BÖLÜM 6: KÜRE İÇİ ÇARPIŞMA VE SON DİRENİŞ

200 21 3
                                    

BÖLÜM 6: KÜRE İÇİ ÇARPIŞMA VE SON DİRENİŞ

Hava araçları on beş dakika içerisinde bizi Megalapolis'in merkezine başkanlık binasının bulunduğu geniş alana getirmişti. Megalapolis'i ilk kez kürenin içinden net olarak görüyordum. Buradaki en basit yapı bizim köydeki en büyük yapı olan sağlık merkezinden bile onlarca kat büyüktü. Şehrin belirli bölgelerinde daire şeklinde sıralanmış dev, görkemli gökdelenler, spiral şeklinde fizik kurallarına karşı yapılmış gibi duran dev binalar vardı. Burası tıpkı söylendiği gibi, gerçekten de dünya üzerinde şuana kadar kurulmuş tüm şehirlerin toplamı kadar büyük, gelişmiş ve hepsinden bir iz taşıyacak kadar kültüreldi. Hava aracı sayesinde çok hızlı bir şekilde ilerliyorduk. Sokakların, farklı uçan araçlar için ayrılmış hava yolunun, hatta bazı diğer hava araçlarından bile yüksekte uçtuk. Buna rağmen net olmasa da Küre içi halkı azda olsa görebilmiştik. İnsanlar şaşkın bir vaziyette gökyüzüne bakıyorlardı. Baktıkları şey biz değildik, gökyüzünün kendisiydi. Artık tepelerinde onları yıllardır koruyan ve en büyük felaketlerden bile kormuş olan küre kalkanı yoktu. Profesör, Küre kalkanını sabaha karşı bozduğu için çıkan yoğun ışık patlamasının Küre içinden nasıl göründüğünü merak ettim. Bu rahat ve hayatlarını rutine bağlamış insanların isyandan haberleri olmadığına kanaat getirdim. Çevrede hiç asker yoktu. Sadece birkaç polis gördük. Onlarda yüksek hızda gitmemize rağmen bize karışmadılar. Sanırım onlar olanların farkındaydı ve endişe duyuyorlardı, bu yüzden de hız limitini biraz aşmış bir küre içi halkına dikkat etmemiş olabilirler.

Ama biz Küre içi halktan falan değildik. Biz Megalapolis'in Küre dışı halkındandık ve bize yıllardır uyguladıkları ikinci sınıf vatandaş statüsünden bıkmış, sadece hayatta kalacak seviyede ilgilenilmiş halk olmaktan usanmıştık. Hele şimdi özel yeteneklerimize de yasak hükmü gelince, artık bu sistemin değişmesi gerektiğine emin olduk.

Başkanlık binası olarak daha önceden hologramlarda ve anlatılanlar kadarıyla bildiğimiz, beyaz ve mavi renklerle yapılmış, tepesinde camdan altın sarısı koskoca bir kubbe bulunduran ve dört yandan da havaya büyük ışık demetleri çıkaran devasa bir binanın çatısında indik.

Burada herhangi bir görevli ya da asker yoktu ancak dev binanın içerisinde olduğundan emindik. Karen elini kubbenin güneyine doğrultarak "Şurada bir asansör var sanırım." dedi. Hızla iki yana doğru açılan kapıya koştuk. Kapı biz yanına gelince tuhaf bir sesle açıldı. İçine girmekten başka bir seçenek olmadığının farkındaydık çünkü bu binaya basitçe kapıdan giremezdik. Aslında çatıdan da basitçe bir şekilde girmiştik, ne bir asker ne de güvenlik sistemi vardı. Bu sözlerimi on kat aşağı inince değiştirmek zorunda kaldım.

