AT - 15 -

3.3K 142 1
                                    

Sokağın yarısına geldiğimizde, çıplak ellerimi birbirine vurdurdum.

"Ne kadar şeker!" Kadının kucağındaki, köpeğe aşık oldum diye bilirim! Ben hayatımda bu kadar tatlı bir varlık görmedim. Ayıcığın minik halinden bile küçük... Ama o kadar tatlı ki! Ben bu hayvanı bırak sevmeyi, kucağıma almaya kıyamam. 

"Sen ne kadar şeker bir şeysin öyle?! Adı nedir?" Dedim, tüm sevecenliğimle. Kadın, yapmacık bir gülümseyiş sergiledi.

"Oren." 

"Oren! Hayatımda hiç böyle bir köpek görmedim ben. Cinsi ne?" Dedim, çabucak. Kadın, Oren'i yere koyduktan sonra, başını yavaşça okşadı.

"Boo. Çok nadir bulunuyorlar." Dedi, köpeği narince kucağıma aldım, başının üstünü, yanaklarını ve gövdesini öpücüklere boğdum. Başının bulunduğu taraflar süt kahverengisi, gövdesi ve ayakları bembeyaz! O kadar güzel ki.

"Her sokak başı en az on insan durduruyor. On dakikalık yolu yarım saat oldu, hala gidemedim." Dedi, kadın yakınarak. Gülümsedikten sonra, Oren'in başını son kez öpüp kadının kucağına doğru uzattım.

"Kusura bakmayın. Ama o kadar tatlı ki!" Dedim, gülümseyerek.

"Sorun değil, iyi günler." Dedi ve arkasını dönerek sokağın sonuna doğru o güzelim köpekle ilerlemeye başladı. Etrafıma baktığım da, ne Beyazıt'ı ne de Alp'i göremedim. Beyazıt pek sorun değildi, fakat Alp neredeydi?!

Topuklarımın üzerinden arkamı döndüğümde, biraz uzakta duran Beyazıt'ın kucağında, mışıl mışıl uyuyan Alp'i gördüğümde derin bir iç çektim. Yavaşça Beyazıt'a doğru ilerlemeye başladım.

"Neden o kadar uzağa gittin ki? Köpekten mi korktun yoksa?" Dedim, dişlerimi göstererek.

"Saçmalama. Köpeği görünce öyle bir çığlık attın ki, Alp uyanacak diye uzağa gitmek zorunda kaldım."

"Ama çok şekerdi." Dedim, alt dudağımı sarkıtarak.

"Orası öyle..." Dedi ve önüne döndü, ardından konuşmasına devam etti, "Fakat bu alt dudak sarkıtma olayını beceremiyorsun." Beyazıt, bana dil çıkardıktan sonra önden önden yavaşça yürümeye başladı. Lafını söyledi ve gitti. İyiymiş.

Yaklaşık beş dakika sonra konağın bulunduğu mahalleye gelmiştik ve Beyazıt'a göz ucuyla baktığımda, Alp'i taşımak için resmen bir savaşa girmişti. Yorulduğunu anladım ve yarım ağız gülümsedim.

"Sanırım sıra bende." Sanki bu lafımı beklercesine, Alp'i yavaşça kucağıma doğrulttu. Ne kadar da ağırmış!

"Teşekkür ederim." Dedim, gülümseyerek. Tam gitmek için bir hamle yapacaktım ki,

"Telefonun hala yok mu?" Dedi.

"Tamda bugün aldık." 

"Alabilir miyim?" Dedi, masumca... 

"Bilmem ki..." Dedim, kararsızlıkla. Ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Fakat biraz daha oyanalırsam kollarım kopacağı belliydi.

"Hadi ama... O gün verecektin, telefonun yoktu." Dedi, ısarla. Başımla onayladıktan sonra telefon numaramı söylemedim. Çünkü ezbere bilmiyordum!

"Telefon numaramı bilmiyorum." Dedim, sanki bu lafımı bekliyormuş gibi cebimde duran telefonumu aldı ve kendi numarasını yazmaya başladı. Ardından telefonu bana uzattı.

"Bu kadar." Dediğinde, keyifli görünüyordu. 

"Tekrar teşekkür ederim." Dedim ve bu sefer uyuşukluk yapmadan hızla konağa doğru ilerledim.

Mutfak, 21:41

Melis'in eline ekmekleri uzattıktan sonra, tezgahın üzerindeki bamya tabağına uzandım. Küçük dayım ve eniştem işten daha yeni geldikleri için akşam yemeğinde bizimle olamadılar. Ananem tekrar hepimiz yicekmişiz havasında, bir yemek donattı. İlginç.

Yemek bahçesinin, cam kapısını araladım ve tabağı masanın kenarına bıraktım. Masa tıpkı bir lokanta havasındaydı. Küçük küçük mezeler, içli köfte yoğur, ayran, şalgam ve benzeri küçük ziyafetlerle doluydu.

Alt tarafı iki kişi gelmemiş, bu özenli yemek hazırlığı neden? Küçük dayım, başı önde içeriye doğru yavaş adımlarla girdi. Başını yavaşça kaldırdığında beni gördü ve başını bu sefer hızlı bir şekilde geri eğdi.

"İyi akşamlar, Maria."

"İyi akşamlar, dayıcığım. Afiyet olsun."

"Sağ ol, bacım. Ellerin dert görmesin." Ben bahçe kapısından dışarıya çıkasıya dek, başı önde ve bir kenarda bekledi dayım. Bir türlü anlam verememiştim...

Mutfağa tekrar girdiğimde, teyzem yazmasının tülbentlerini düzeltmekle meşguldü.

"Kolay gelsin, teyzeciğim."

"Spas dikim, birazêm." Kürtçe bilmiyorum teyzeciğim. Ben seninle ingilizce konuşuyor muyum yahu? Anlamsız bir surat ifadesiyle, teyzeme doğru bakıyordum. O bana bakmayınca, pes edip önüme döndüm ve tahta dolaptan bir bardak çıkardım.

Buz dolabın kapısını aralayıp, buz gibi bir su çıkartıp, bardağa doldurdum ve yere eğilip, üç yudumda bitirdim. Neden bilmiyorum fakat ananem beni birkaç kez böyle yapmam için uyarmıştı.

Hayat suda!

Aşiret TorunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin