5. Bölüm

2.6K 89 5
                                    

~5. Bölüm~

Bazen hayat o kadar ilginç oluyordu ki şaşırmamak sanki elde değildi. Yıllardır çalıştığım barın sahibini tanımamama rağmen ona çok şey borçluydum ve minnettardım. Beni bu işe almamış olsaydı sokaklarda insanlardan zorla para almaya çalışan bir dilenci veya bir fahişe olacaktım. Hayatım belki üst düzey bir konforda geçmiyor olabilirdi. Ama nihayetinde bir işe ve eve sahiptim. Karnımı yeteri kadar doyurabiliyor ve yeteri kadar dinlenebiliyordum.

Patronum bana bu imkanları sağlayarak benim hayatımı kurtarmıştı. O adamla karşılaşmak ve elini ayağını öpmek istiyordum.

Bir an için belki de ölmüştür diye düşündüm. Ortalıkta hiç gözükmüyordu ve kimse de ondan bahsetmiyordu. Sadece adını biliyordum.

Ama -eğer ölmemişse- nasıl biri olduğu aklımda canlanıyordu.

Poyraz Devran. Kırk beş yaşlarında, saçları siyah ama aralarına beyazlar karışmış, uzun boylu ve iri yapılı, tahminen iki çocuğu var ama onlarla görüşmüyor, karısıyla da uzun zaman önce boşanmış, bir sürü adamı var, muhtemelen onlarca mekanı var ve her biri için ayrı kişiler görevlendirmiş, dışarıdan çok sert bir mafya babası gibi gözükse de aslında pamuk gibi yumuşacık; cam gibi kırılgan. Çoğu insan ona yaklaşmaya korkuyor ama o içten içe insanlardan sevgi bekliyor. İstediği sevgiyi alamayınca hırçınlaşıyor ve pis işlere bulaşıyor.

"Hey! Kime diyorum?"

Tanımadığım patronumu hayal etmeyi bırakıp muhtemelen birkaç dakikadır bana seslenen Mert'e kulak verdim.

"Ne oldu?"

Omzunu silkerek cevap verdi. "Bir şey olduğu yok. Daldın gittin."

Onu takmayarak önümdeki içki şişelerini raflara yerleştirmeye devam ettim.

Bir an aklıma bay ukala gelince gitmiş olabileceğini düşündüm. Bana veda etmeden gitmesi içimde bir yerlerde kırgınlık yaratırken mantığım bunun çok saçma olduğunu vurguluyordu. Aramızda bir ilişki yoktu. Arkadaş değildik, sevgili hiç değildik, iş arkadaşı olmadığımız da belli olduğuna göre biz tam anlamıyla hiç bir şeydik. Bu yüzden bana veda etmeden gitmesini pek de garip karşılamamalıydım. Ama içimdeki kırılmış kadından bir türlü kurtulamıyordum. Benden onun oturduğu masaya gidip hala orada olup olmadığını kontrol etmemi istiyordu.

Bunu yapmama hiç gerek olmadığını hatta tam tersi çok gereksiz olduğunu bilmeme rağmen kendimi o masaya doğru giderken buldum. Hala vazgeçip işime geri dönebilme şansım vardı fakat ayaklarım da içimdeki kadına uymuş bir şekilde beni yönlendiriyordu.

Bir adım daha attığımda artık masayı görebiliyordum. Oradaydı. Gitmemişti. Az önce kırgın olan kadın içimde sevinç nidaları atıyordu. Ancak ben bu konuda o kadar profosyoneldim ki içimdeki büyük mutluluğu dışarı vurmamayı başarabiliyordum.

İhtiyacım olan şeyi gördüğüme göre artık işime geri dönebilirdim. Ama artık çok geçti. Barın karanlığında bile çok net belli olan kapkara gözlerini çoktan benim mavilerime kenetlemişti bile. Gözlerimi o karanlıktan çekip gitmek yerine bana gülümseyerek bakan kişiye doğru yürümeye başladım.

Yanına ulaştığımda gözlerini hala benden çekmemişti. Kırmızı deri koltuğa oturmak yerine ayakta dikilerek bir şeyler demesini bekledim. Ama hiç bir şey demiyordu. Zaten mantık olarak bir şey demesi de gerekmiyordu. Ben onun yanına gelmiştim ve benim bir konu açmam lazımdı. "Gidip gitmediğine bakmak için gelmiştim" diyemezdim ya. Ben de işimi kullandım.

Bitirimiş olduğu bardağı işaret ederek "Yenisini ister misin?" diye sordum.

Gözlerini benden nihayet ayırarak sanki ilk kez görmüşçesine önündeki bardağa baktı. Yeni bir şeyin farkına varırmış gibi kafasını salladı.

Benim Olsan?Where stories live. Discover now