"ödünç alınan ateş ve sahibinin külleri"

39 4 0
                                    

Etrafından soyutlanıp anılarla nefes alırken karşısına, daha önce görmediği ve anılarda da karşılaşmadığı bir kadın çıktı.

Bu kadının altın renkli gözleri ve kaşlarına kadar uzanan külleri vardı, gözbebeklerinde birer ateş yanıyordu. Saçları da kaşlarındaki küllerden nasibini almıştı, küllerden çiller yüzünün her yanındaydı ve vücudunu gizlemeyen tülden bir elbisesi vardı.

Avcının o günkü kılıfı daha önce çaldığı gemideki hizmetçiydi ve yürürken birden durup yönünü bu kadına çevirdi, anılarını istemiyordu ya da yüzünü. Aslında ilk defa ne istediğini bilmeden bir şeyin peşine takılmıştı.

Ateşin muhafızının üzerine doğru bir felâket geliyordu ama henüz anlamamıştı, umrunda da değildi, felâketini hoş karşılayacaktı. Çünkü zaten ödünç aldığı ateşle yanan muhafızın kafasını vurduğu yerlerde en az üç ilah ölüyordu. Avcı onu bilmese de o avcıyı biliyordu.

Karşılaştılar, tanıştılar ve aşka düştüler. Zaman kavramının dışındaydı bu, üç kuşun aynı anda kanat çırptıgı bir andı.

"Adın ne?

"Anı avcısı."

"Nasıl yani bir adın yok mu?"

Avcı bocalıyordu.

"Anı avcısı."

"Ama bu bir isim değil ki, anı avcıcı olmadan önce ne yapıyordun? Kimdin?"

Neydim ben, diye düşündü, ne karardım, ne yapardım, ne?

"Ya da anı avcısı olduktan sonra kim olacaksın?"

"Nasıl sonra?"

"Sonra ne yapacaksın?"

Sonrası var mıydı ki? Bilmiyordu, hiç kimse değildi, anı avlayarak var olmuştu ve avlamazsa da yok olacaktı. Sonrası yoktu.

Tüm hikâyesi bu kadardı ve artık yok olmak iyi miydi köyü mü emin bile değildi. İçini çekti, birisi olamamanın haklı yorgunluğu vardı üstünde. Muhafız devam etti konuşmaya.

"Onlarca maskenin artığısın desene!"

O bile değildi ama bunu muhafıza nasıl söyleyeceğini bilmiyordu, sessiz kalmakta buldu çözümü. Maskeleri olmazsa bir hiç olacağını sessizlikte boğdu ve karanlıkta bıraktı.

"Peki sen kimdin sen olmadan önce, şimdi kimsin?"

Muhafız anlattı. Bu sırada parmaklarını havada değişik bir şekilde hareket ettiriyordu, tıpkı gözlerindeki gibi bir ateş yandı.

"Ben bu ateşin muhafızıyım, ateşi ulaştırmam gerek yazarın kuklalarına eğer başarabilirsem ölebileceğim. Onun karakterleri var, beni arıyorlar ve yazıldıkları kağıdı. Ben ateşi onlara vereceğim onlar da kağıtları yakacaklar ve hepimiz ölüp başka hayatlara doğabileceğiz."

Çok saçmaydı, ateşi nasıl bulmuştu kimden almış ve kime götürmekteydi, nasıl olurdu da içinde olduğu durumu kabullenmişti avcı anlamıyordu ama sonra kendi hâlini düşündü. O nasıl kabullendiyse muhafız da öyle yapmış olmalıydı. Yine de yorum yapmadan edemedi.

"Tuhafsın!"

"Tuhaf falan değilim ben senin delirmiş hâlinim..."

"Benim delirmiş hâlim mi?"

"Sen de ölmek istediğini söylüyorsun."

"Ölmek istiyorum demiyorum..." dedi avcı, muhafıza bakarken "...sadece var olmaktan yoruldum."

Eski Dünya Yadigârı: "Avcı"Where stories live. Discover now