25●Tia

13.7K 1.4K 218
                                    

"Vay canına." dedi kocaman gözleriyle bana bakan Lilia. Hayat hikayemi duyunca oldukça şaşırmıştı belli ki. Gerçi bende şaşkındım bu durum karşısında.

Eh, en son ölmüştüm ne de olsa.

Aslında buna benzer bir olayın başıma geleceğini biliyordum ama bu kadarını da tahmin etmemiştim. Sağolsun lanetim ilk defa bir işe yarayarak hayatımı kurtarmıştı. 

"Sen kaç yaşındasın ki şimdi?"

"17." dedim ve omuz silktim. "Ama senin bahsettiğin yaşım 484."

"Ohaa." dedi eliyle ağzını kapatarak. Sonra da ateşe dikti gözlerini. Bende başımı ateşe çevirip yanan ateşi izledim bir süre. Yanımdaki Palen başını kucağıma koyup uyumaya devam etmişti. Yumuşacık kürkünde ellerimi gezdirirken düşünmeden edemiyordum.

Öldüğümde Ashley çok üzülmüş olmalıydı. Onu her zaman kız kardeşim yerine koymuştum ve o da öyle bilmişti beni. Biz zor anlarımızda birbirimize sırtımızı dayamıştık.

Luke, Ashley'e göre daha güçlü görünse de  içindeki kırılgan çocuğu bilirdim ben. Birçok ölüm görmüştü, ve her zaman ona destek olmuştum. Hatta bir gün ona, birbirimize destek olmamızı söylemiştim. Benimde bir ölümsüz olduğumu, ve onun beden desek alabileceğini...

Öldüğümü öğrendiğinde yıkılmış olmalıydı.

Zen, hepimizin neşe kaynağı olmuştu. Kötü bir olay olsa, hep olumlu taraftan bakmayı çok iyi bilirdi, ama o da kendi sorunlarıni hiçbir zaman anlatmazdı bize. İçine atardı hep.

İçi doldukça gülümsemesi zorlaşırdı hep...

Bunu fark ettiğimde, onu üzen şeyleri anlatmasını istemiştim. Emin olamasa da anlatmıştı her şeyi. Kimseye anlatamadığını anlatmıştı ağlaya ağlaya.

O günden sonra benim ikinci abim de o olmuştu. Ne zaman bir derdimiz olsa birbirimize anlatır, içimizi dökerdik. Ölümüm ona fazla ağır gelmiş olmalıydı.

Drake'ın ne kadar yıprandığını, ölürken de görmüştüm zaten. Sevdiğim adam, son anlarımda yanımdaydı.

Sevdiğim adam gözyaşlarını benim için dökmüştü.

Sevdiğim adamın mavi kelebeği ise uçup gitmişti...

416 sene boyunca beni beklemişti.

416 sene boyunca, her gün ölümümün acısını yaşamıştı.

Şimdi de nerede olduğumu bilmeden beni arıyor olmalıydılar.

Hâla hatırlamamı bekleyen dört insan...

"Sen de ölümsüz müsün?" diyen Lilia'nın sesini duyunca gözlerimi yanan ateşten çekip ona çevirdim. Eline yine bir sopa almış, yanan ateşi harlamaya devam ediyordu.

"Sayılır." dedim bende onun gibi başımı ateşe çevirerek. "Ben daha çok lanetli insan kategorisine giriyorum."

Lilia'nın bakışlarını hissettim üzerimde. Buna rağmen ona bakmadan, kucağımda uyumaya devame den Palen'in kafasını okşamaya devam ettim.

"Nasıl?"

Derin bir nefes aldım.

"Duymaya hazır olduğunu sanmıyorum."

"Hazırım." diyen Lilia'yla birlikte ona çevirdim bakışlarımı. Ciddi ve kararlı duran yüzü, her şeye hazır gibi dursa da emin olamıyordum.

