milyonlarca nefret cümlesi ve ressam

90 11 23
                                    

Ölmek isteyen kızın resminde üç kişi vardı, kısa saçlı bir kadın, ondan daha güzel bir adam ve kimsesiz çocuk. Kadının elinde eski bir tabanca, adamın elinde ise bir demet çiçek vardı. Dikkatli bakıldığında çiçeklerin tamamının papatya olduğu anlaşılıyordu ancak ressem, ondan başka kimsenin anlayacağını sanmıyordu.

Küçümseyerek gözlerini üçüncü kişiye, çocuğa çevirdi. Adamın yarı boyunda ve kadının da yarı kilosunda olan ufaklığın üzerindeki çizgili pijama ve yüzündeki ifadeden anlaşılıyordu ki aptal çocuk mutlu olduklarını sanıyordu ancak bir şey bildiği yoktu.

Üçü de lambaların aydınlattığı bir sokaktaydı ve saat gece yarısını çoktan geçiyordu, aralarındaki mesele neydi ressam henüz emin değildi ama bunlardan sadece çocuk uzun zamandır düşünemediği bir karakterdi. Pollyanna'ya benziyordu ancak resim bittikten, tabanca ateş edip çiçekler yere döküldüğünde, bir banyo arayacaktı gizli gizli ağlamak için. Onu ağlatmayı başaracaktı.

Biraz düşünerek resmine bir hikaye uydurdu, çizdiği bu şehirdeki herkes, saat on iki olduğunda yaşadığı her şeyi unutuyordu. Yaşadıkları tüm kötülükleri, kalp kırıklıklarını ve bunların yanında güzellikleri de... Her günü ilk gün gibi yaşıyorlardı ancak normâl olmayan tek kişiydi bu kadın, bazen tüm acıları hatırlıyordu ve anıları.

Hafıza, onun lanetiydi. Lanetleyen kişi ise ressam.

Bu yüzden ölmek istiyordu zaten, aşık olduğu adamın her gün onu unutmasını izlemek yeterince kötüyken bir de kötülüklerine şahit olduğu insanların birbirlerine olan meleksi davranışları midesini bulandırıyordu.

Ki ölecekti de, fırçayı, bir deyişle kaderi elinde tutan kadın onun ölümünü tıpkı adamın elindeki çiçekler gibi güzel papatyalarla süsleyecekti. Adamın acısı kısa sürecekti, ertesi gün unutacaktı cesedi.

Yaşamaya devam edecekti.

En az çizdiği kadın kadar yalnız hissediyordu ve belki başka bir yerde başka bir zamanda onunla aynı kelimeleri kullanıp yalnızlıktan bahseden biri, birileri vardı ancak rastlayamamıştı onlara. Keşke karşılaşsaydık, keşke tanısaydık birbirimizi... diye düşündü.

İkinci bir kağıt aldı, çizeceği şeyi kafasında çoktan hayal etmişti, ölü bir kadının etrafını saran yüzlerce çiçek ve onu uzaktan izleyen küçük bir çocuktu gözünde canlanan... Adamı üzmek istemiyordu ama çocuk zaten üzülecekti çünkü tıpkı kadın gibi o da unutamıyordu.

Denedi ancak elleri hareket etmedi, fırçaya ve önünde, ona gülerek ve aşağılayarak bakan beyazlığa baktı.

Birden tüm renkler gitmişti sanki, tıpkı cümleler gibi. Ne olmuştu onlara, hani sokaktaki üç insan hakkında söyleyecek milyonlarca cümlesi vardı?

Fısıldadı ve sesini yuttu fısıltıların efendisi, saat o kadar da geç değildi ancak birden geceyi hissetti, sadece resim ve o vardı ve beyazlığın içine tıkılıp kalmıştı.

"Neden bütün renkler terk etti beni?"

Cevap yoktu, sesi boşlukta yankılandı.

"Ah doğru ya, ben ittim onları."

Güldü, aptallıklarını düşünmemeye çalışıyordu. Aynı gece tabloya misafir oldu, adamla sevişti ve çocuğu öptü. Kadın... Kadın hayal kırıklığından başka bir şey değildi.

Hepsine veda etti ve büyüdü, kayıpların üzerinde yükselmişti ve şimdi kırık kanatlarla uçurumdan atlayacak kadar inanıyordu.

Yetişmesi gereken bir ölüm, kaçması gereken bir hayat vardı.

Ressam öldü, lanetli bi çocuk her şeyi hatırlayarak doğdu ve ölmek istedi. Hatta daha da fazlası, onu hatırlayan herkes ölsün istedi. İntihar etmeden önce onu hatırlayan herkesi öldürmeye karar verdi ve işe en uzaktakinden başladı.

Kendinden.

bu yazı, milyonlarca nefret cümlesi'nden. o hikâyeye de bekleniyorsunuz

Eski Dünya Yadigârı: "Avcı"Where stories live. Discover now