kavanozdaki yaşamların sahibi

59 8 2
                                    

Pespembe bir gezegende, refah içinde yaşayan insanların arasında, normâl görünen eskici dükkânlarının birinde hiç de normâl olmayan biri vardı. Koleksiyoncu.

Avcıyla tanışana kadar herhangi bir cismi olmayan koleksiyoncu, bildiği diyarları gezip bulduğu en değerli şeyleri kavanozlara hapsediyor, ardında bıraktıklarını lanetleyip kendi dünyasına geri dönüyordu.

Tanrılarla pazarlıklar içindeydi, insanlara olan ilgisini çoktan kaybetmişti. Küçük dükkânındaki tahta raflarında değerli insan hayatları, bir çukurun güneş ışığı, canlıların sesleri ile birtakım hisleri ve daha değişik bir sürü, sayısız şeyle dolu kavanozlar vardı.

Avcı da uğramıştı buraya, koleksiyoncudan içinde kahkahalar olan bir kavanoz almış ve karşılığında da avladığı bir hayatı vermişti. Böylelikle koleksiyoncu cisme kavuşmuş, diğer canlılara biraz da olsa benzemişti.

Artık sarı bir teni, beline kadar gelen beyaz saçları, daracık alnının hemen altında yer alan kocaman siyah gözleri vardı. Avcı bu hayatı geçmişteki insanların birinden çalmıştı, rahatsız edici bir görüntüydü ama koleksiyoncu seçim yapacak durumda değildi çünkü her an av olma tehlikesi vardı.

Avcı canını bağışladığı için kendini şanslı sayıyorken bir de bedeni olmuştu, daha ne isterdi ki? Avcının, yanından ayrılmasından yıllar sonra kapısını görmeyi beklediği biri çaldı.

Kaybolan sesini arayan bir adam.

Çektiği acıyla birlikte yaşlanmış ve uzun bir yoldan gelmiş olan adam kararlıydı, sesini geri istiyordu. Laneti de koleksiyoncuyu da yenmek istiyordu.

Çukurda, herkes gibi sesi olmadan doğduğu zaman annesinin ölümüne üç sene vardı, babasının ölümünün üstünden ise bir ay geçmişti. Annesi ölüp bir başına kaldığında bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başlamıştı. Diğerlerine göre erkendi ve cesaretini yanına alarak yollada düşmüş ve insan başına bulmuştu koleksiyoncuyu.

Şimdi yorgundu, kafasının içinde duyduğu sesin sahibiydi koleksiyoncu ve daha dükkânına girerken biliyordu kimin geldiğini.

"Katran sesli adam!"

Sırtında siyah kumaştan elbise vardı dükkâna girdiğinde, ayaklarında ahşaptan ayakkabılar ve elinde baston niyetine tuttuğu dal parçası. Şaşırdı koleksiyoncunun ona seslenmesine, daha önce duymamıştı böyle bir sıfatı.

Sesi bile yokken nasıl olur da ona katran sesli derdi? Dalga geçiyor olmalıydı.

Koleksiyoncu, karanlıktan adamın görebileceği bir yere doğru yürüdü. Bakışları kesişti, biri düşmanını diğeri de eğlencesini inceliyordu.

Adamdan iki karış daha uzundu koleksiyoncu, hastalıklı bir rengi vardı ve korkutucu görünüyordu ama adam bunca yolu sesini geri almak için gelmişti, dış görünüş onu geri döndürmeyecekti.

Meydan okurcasına baktı koleksiyoncuya, istediğini almak için ne yapacağını bilmiyordu hatta nasıl alacağını da ama buna gerek yoktu. Yaşlı kadın zaten biliyordu ne istediğini.

"Sesin için geldin ama bende değil. Çoktan birine verdim onu, sesini ve tüm çukuru."

Bu doğruydu, denizin altında yaşayan ama buna rağmen konuşmak isteyen birine vermişti sakladığı sesleri, arada sırada yankıları geliyordu o kadar. Zaten alan denizdeki efendi de fısıltıları topluyordu.

"Sesinin yankısı elimde ama, katrana benziyor ki bu daha önce olmamıştı. İstersen sana yankıyı vereyim, buradan alabileceğin başka bir şey olmayacak."

Son cümlesini söylerken duvardaki rafları işaret etmişti.

Adam gözlerini işaret edilen yere çevirdi ancak büyülenmişti ve bakmak yetmeyecekti, ayakları onu kavanozlara yaklaştırdı. Raflarda çeşit çeşit cam vardı ve içlerinde de normal olamayacak parçalar.

Bir karınca ve sallanan sandalye.

Hemen yanındaki fanusta yağmurlu bir gökyüzü vardı ve en tepede ağlayan bir çift göz. Bağlantıyı kurması zor olmadı.

Kırmızı ninniler ve şiirler. Küçük kar küresinin içindeki bir kedi şiir okuyordu. Biraz daha yaklaşsa duyacaktı söylediklerini.

Masallar ile müzikler.

Kağıttaki yanlızlıkla savaşmaya çalışan hayalî bir karakter, kıvırcık şaçlıydı.*

Güneş, küçük insanların yaşadığı yine küçük bir gezegen.

Yıldızlar.

En sonuncusu dikkatini en çok çeken oldu, siyahının içinde parlayan ateş toplarına uzun uzun baktı ve incitmekten korkarak parmağını uzattı ve dokundu, kavanoz cayır cayır yanıyordu.

Kaşlarını çatarak refleksle elini geri çekti, aklında yüzlerce soru cevaplanmayı bekliyordu.

"Onlar benim yıldızlarım, günü geldiğinde kendi ejderhalarım olacaklar ve buradan uçup gideceğim."

Arkasını dönerek kafası daha da karışmış hâlde baktı koleksiyoncuya, gülümseyerek anlatıyordu tüm bu tuhaflıkları.

"Her yıldız bir ejderhadır ve yıldızlara sahip olmak daha önce kimsenin aklına gelmedi, ilkim ben, onlar benimdir."

Adamın gözlerinden birer damla yaş düştü, her şey çok güzeldi ama hayal kırıklığına uğramıştı.

Koleksiyoncu çekmeceleri karıştırıp elinde mantar tıpalı bir şişe çıkarttı, minicikti öyle ki adam içinin boş olduğunu sandı. Hiçbir şey sığmazdı ki ona! Kadının cümleleriyle anlam kazandı minik şişe.

"İşte senin ve tüm halkının seslerinin yankıları şişede, al bunu ve yürü ikinci yıldızdan sağa dön ve uyayana kadar yürü. Uyandığında kendi sesinin yankısına sahip olacaksın."

Can havliyle sarıldı o koca eldeki küçük şişeye, kanından canından daha çok değer verecekti ona ve işler umduğu gibi giderse en azından kendi sesini duyacak ve bir kelime söyleyecekti.

Koleksiyoncuya veda etmeden çıktı, nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu, yıldızı nereden bulacaktı nasıl yürüyecekti? Kendini hiç olmadığı kadar dinç hissediyordu yolculuğuna başlarken acıyı bilmediğini fark etti ya da öfkeyi, insanların hissettiği hiçbir şeyi... Ama duyuyordu, güneşin doğuşundaki müziği duyuyordu!

*Yalnızlığınla Nasıl Savaşıyorsun hikâyesinin bir parçası, ona da bakmanızı tavsiye ederim!

*Yalnızlığınla Nasıl Savaşıyorsun hikâyesinin bir parçası, ona da bakmanızı tavsiye ederim!

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Eski Dünya Yadigârı: "Avcı"Where stories live. Discover now