Bölüm 25

2.3K 240 44
                                    

"Daha iyi misin canım?"

Babamın giymem için bana verdiği deri ceketini üzerimden çıkartırken başımı yavaşça salladım. Fakat bu kez var olan kötü durumu geçiştirmek için onu onaylamamıştım. Dört ya da beş saat öncesine kadar kendimi çok daha iyi hissediyordum. En azından aldığım serum takviyesiyle mide bulantım bastırılmıştı. Başımdaki ağrı hafiflemişti ve titremelerimle, üşümelerim son bulmuştu.

Babamın deri ceketini sokak kapısının hemen yanındaki portmantoya asarken evin içinde annemi ve Chloe'yi -veya ikisinden birisi de olabilirdi- görmeyi bekledim. Fakat ikisinden de ses çıkmıyordu. Evde olmalarına rağmen var olan bir sessizlikten bahsetmiyordum. Sanki evde hiç yoklarmış gibiydi bu sessizlik.

Şükran gününde giydiğim ve Calum'un evindeki çamaşır odasında kuruttuğumuz kırışmış kıyafetlerimle odama çıkmak üzereydim ama evin her tarafı beni çok fazla geriyordu. Parkelerin üzeri yalnızca benim gözlerimin görebildiği görünmez dikenlerle döşenmiş gibiydi ve attığım her adımda o dikenler çıplak ayak tabanlarıma batarak canımı acıtıyordu.

Kabul etmek gerekirse şükran günleri ve benzeri özel tarihler benim hayatımda dönüm noktası olarak seçmemi gerektirecek bir anlama sahip değiller. Onları her zaman sıradan bir gün olarak görmeye çalışıyordum çünkü olması gerekenden fazla bir anlam yüklediğim zaman, ve eğer o gün kötü geçerse, dünyanın dönüp dolaşıp o günü kapımıza getirdiği her seferinde yaşadıklarımı hatırlayacaktım.

Bu çok karamsar ve dramatik bir bakış açısıydı. Farkındaydım. Bunu daha önce hiç kimseyle paylaşmadım çünkü paylaştığım anda insanların bana delirmişim gibi anlamsız bakan gözlerle bakmaya başlayacağından adımın Rory olduğu kadar emindim. Bu durumu nasıl özetleyebilirdim bilmiyordum ama olabilecek en açık haliyle acı çekmekten korktuğumu söyleyebilirdim. Ve şu an, evimin duvarlarına bir koku gibi sinen sessizlik içerisinde bu korkuyu yaşıyordum.

Çünkü ileriki yaşlarımda sahip olduğum bütün şükran günlerinde bu berbat anıyı hatırlayacaktım. Beni her zaman ele geçirecekti. Annemin yüzüne baktığım her seferinde Chloe'yi nasıl savunduğunu anımsayacaktım.

Kötü zamanlar beni hep ele geçirecekti ve bir şekilde bilinçaltıma işleyerek bana kabus olmaya başlayacaklardı.

Babam, endişemi sezmiş gibi cesaret verici bir dokunuşla omuzlarımdan tuttu. Arkam ona dönüktü ve holün ortasında durarak sessizliğe bürünmüş evimi inceliyordum.

Eve dönmek belki de iyi bir fikir değildi. Henüz hazır değil miydim?

"Acil serviste serumunun bitmesini beklerken annen aradı. Chloe ile birlikte Scarsdale'a gideceklerini, kalan tatil günlerini orada geçirmek istediklerini söyledi. Ben de olur dedim, belki birbirinizden bir süre uzak kalmak aranızdaki gerginliği soğutur."

Histerik ve kısa bir şekilde tebessüm ettim ama sanırım babam bunu ne gördü ne de gülümsememin peşinden gelen verdiğim alaycı, kısa nefesi duydu.

Soğuması gereken o kadar çok şey vardı ki, sıra ona gelir miydi bilmiyordum.

"Her neyse."

"Aç mısın?"

Aslında aç olmam gerekiyordu. Çünkü midem bomboştu. Ama bununla bağlantılı olarak midemde bir kazınma ya da herhangi bir boşluk hissetmiyordum. Arkamı döndüğüm babamla göz göze gelebilmek için Converse ayakkabılarımın tabanı üzerinde döndüm.

"Eğer istersen seninle pizza yapabiliriz," dedi gülümseyerek. "Sana vejeteryan, bana da bol zeytinli ve jambonlu. Ne dersin?"

Babam mutfakta çok berbat. Hayatı boyunca uzak durması gereken alanları sıralamamız istenseydi kesinlikle onlarca maddenin arasında en başa mutfağı koyardım. Anneme yardım etmek için girdiğinde sıkıntı olmuyordu, çünkü annem babamın yaptıklarını daha sonradan kontrol edip bir hata var mı yok mu diye görmeye çalışıyor; eğer varsa da anında müdahale ediyordu.

Terrible Love || hemmingsWhere stories live. Discover now