Asansör 'BL-1' adlı bir katta durdu. İçeride düğme olmadığı için asansörün kendi kendine inmesini beklemiştik. Asansör durup 'BL-1' katında kapılarını açınca, o heyecanla tam sayamasam da yirmi askerin ellerinde ki elektrikli ve üzerinden cızırtılı sesler gelen siyah ve inanılmaz keskin olduğunu tahmin ettiğim teknolojik kılıçlarını bize doğrulttuklarını gördük. Aralarından biri "Ellerinizi başınızın üzerine koyun ve yere yatın. Hemen!" diye bağırdı. Sesin nereden geldiğini anlayamamıştım. Hepsinin kostümü aynı şekildeydi. Baştan aşağı simsiyah çok sertmiş gibi duran plastik gibi bir zırh. Ağızlarında bir maske ve gözlerinde de siyah bir gözlük. Belli yerlerinden ışıklarda çıkıyordu. Korkudan titrediğimi hatırlıyorum. Adam bağırarak emrini tekrarladı. Ne yapacağımızı bilemez bir vaziyette dördümüz aynı anda dizlerimizin üzerine çöktük, ellerimizi başımızın arkasına dayadık ve yere uzandık. Birkaç tanesi gelip de ellerimize ve ayaklarımıza kelepçe takmadan hemen önce aramızda ki en pratik zekâya sahip olan kişi Karen, hiçbirimizin daha öncesinden planlamadığımız ama o birkaç dakika boyunca planlanmışçasına kusursuz gerçekleştirdiğimiz bir dizi kurtulma hareketini başlattı.

Üç adam gelmişti. Beni ve Karen'ı bağladılar sıra Tiges'e gelmişti. Yaklaşan adam, elektronik kelepçeyi Tiges'e takmak üzereyken Karen'ın göz bebeklerinin büyüdüğünü gördüm. Bu normal bir büyüme değildi. Hemen ardından adamın elindeki kılıç yere çaprazlamasına düşer bir vaziyette yere kapaklandı. Diğer askerler ne olduğunu anlayamadan Karen kılıcı havalandırdı ve o anda ellerini de çözdü. Sonra benim de ellerimi çözmek için atıldı. Arkadan bir grup asker ellerinde ki kılıçlarla bize doğru koşmaya başladılar. Karen bana baktı. Bende ona. Sonra aynı anda bize doğru koşan adamlara bakıp yoğunlaştık. Adamlar havada beş takla atarak arkaya savruldular. Diğer gelenleri Ewo ellerinden çıkarttığı mini yıldırımlarla ızgara yaptı. Anlaşılan üzerlerinde ki plastik değil metaldi, çünkü elektriği geçirdiğinden emindim.

Savaştığımız gruptan kalan beş adamdan biri mekanik kılıcıyla sağ omzuma güçlü bir darbe indirdi, o anki duyduğum acı ve bu acıyla suratıma yansıyan ifade Karen'ın bakışlarını endişeli hale getirdi. Bir an afalladık ve herkes durup birbirine baktı. O sırada bu zaman boşluğundan yararlanarak Karen, Tiges ve ben karşı atağa geçtik, bu üç adamı da hakladıktan sonra kalan iki kişiyle baş edecek güç ve performansa sahip olup olmadığımızı görmek için son kez saldırdık. Bir gayret yaptığımız bu son çarpışmada son adam yere yığılana kadar savaştık. Eğer buradakiler dışında başka adamlar varsa bittiğimizin resmidir diye geçirdim içimden. Daha en büyük balık olan başkan duruyordu. Düz koridorda ilerledik. Birkaç odanın yanından geçtik. Bir tanesinin kapısı açıktı. İçeride onlarca ekran vardı. Bu ekranların başkanlık binasındaki kameraları gösterdiklerini anladık. Çünkü bulunduğumuz kata doğru hızla gelen yüz kişilik bir siyah giyen adamlar ordusu daha vardı. Hemen o odadan çıkıp başkanın odasını aramaya başladık. Koridorun sonunda dev bir kapı vardı ve kapıda da iki koruma. Onlar sorun oluşturmadı. Ewo yıldırımlarıyla onları yere serdi. Karen ve Tiges oldukça yorgun görünüyorlardı. Tiges, eline ölen adamlardan birinin kılıcını almış onunla savaşıyordu. Ben ise yaralanmıştım, kan kaybediyordum ve bu yeteneğimi etkileyebilirdi. Dev kapıyı açmak için Karen, Tiges'te ki kılıcı aldı ve kapıyı zorladı. Sonrada konsantre olarak kapıyı birkaç saniyede açtı. İçeride bizi şu ana kadar yaşadıklarımızdan sorumlu olan kişi suratında ki en yılan ifadeyle bekliyordu. Başkan Kenobi.

KÜRE DIŞI - DEVRİMWhere stories live. Discover now