"Anlattığım şey ne kadar uçuk kaçık olsa da mı?"

"Evet."

"Pekala. Sen kaşındın, anlatıyorum." dediğimde yüzünde beliren zafer dolu gülümsemenin biraz sonra solacak olmasını umursamadan konuşmaya başladım.

"Bir ejderha tarafından lanetlendim." dediğimde yüzünde oluşan gülümseme birden solmuş ve iri gözleriyle yüzüme bakmaya başlamıştı.

"NE?!!"

Evet, bu tepkiyi bekliyordum.

Ve ilk birkaç dakika, Lilia'yı sakinleştirmeye çalışan cümlelerimle birlikte akıp gitti.

Ardından Lilia transa geçmiş gibi dik dik yere bakmaya başladı.

Yaklaşık yarım saat kadar sonra da kendini toparlayıp bana döndü.

"O efsanevî bir yaratık." dedi usulca. "Bu nasıl olabilir?"

Derin bir nefes verdim rahatlamış gibi.

"Ohh sonunda kendindesin." dedim ve gülümsedim. "Bir an ruhunu teslim ettiğini düşündüm."

"Thalia, ciddi olur musun lütfen."

"İsmim Hera."

"Neyse ne. Bana şu olayı düzgünce anlatabilecek misin?"

"Belki." dedim ve arkamda olan Palen'in kuyruğunu bir yastık gibi kullanarak yere uzandım. "Sabah olunca Tia'yı ziyarete gideceğiz zaten. Sakin ol ve biraz dinlen."

"Tia da kim?"

"Beni lanetleyen biricik ejderha'm." dediğim şeyle birlikte yeni bir şoka giren Lilia'ya aldırmadan gözlerimi kapatıp uykuya daldım. Zaten yolumuz uzundu, bir de onunla mı uğraşacaktım yani.

○●○●○●○●○

"Lilia! Çığlık atmayı keser misin lütfen!? Sağır olmak için fazla gencim, kes şunu!!"

Evet. Yine ve yine süregelen aksiyonumuza merhaba deyin. Havada saatte 150km/h ile uçan Palenciğimin üzerinde Owen Mağarasına, yani kuzeye, doğru yola çıkarken hızımız nedeniyle Lilia'nın kesik çığlıklarına maruz kalmıştım.

Binlerce yakılarak öldürülen insan görmüştüm, ama hiçbiri böyle çığlık atmamıştı.

Çile değildi de neydi bu?

Umarım Tia, Lilia'nın çığlığından rahatsız olup onu yemeye çalışmazdı.

Malum, kendisi çığlık atan avları yemeyi çok severdi de.

Palen hızını azaltıp inişe geçerken Lilia sonunda çığlık atmayı kesmiş, ve belime deli gücüyle sarılmıştı.

Kaburga kemiklerimi hissedebiliyordum.

Ve içindeki organlarımı da..

Palen yere iniş yaptığında Lilia hâlâ indiğimizin farkında değilmiş gibi deli gücüyle kaburga kemiklerimi kırmaya yemin etmiş bir savaşçı edasıyla sarılmaya devam ediyordu..

"Lilia indik." dedim zorla. "Dört yüz sene önce ölmüş olabilirim ama tekrar ölmek istemiyorum Lilia. Ölüm meleği şu an bana göz kırpıyor. Nefes alamıyorum."

"Ah afedersin." diyerek beni bırakınca derin bir nefes alıp Palen'in üzerinden indim ve devasa mağara girişine baktım. Önceleri biraz daha küçüktü burası sanki. Ve daha az pençe izleri.

Ohaa şu izlere bak..

"Tia!" dedim içeriye doğru bağırarak. "Elma dersem çık, armut derdem çıkma!"

Ve kulak zarımı patlatmaya meyilli bir kükreme sesi...

Kaşlarım çatıldı istemsizce.

Bu Tia'nın sesi değildi...

Element Akademisi《Final》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin