14. Bölüm

8.3K 641 334
                                    

Adaya yerleşme ve kendimize güvenli bir ortam oluşturma zamanımız boyunca sadece kokonatlar ve mantarlarla beslenmiştik ve artık yeni bir tat arayışına girmenin vakti gelmişti.

Yiğit ile yaşadığımız o heyecan verici, tutkulu günün üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti ve her bulduğumuz fırsatta birbirimizle oynaşmaya başlamıştık. Kendimi ilk defa aşık olmuş, liseli bir çocuk gibi hissediyordum.

Bu hissettiklerimin tam adı aşk mıydı bilmiyorum, ki aşka da pek inanmazdım. Fazlaca hissedilen duygulara inanırdım, bu inandığım duyguları da aşk diyerek bir kalıba sokmayı sevmezdim.

İki haftanın ardından Zeynep kendini yavaşça toparlamış gibiydi hâlâ zayıflıyordu ama artık her saat başı uykuya dalmıyordu. Bu da beni buradaki yaşamımda daha da motive ediyordu.

Ada ve Aurora gün geçtikçe büyüyorlardı. Bu büyüme Aurorada daha üst seviyedeydi ama. Küçük kızım günler geçtikçe büyüyor ve daha da güzelleşiyordu.

Yiğit ile neredeyse iki haftadır da hiç olmadığımız kadar iyiydik. Her konuda daha da iyi olmaya başlamıştı. Gerek bana karşı gerek çevredekilere karşı.

"Artık yeni yiyecekler aramanın vakti geldi bence. Yani artık hindistan cevizi ve mantarlar sıkmaya başladı." Dedim, her gecemizde olduğu gibi, yaktığımız ateşin çevresinde otururken. Yiğit karşımda oturuyor Zeynep ise kucağında Ada ile yanımda oturuyordu. Habire başıma kafasını süren kızım da omuzumdaydı. Neredeyse ritüel olmuş bir şekilde her gün ateş karşısına oturuyor ve çeşitli konular açıp o konular çerçevesinde bolca konuşuyorduk. Filmler, diziler, kitaplar... Akla gelebilecek her konu hakkında bir konuşma-tartışma ortamı geçmişti aramızda.

Omuzumda duran kızıma elimi uzatarak elime gelmesini işaret ettim. Aurora elime doğru geldiğinde de onun artık büyümüş, avuçlarımdan neredeyse taşacak vücudunu okşamaya başladım. Yumuşacık tüylerinde ellerimi gezdirerek hafif dokunuşlarla onu rahatlatıyordum.

"Bence Feza haklı. Ben de gerçekten fazlasıyla sıkıldım, hindistan cevizi ve mantarlardan." Diyerek yorgun sesiyle bana arka çıktı Zeynep. Daha sonrasında ise kucağında duran, kundağa sardığımızdan dolayı sadece yüzü görünen bebeğin tombullaşmış yanaklarını okşayarak bize baktı.

Yiğit bir bana bir de Zeynep'e baktıktan sonra yeniden bana döndü. "Tamam o zaman yarın sabahın ilk ışıklarına doğru ben ve Feza çıkarız ve bir türlü gezemediğimiz adayı etraflıca gezmeye başlarız." Dedi gözlerimin içine bakıp onay beklerken. Yiğit'in söylediklerini onaylayarak, gözlerini kapatmış, uyku moduna geçmiş kuşumun tüylerini okşamaya devam ettim.

"Ailenizin ne durumda olduğunu tahmin edebiliyor musunuz?" Dedi Zeynep gözleri Ada'nın kapalı gözlerine bakarken. İçinden onu merak eden bir ailesi olmadığına dair şükrettiğine bahse girerdim.

"Benim ailem çıldırmıştır, özellikle de annem." Ben konuştuktan sonra iki göz de bana odaklandı. "Annem zaten kalp hastasıydı, eğer onun başına bir şey gelmişse ne yapacağımı, ne hissedeceğimi bilemiyorum." Tek umduğum annemin aldığı haberle yıkılmamasıydı.

"Peki nişanlın, o ne yapmıştır sence?" Dedi Zeynep, ateşin alevinin altında turunculaşan kumral saç tutamlarını geriye atarak. Banu'nun nasıl olduğunu düşündüm. "İnanmayıp inkâr etmiştir. Bana küçüklüğümüzden beri çok düşkündü. En ufak bir şey başına gelse anne yada babasından önce Feza abi diye bana koşardı. Şimdi o binmemi istemediği uçağın düştüğü haberini aldığı zaman ne tür bir tepki vereceğini kestiremiyorum." Gözümü karşımda oturan ve pür dikkat beni dinleyen Yiğitten bir saniye olsun kaçırmadan konuştum. Onunla bu tür konuları konuşmayı ertelemiştik ama bu konuların bir gün elbette karşımıza çıkacağı da bir gerçekti. Oldu ki kurtulursak beni bekleyen bir nişanlım vardı. Bunu yok sayamazdık.

Siyah Gökkuşağı (BxB)Where stories live. Discover now