İkinci kez uyandığımda bu sefer o kadar da soğuk değildi. Sonbahar güneşi odaya girerken yorganı üzerimden atıp Sehun'un dün gece çıkarıp sandalyeye attığı gömleği üstüme giydim. Her gün duş alacak kadar temiz biri değildim. Her gün yeni kıyafet giyecek kadar kıyafetim de yoktu. Ama Sehun sürekli yıkandığı ve her gün farklı kıyafet giydiği için onun giyip çıkardığı şeyi giymekte hiçbir sakınca görmüyordum. Üstelik Sehun kokuyordu. Çocukluk arkadaşım, ailem ve aşkım... Her şeyim olan Oh Sehun gibi kokuyordu.

Aynada kendime bakıp çocuk gibi gülümsedim ve ayaklarımı sevinçle yere vurdum. Sehun'un kıyafetlerini çok seviyordum. Diğer insanların çok büyük diye yorum yapması umrumda bile değildi. Oh Sehun'un kıyafetleri en çok benim üzerimde güzel görünüyordu. