah evet, şu mesele." dedi ve pençesinin birini tâcın üzerinde gezdirmeye başladı. Turuncuya yakın renkteki pençesinin üzerinde kan kırmızısı küçücük semboller belirirken ilgiyle izledim onu. Bu, bir ejderhanın Tanım Yeteneğiydi. Bu güçle, herhangi bir nesnenin özelliklerini ayrıntısıyla görebilirdi, ve bu sadee ejderlere özgü bir yetenekti. Bu yüzden ejderlere bilge, veya dâhi ünvanları takılmıştı. Her şeyi bilmelerinin nedeni, buydu.

"Kilitli." dedi Tia pençesini tâçtan çekerken. "Özelliklerinin hepsini bana açmıyor. İçinde bir ruh taşıyor olmalı."

"Nasıl yani?"

"Bazı büyülü eşyalar vardır, çocuğum. Bunlar durduk yere özel olmazlar. Bir ruh, ölümsüzlük için bir kılıf belirler kendine. Güç taşlarının, kendi kendine güç kazanmadığı gibi."

"Güç taşlarının da mı bir ruhu var?"

"Özel olan her şeyin bir ruhu vardır."

"Vay be." dedim hayretle. Bunu ben de bilmiyordum. Güç taşlarının yeteneği bitmezdi ama fazla kullanımda kendi kendine kırılırdı. O zaman ne oluyordu acaba?

Tia derin bir nefes alınca, hava akımı nedeniyle ona doğru sendelesem de kendimi durdurdum.

"Güç taşı kokusu alıyorum." dedi Tia gözlerini kapatarak. "Medusa taşı gibi kokuyor."

Ah evet..

Onu tamamen unutmuştum...

Tia gözlerini açıp kızıl irislerini üzerine dikti ve kalın sesi zihnimde yankılandı.

"Eğer o tahmin ettiğim taş ise, asıl savaş başlıyor demektir çocuğum."

Biliyorum.

Biliyorum...

Element Akademisi《Final》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin