-10-

239 22 4
                                    


Kıyıköy, çocukluğumuzdan beri ailecek hep geldiğimiz o herkesin filmlerden ve dizilerden bildiği dingin sahil kasabası tadında bir yerdi. Şehrin biraz dışında, Arjin'in ailesinin yazlık evine çok yakın ve aşkımın ilk tomurcuklarının ilk şahidi olan yerdi. 

Alışveriş merkezinden çıkarken Arjin'e birkaç kez itiraz etmeyi denemiş ama başarısız olmuştum. Onunla baş başa oraya gitmek, tüm anıların gözümde canlanmasını izlemek istemiyordum. Kendimi kandırıyordum. Onun yanında olduğum her ana muhtaçtım ama uzaklaşmaya çalışıyordum...

Arabada sessizlik hakimdi çoğunlukla. Çünkü konuşmak içimden gelmiyordu. Konuşursam sadece ağlayacakmışım gibi hissediyordum. Arjin de bu durumdan sıkılmış olacak ki radyoyu açıp kanallarla oynamaya başlamıştı. Kendi zevkine göre bir şeyler arıyordu. Ve sonunda sakin bir programda karar kılmıştı. Benim gibi o da dikkatini vermiyordu nasılsa söylenenlere, sadece sessizliği kırmak içindi. 

"Ee, anlat bakalım. Nerelerdeydin bunca zaman." 

"Söyledim ya; iş, okul  falan işte." demiştim suçumu gizlemek istercesine. 

"O kadar mı yoğundu yani, telefon dahi edemeyecek kadar?" diye sitem etmişti Arjin. Haklıydı. Ama ben de kendimi deniyordum. Ne kadar dayanabildiğimi görmek istiyordum. 

"Kasti değildi, yorgundum." dedim mahcupça, biliyordum merak ediyordu ama sebebi kendisiydi. Onu Güliz ile görmeye dayanamıyordum. Kalbim öylesine acıyordu ki... Ona bakışına, ona gösterdiği toleranslara, hiçbirine dayanamıyordum. Bana konumumu hatırlatıyordu ve ona aşık bu akılsız kalbimi sızlatıyordu. 

"Bundan sonra bozuşuruz vallahi haberin olsun, benden bir şeyler sakladığını düşüneceğim yoksa." 

" Senden ne saklayacağım ya! Tüm hayatımı bilmiyormuşsun gibi " demiştim. Hayatımın en büyük sırrını ondan saklamaya devam ederek. Gerçekten de Arjin'in hayatım hakkında bilmediği tek şey ona sırılsıklam aşık olduğumdu, lisede attığı golden sonra gelip bana sarılarak zaferini bana armağan edip kalbimin ritmini bozduğundan beri... Kalbime geri dönüşsüz bir şekilde girmiş ve orada büyümüştü. 

Sonrasında Arjin ısrar etmemiş  ben de pek konuşmamıştım. Sazlığın kenarında kurulmuş çardaklı restaurant da oturup yemek siparişi vermiştik. Daha doğrusu Arjin vermişti. Saat ne öğlendi ne de akşam, yemek yemek istemiyordum ama o ısrarcıydı. Kurtulamayacağımı bildiğimden ben de pes etmiştim. 

Yemek boyu oradan buradan, Berkin ve Umut ile olan hovardalıklarından, okuldan, iş yerinden kısacası her yerden bir şeyler anlatmıştı. Ve beni güldürmeyi başarmıştı. Kalbimin o derin yarayı aldığı günün öncesindeki hayatımız gibi hissettirmişti. Normal, sıradan ve platonik... O anlattığı sürece her şeyi sonsuza kadar dinleyebilirdim. Yemek bittiğinde kalkıp patika yolda yürümeye karar vermiştik. Temiz havanın bana iyi geleceği ile ilgili şeyler söylüyordu o anda. Bana iyi gelecek yegane şey ise kendisiydi...

Sessiz yürüyüşümüzün ilk dakikalarından sonra ortamı Arjin'in telefon melodisi bozmuştu. Cebinden çıkarması ile çağrıyı reddetmesi bir olduğundan kimin aradığını görememiştim. Telefonu tekrar cebine atıp bana gülümsediği sırada tekrar çalınca mecburen eli yine cebine gitmiş ve çağrıyı tekrar reddetmişti. Kim olduğunu merak etmiştim açıkçası. Belki de benim yanımda konuşmak istemiyordu, eğer öyle ise bu beni çok üzerdi çünkü Arjin benden hiçbir şeyini saklamazdı, ya da ben öyle sanıyorum demekti... Telefon üçüncü kez çaldığında artık arayanın adını görebiliyordum, tabii ki Güliz'di...

"Aç istersen, önemlidir belki." demiştim gülümsemeye çalışarak. O da bu ısrara dayanamamış olacaktı ki kapanmadan telefonu açabilmişti. 

"Efendim." demişti kısa ve sabırsızca.  Karşıdan Güliz'in ne dediğini duyamıyordum ama önceki reddedilen çağrılar için hesap sorduğunu tahmin edebiliyordum. Güliz'di bu. Ve o da benim gibi Arjin'in kabarık flört geçmişini gayet iyi bildiğinden endişe ediyordu belki de. Benden yana da yeni bir flört kadar endişe ettiğini düşünüyordum bazen de. Ne kadar anlamsızdı, bunca senedir ona kör kütük aşık iken beni görmemişse bundan sonra da görmesini bekleyemezdim ki... 

