Öğlenciler ve sabahçılar merdivenlere akın ettiği için, etraf sabaha göre dört kat daha kalabalıktı ve biraz daha itip, tepiş olursa imdat diye bağıracaktım. İtişe kakışa merdivenlerden indikten sonra, teyzemin ördüğü beyaz hırkayı biraz daha gevşereterek hızlı adımlarla çıkış kapısına doğru ilerledim bu okul günü de sorunsz bir şekilde bitti çok şükür!

***

Alışah'ın özenle yetiştirdiği ve çocuğu gibi ilgi gösterdiği kıp kırmızı elmadan bir ısırık daha aldım ve Egemen'in yanağına sulu bir öpücük kondurdum. Egemen, tiksinti ile yanağını temizlemeye çalışırken istemsiz olarak gülümsedim ve tahta kapıyı aralayarak sağ bacağımla Egemen'in minik vücudunu odamdan dışarıya ittim.

Bahar'ın gidişi ile Zana'yla aramızda pir sevgi pıtırcıklanması doğmuştu. Fakat dört yaşındaki cengaver bebek bir türlü durdurak bilmiyordu. Zana ne kadar anne olma kavramını öğrenmemişsede, Egemen onu çağırdığında hemen ayaklanıyor ve yaklaşık olarak yarım saat sonra geri geliyordu. Ee, doğal olarak benimde anlatışım kaçıyordu.

Newyork'tan gidememe ihtimalimize karşı dedem bana birkaç tane test kitabı almıştı. Boş zamanlarımda birkaç tane soru çözüp, ardından doğru olup olmadığını kontrol ediyordum ve geri kitaplığıma yerleştiriyordum. Buradan gidecektik. Kalma ihtimalimiz gibi ufak bir ihtimalde olmayacaktı!

Egemen sayesinde Zana'yıda kapı dışarı ederek, çalışma masama oturdum ve ahşap kitaplıktaki coğrafya test kitabını isteksiz biçimde elime aldım. Yapacak başka bir şey yoktu. Bella'yı veya diğer arkadaşlarımı aramak konusunda hala cesaretsizdim ve günü düşündükçe kalbim ağrıyordu. Hazır değildim. Pekala, yaptığım şey aptalca olabilirdi fakat yaşamadan kimse bilemezdi.

On beş dakika sonra mayışmış bir şekilde test kitabını, kitaplığa özenle yerleştirdim ve sandalyeden doğrulmak için bir hareket yaptım. On beş dakika bana bir ömür gibi gelmişti. Az daha test kitabının üzerine kusacaktım. Yaklaşık olarak yirmi yedi soru çözmüştüm ve 19 doğrum, 3 tane boşum olmak üzere 5 tane yanlışım vardı. Fena değildi.

Merdivenlerden aşağı indiğimde büyük salonda ananem ve annem koyu bir sohbet içerisindeydiler. Diplerine kadar ulaştığım halde beni fark etmemişlerdi. Küçük bir öksürüş ile boğazımı temizlediğimde ikiside bakışlarını benim bulunduğum tarafa yöneltmişti.

"Bahar Abladan bir haber var mı?" Annem başını, sağa - sola çevirdiğinde derin bir iç çektim.

"Bulabilir miyiz?"

"İnşallah bulamayız." Bunu söyleyen ananemdi ve sesi oldukça samimi çıkıyordu.

"Neden?"

"Çünkü onu öldürecekler." Zana'nın ağlamaklı tonda gelen sesini duyunca topuklarımın üzerinde döndüm ve hemen ona sarıldım.

"Şişt... Belki affedilir." Zana'nın ince vucudunu bıraktıktan sonra ananeme döndüm: "Olamaz mı?"

"Mümkünatı yok."

"Neden ki?"

"Töre böyle emrediyor." Annemin sesi sitem edercesine çıkıyordu fakat ananem sadece omuz kaldırarak salonu  yavaş adımlarla terk etti.

"Töre nedir?"

"Gelenek... Ahlaksal davranış..." Annem cümle kurmak istiyordu fakat başaramıyordu.  

"Aslında bakarsan..." Annem ellerini beline koyduktan sonra gözleriyle, konağı deldi geçti. "Lanet bir gelenek! Birkaç orospu çocuğu birleşmiş ve ortaya berbat kurallar koymuş. Yapmak zorundasın çünkü senden önceki ataların hepsini yapmış." Annemin küfür etmesine mi şaşırayım yoksa törenin ne olduğunu hala anlayamadığımamı.

"Küfür için özür dilerim."

"Sorun değil."

"Sen sakın küfür etme!" Annem derin bir nefes aldıktan sonra yanıma yaklaşarak iki elini omzuma koydu.

