Sabah kalktığımda, kahvaltılık bir şeyler almak için yemekhaneye indiğimde, aldığım şeyleri yukarı çıkarırken, Mert'le birlikte kahvaltı yaparken, hatta konuşurken bile aklımda bilinmeyen vardı. İyi mi yoksa kötü mü yapıyorum sorusu kafamı deli gibi kurcalıyor, dalıp gitmeme sebep oluyordu. Sarışın'da bunun farkında olacak ki, konuşmayı bırakmış, sessiz sessiz telefonuyla uğraşmaya başlamıştı.
Heyecanlıydım... Tamam, sadece aklımı kurcalıyor demiştim, hâlâ aynısını diyorum, ama bir yandan da merak ediyordum, kimdi böyle güzel seven? Belki, bir ihtimal, sevgili olsak güzel olur muydu? Bugüne kadar pek sevgilim olduğu söylenemezdi, gerek dersler yüzünden, gerekse sevmediğim kişilerle çıkmanın aptallık olduğunu düşündüğümden. Eğer birisiyle çıkacaksam; sevdiğim, değer verdiğim için çıkardım, eğlenme amacıyla ya da hava atmak amacıyla değil. Şimdi beni seven biriyle birlikte olsam, zamanla ben de sever miydim onu?
Gün yavaşça kendini karanlığa boyarken, benim stres de orantılı olarak artıyordu. Stresli durumlarda sağ bacağımı titretme huyum yine ortaya çıkmış, Mert'in dakika başı bacağıma vurmasına sebep oluyordu.
Daldığım düşünceler denizinde boğulmama ramak kala, Sarışın'ın "Burak?" demesiyle ona doğru dönmüştüm.
" Karadeniz'de gemilerin mi battı yavrum, ne düşünüyorsun kara kara?"
" Kafamda bin tilki, her tilki farklı bir şey söylüyor ve hepsi de mantıklı Sarışın'ım. Karadeniz'de gemilerim batmadı ama, yakında az daha düşünürsem keçileri kaçıracağım."
" O zaman oyalanma boş boş, hazırlan git bir an önce."
Dolaba doğru yürüyüp siyahlı kırmızılı bir kaç giysi seçtikten sonra giyinmeye başlamıştım. Haklıydı, her zamanki gibi.
***
Yakamoz Gençlik Parkı'ndaydım. Kapıyı gören bir banka oturmuş, soğuk hava sağolsun yerimde büzüşmüş bir şekilde gelen gidene bakıyordum. Yaz aylarında cıvıl cıvıl olan bu park, soğuk havanın etkisiyle bir kaç kişiye ev sahipliği yapıyordu sadece. Kapıdan giren Ali'yi görünce kaşlarım çatıldı, bu havada ne işi vardı len bunun burda? "Ali!" diye bağırdım, ağzımdan havaya beyaz bulutlar yükselirken. Beni görünce yanıma doğru adımladı. Banka oturduğunda başımı çevirerek endişeye bulanmış yüzüne baktım.
"Napıyorsun burada bu soğukta, Allah'ın akıllısı?"
Durdu. Derin bir nefes alıp alt dudağını dişlerinin arasına alınca, ciddi bir meseleyle karşı karşıya kaldığımı anlamış oldum.
Soru sorar bir tonda "Ali?" diye tekrarlamamla, kapalı gözleri açılıp üzerime dikildi.
"Söyleyeceğim, ama aramızda kalacak, anlaştık mı?"
"Bizimkiler bilmiyor mu?"
"Hayır, kimseye söylemedim henüz."
"Anlaşıldı, dökül bakalım, n'oluyor?"
Tekrar alınan derin bir nefes... Ağzından dökülen cümlelerden sonra, keşke ben de alsaydım dedirten bir nefes...
" Ben aşık oldum. Hatta aşık olduğum kişiye de bilinmeyenden yazdım, bugün burada buluşmaya karar verdik. Korkuyorum Burak, ya beni reddederse? Homofobik değil, ama şimdiye kadar hiçbir erkekle de görmedim onu, ya sevgim yetmezse?"
Dondum. Şok olmuş bir yüzle Ali'ye bakarken aklım bomboştu.