"Müsait değildim demek ki." demişti Güliz nihayetinde sustuğunda. Ve yine onun bu tek cümlelik cevabına karşılık Güliz uzunca süre konuşmaya devam etmişti. 

"Meşgulüm, şehir dışında sayılırım. Yarına falan dönerim anca." demişti. Bunun üzerine gözlerim büyüyerek ona baktım, cevap istercesine. Bu gece burada mı kalacaktık yani? Buna hiç hazır olmadığım kesindi ve Güliz bunu öğrenirse kavga çıkaracağı da. Telefonu kapattıktan sonra ben de açıklama isteyen gözlerle ona bakıyordum. 

"Bakma öyle Lavin, o kadar geldik kalıyoruz tabii ki." demişti, neyi sorduğumu dile getirmesem de biliyordu. Çünkü hep bilmişti...

"Saçmalama, okul var hem. Hem de böyle çıktık geldik kıyafetimiz bile yok." diyerek itiraz etmiştim. Haklıydım. 

"Hallederiz, merak etme. Kaçırma tadımızı bak yürüyoruz hadi!" diyerek itiraz kabul etmeyen tavrı ile beni çekiştirmeye başlamıştı. Biraz ilerledikten sonra arabadan çok uzaklaşmamak için dönmeye karar vermiştik. Dönüş için patikanın diğer kanadını kullanınca ormanın içinden bazı kampçıların çadırları görünüyordu. Bunun üzerine sormuştu Arjin. 

"Hatırlıyor musun, lisede filme özenip koruda kamp yapacağız diye tutturmuştuk da Berfin akşam olduğunda korktuğu için geri dönüp evde uyumuştuk?" 

Bahsettiği bu anıyı hatırladığımda gülmeden edememiştim. Bir yanım ise buruktu. Hissettiğim şeyin adını aşk koyduğum ilk zamanlardı. Kamp yapma teklifine balıklama atlamıştım o yüzden. Berfin'i hesaba katmadan...Baş başa bir gece geçirecektik. Daha ne isteyebilirdim ki. Ama cadı kız kardeşim mutlaka planlarımıza ortak olmalıydı ki öyle de yapmıştı. Yine de moralimi bozamayacağını düşünüyordum o zamanlar, erkenden uyurdu ve biz yine baş başa kalabilirdik. Ah o zaman bunun hayali bile ne baş döndürücüydü. Ve tabii ki hiçbir şey benim planladığım gibi gitmemişti. Berfin kendisi korktuğu yetmezmiş gibi bizi de korkutmayı başarmıştı. Böylece eve dönüp geceyi yataklarımızda sonlandırmak zorunda kalmıştık. 

"Berfin yüzündendi her şey." demiştim. 

"Ha yani sen hiç korkmamıştın." diyerek laf atmıştı. 

"Sen de korkmuştun!" diyerek iddia ettim ben de. Bunu kabul etmeyeceğini biliyordum. 

"Hiç de bile."

"Diyosun?" derken inanmadığımı belli edercesine bakıyordum. 

"Herhalde yani, niye korkacaktım ki. Korkak olan sizdiniz!" 

"Haydi inanalım..." derken söylediklerine burun kıvırmıştım. Onunla uğraşmak kadar hoşuma giden pek az şey vardı. Ve her şey gibi bunu da kaybedecek olmak çok üzücüydü... Özgürce davranamıyordum işte artık onun yanında, olacakları düşünmeden edemiyordum ve bu tüm ruhsal durumumu etkiliyordu. Zordu. Böyle iken bile onunla vakit geçirmek acı veriyorsa Güliz ile bir aile kurduktan sonra onu görmem imkansızdı. Yüreğim sızlamadan ona bakamazdım bile... 

Ben ne olduğunu anlamadan onunla dalga geçmemin intikamı olarak beni gıdıklamaya başlamıştı bile. Bu ani atağıyla ve gıdıklanmanın da etkisi ile dengemi kaybedip yeri boylamıştım. Üzerime geldiği için de Arjin de benimle birlikte yere kapaklanmıştı. Yine de beni gıdıklamaktan vazgeçmiyordu. ben de kahkahalarıma engel olamıyordum. Tüm bu karmaşanın içinde Arjin'i birden üzerimde ve burnu neredeyse burnuma değecek şekilde bulmuştum. O anın heyecanı ile bırak gülmeyi nefes almayı bile unutmuştum adeta! Durumun garipliği ve ortamın sessizliği birkaç saniye sürdükten sonra Arjin hiçbir şey yokmuş gibi kalkmış ve beni de kaldırmıştı. Hiçbir şey yoktu çünkü...Bir his beslemediğin biri ile böyle pozisyonlarda kalmak insana bir etki etmezdi... Sorgulayacak ya da abartacak değildim. Buna hakkım yoktu. 

Arabaya vardığımızda Arjin ablasını aramış ve akşam gelmeyeceğini haber vermişti. Benim haber vermeme gerek yoktu çünkü zaten şehirde olsam da kendi evimde olacaktım. Evimde olmayı yeğlerdim. Tüm gece Arjin ile ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Böyle güzel zamanlar geçirdikçe ondan uzaklaşınca onu daha da çok özleyeceğime emindim. Geride doldurulamayacak kadar büyük bir boşluk bırakacağına da... 


Liman Meyhanesi -askıda-Where stories live. Discover now