14.BÖLÜM: BENİMSİN

Bắt đầu từ đầu
                                    

Cadde arkamızda kalmıştı.

Çöle giden yola girmiştik. Merakla Asaf'a dönerek ona soru soracakken, camın ardından, büyüklü, küçüklü tepelerden kayan arabaları gördüm. Bir grup kalabalık, ATV ve büyük arabalarıyla kayak yaparcasına yumuşak kumda kayıyorlardı. Bazılarının kahkahaları, sesleri ve çığlıkları bize ulaşıyordu.

''Asaf, bak'' dedim heyecanla. Mısır'ın çöllerinde de bu tarz şeylerin olduğunu biliyordum ancak gezme imkanım olmamıştı. Piramitleri bile görememiştim. Oysa Mohab her zaman gitmemiz için ısrar eden taraf olurdu. Onu düşündüğüm her an üzülüyordum.

Ama şuan dikkatim bambaşka bir şeydeydi.

Asaf'ın kahkaha attığını duyunca neşeyle ona döndüm. ''Çok eğlenceli görünüyor'' dediğimde kafasını salladı ve yola döndü tekrar.

''Öyle Asya'm. Türkiye'den mutlu haberlerle döndüğümüzde seni en güzel şeylerle tanıştıracağım. Hatta ve hatta tüm dünyayı birlikte gezeceğiz''

Ağzı kulaklarında deyiminin karşılığını yaşıyordu. Gözlerini yola çevirse de bana döndürmekten kendini alamıyordu.

En az bende onun kadar mutluydum. Sorunları arkamızda bırakacaktık. Birlikte, el ele her şeyi atlatacaktık. Bugün Yasmin'in bana konakta dediklerini de umursamak istemiyordum. Çünkü artık Asaf'ın varlığı bana güç veriyordu. Aynı şeyi bana laf söyleyen insanlar içinde yapmalıydım. Onlar sadece beni caydırmak ve küçük göstermek için çabalayan boş insanlardan bir kaçıydı. Ben onların dediği gibi bir insan değildim ve sözlerine itibar etmeyecektim.

Asaf bir anda direksiyonu sola kırdığında yana savruldum ve aracın kum yolda ilerlemesi yüzünden başımı koltuğa sıkıca yasladım. Büyük bir ustalıkla arabayı sürüyordu. Küçük tepelerden inerken bacaklarım karıncalanıyordu sanki ve içimden çığlık atmak geliyordu ama sessizce gözlerimi kocaman açarak yola baktım. Kumdan yola daha doğrusu.

Issız bir çölün ortasında araba durdu. Arabalarıyla tepelerde yarış yapan insanlar oldukça uzağımızda kalmışlardı. Burada kimse yoktu.

''Geldik'' dedi Asaf ve göz kırptıktan sonra arabadan indi. Biraz ileride büyük bir bedevi çadırı gözüme ilişmişti.

Ben şaşkın bir şekilde koltukta doğrulurken Asaf kapımı çoktan açmıştı.

Uzattığı elini tutarken, bedevi çadırından gözlerimi alamıyordum.

Ayaklarım kumlu tabana ulaşır ulaşmaz sandaletlerimin içini doldurmuştu. Bu beni rahatsız etmişti ve hızlıca ayağımı sallayarak onları dökmeme neden olmuştu ancak ayağım yere değer değmez yerini yenilerine bırakması beni sinirlendirmişti.

''Nereye geldik'' derken gözlerim kumun dolduğu sandaletlerimdeydi.

''Sahra'nın gözü'' dedi adeta bir ünlüyü çağırıyormuşçasına gururlu bir sesle. Onu adeta duymazdan gelerek elini bıraktım. Şu an Sahra'nın çölü ikinci plandaydı.

Eğildim ve ayakkabılarımı teker teker çıkararak kumları püskürttüm ancak ayakkabılar ayağıma girdiği an da bunun saçma olduğunu anlamıştım.

Ayaklarımın içi yeniden kumlarla dolmuştu. Ne yapıyordum ben?

Asaf'a döndüm sinirle. Sırıtarak bana bakıyordu. Elimi tuttu.

''Gereksiz bir şey bu Asya, ayakkabılarını çıkar ve sıcak kumun ayağına değmesine izin ver.''

Ayakkabılarını ayağıyla tek bir hamlede çıkardı ve arabanın yanında bıraktı. İlkte bu fikir bana pek sıcak gelmese de onu dinledim ve bende sandeletlerimi çıkardım.

ABAD: ÇÖL GÜNEŞİNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