"Özür dilerim... Birkaç hafta içerisinde o kadar sık ve korkunç olaylar oldu ki dengem tamimiyle bozuldu. Sana karşı annelik görevini layıkı ile yerine getiremediğimin farkındayım fakat bu işler yoluna girer girmez Newyork'a döneceğiz adına sana söz veriyorum."

"Sorun değil anneciğim."

***

Çantamı kantindeki bir masanın üzerine fırlattıktan sonra derin bir nefes alarak düğüm olmuş saçlarımı açmak için büyük bir savaşa girdim. Egemen gece geç saatlerde ateşlendiği için bütün aile seferber ilan etmiştik. Pardon... Etmek zorunda kalmıştık. Çünkü Egemen'in cırtlak sesi kimseyi uyutmuyordu.

Çok fazla geç kalktığım için sandalyenin üzerinde duran ütüsüz ve birazcık kirlenmiş olan okul kıyfetlerimi hemencicik üzerime geçirdim ve dünden kalan çantamı sırtıma alarak, Aslışah'ın arabası ile jet hızıyla okula gelmiştim. Bunların ötesinde gelirken aynaya bakmak veya yüzümü yıkamak aklımın ucundan geçmediği gibi, dikiz aynasında kendimi gördüğüm anda büyük bir cığlık kopartmıştım. Normal insanlar ilk iki dersi kaçırdığı için okula gitmez, değil mi? Fakat ananem ve teyzelerimin çabası ile beni bu orman kaçkını halimle okula zorla gönderdiler. Şimdi ise kantinin giriş aynasından saçımda oluşan bu lanet düğümü çözmeye çalışıyordum.

"Kavga mı ettin?" Sesi, başta tanımakta zorluk çeksemde sonradan anımsadım ve suratıma sahte bir gülümseme takınarak arkamı döndüm.

"Hayır... Geç kaldım."

"Hayata mı?" İstemsiz olarak gülümsediğimde oda gülümsemişti. Elindeki suyu ve kahveyi masanın üzerine bıraktıktan sonra yavaşça bana doğru yürüdü ve elleriyle saçımla bir bütün olan ellerimi ayırdı.

"Bana bırak." Klasik erkekler. Güç gösterisi. Normalde bırakmazdım fakat kolum ağrımaya başladığı için hemde ne yapacağını merak ettiğim için ellerimi serbest bıraktım. Saçımda karışmış olan tokayı eliyle yakaladıktan sonra cebinden kelebek modelinde bir bıçak çıkarttı ve saçlarıma götürdü. Refleks olarak geriye doğru bir adım attım fakat ne kadar güçlüyse beni ufacık parmaklarıyla durdurmuştu.

"Saçlarının kesilmesini istemiyorsan rahatla." Bıçak ile birkaç saniye oyalandıktan sonra nihayet bıçağı cebine soktu. Diğer elinde ikiye bölünmüş olan tokayı çöp kutusuna fırlattı ve toka direk içeriye girdi. Iıım.

Saçlarımı eliyle yavaş yavaş ayırmaya başladığında masanın üzerinde bulunan suyu hafifçe eline döktü ve saçlarımda gezdirdi. Kabarıklığının azaldığını aynadan görebiliyordum. Parmakları ile tarak görevini yerine getirirken hiç acımadığını fark ettim. Saçlarım sonunda omuzlarımın aşağısına indiğinde düğümün çözüldüğünü fark etmiştim.

"Teşekkür ederim."

"Benim için bir zevkti. Fakat kuru kuru teşekkür edilmiyor. Kahve teklifimi kabul edersen; ödeşiriz." Bu kibarlığı ve hafif maçoluğu karşısında nutkum tutulsada biran duraksadım ve bir adım geriye çekildim.

"Belki sonra." Diye geçiştirdiğimde çantamı elime alarak kantin kapısına ilerledim.

"Tekrar teşekkür ederim." Neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum fakat Beyazıt'ı sevdiğimi düşündüğüm için ona ve sevgime ihanet ediyormuşum gibi geliyordu. Rojhat saçlarıma dokunduğunda tüylerim kalkmıştı ve mayışmıştım ama Beyazıt'ın Alp ile ilgilendiğini an, Rojhat'a 2392329 basardı.

Üstelik, Rojhat benim daha koyunlu tenli bir erkek versiyonumdu. Yani... Tipim değildi çünkü ben kendimi beğenmiyordum. Bu yüzden, Rojhat'ı imkansızlar listesine ekledim. Bu listenin başlarını David Beckham ve oğulları oluşturuyordu. 

Aşiret TorunuWhere stories live. Discover now