Siktir, dedi içimde bir yerlerde birisi. Sanki bir komut bekliyorlarmış gibi, beynimde bir gürültü başladı, her yerden yükselen 'Siktir' sesleriyle birlikte. En sonunda dolup taşan bedenim dayanamadı daha fazla, ağzımdan sesli bir "HASSİKTİR!" fırladı ben onu tutamadan.
Ne yani, bilinmeyen Ali miydi?
Hadi len ordan.
Sakinim...
Evet, derin bir nefes al, ver. Tekrar al, ver.
Ali bana uzaylı görmüş masum köylü misali bakarken, kendi kendimi sakinleştirme çabası içerisindeydim. Beni seven Ali'ye eğer...
Ne halt yiyecektim lan ben?En sonunda aklımı yitirmiş hallerime daha fazla dayanamayan Ali, "Burak, noluyor abicim?" diyerek gözlerini bana dikmişti.
Allah'ım, sen aklıma mukayyet ol, şu işin içinden kazasız belasız çıkayım. Amin.
Konuya yavaş yavaş girsem daha iyi olacaktı galiba, hem kendime hem Ali'ye kalp krizi geçirtmek istemiyordum.
" Çiçek çocuk sen misin?"
İstiyor da olabilirdim tabi, zaten tahtalıköyü hep merak etmiştim, bir koşu uğrar gelirdim.
Ve gözleriyle ağzı eş zamanlı olarak açılan Ali'ye bakılırsa amacıma ulaşmak üzereydim. Bekle bizi öteki taraf, biz geliyoruz!
"Sen... Sen nereden biliyorsun bunu? Burak mı söyledi? Siz yakın mısınız ki, sessiz sedasız okula gelip gidiyor Burak? Seninle hiç görmedim bile? Yoksa ben olduğumu anladı sana mı söy-"
Kaşlarım çatılma oranını yetersiz bulmuş olacak ki, daha da fazla çatılırken Ali'nin sözünü kestim.
" Hangi Burak'tan bahsediyorsun Ali?"
Durdu. Konuşmaya başladığından beri etrafta gezinen gözlerini bana sabitledi. Gözbebeklerine kadar titrerken, ağzından "Burak Kurt..." kelimeleri döküldü kısık bir sesle.
Burak Kurt... Bizim sınıftaki çocuktan bahsediyordu. Genellikle etliye sütlüye karışmayan, dersten derse giren birisiydi.
Kafamdaki çarklar son hız çalışırken bulunan sonuçlardan birisi, beynime oldukça mantıklı gelmiş olacak ki, ağzımdan çıktı yavaşça.
"Ali, yanlış numaraya mesaj atmış olabilir misin kardeşim?"
"Ne?"
Telefonumu çıkarıp mesajları Ali'ye gösterdim teker teker.
"Ama- ama sizin sınıftaki birisinden aldım numarayı, karışmasının imkânı yok ki?"
" İsimlerimiz aynı Ali, soyadlarımızda da çok ufak bir değişiklik var. Benim ki Akkurt, onun ki Kurt. Veren kişi karıştırmış olmalı, niye bana sormadın ki? Hem kaydederken çıkmadı mı telefonunda, 'Bu numara kayıtlıdır.' diye?
"Sen sebebini sorarsın diye sormak istemedim. Eski telefonumdan yazıyordum mesajları, yeni hat almıştım, kimse kayıtlı değildi ki. Allah aşkına, insan bir profil resmi koyar, niye boş ki zaten profilin?"
Ali en sonunda dayanamamış olacak ki, direklerini dizlerine yaslayıp, başını ellerinin arasına aldı. " Ne yani, bunca zaman sana mı mesaj attım?" derken, sesinde hayal kırıklığı vardı.
Derin bir nefes alıp arkama yaslanırken Ali'ye biraz zaman gerektiğinin farkındaydım.
Zaman her şeyin ilacı diyenler, umarım yanılmıyorsunuzdur.
Bir-iki bölüm önce " Pır pır ederken canlandı, ellerin bomboş kaldı." ninnisiydi ipucu... Bilinmeyenimiz Burak'ın hayatından çıktı, hayırlısı bakalım.
Ali-Burak shipperler, hangi Burak olduğu farketmez di mi? :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNCOGNİTA
Short StoryBir adet Sarışın, bir adet Karaşın, biraz çiçek ve tam gece yarısı atılan mesajlar...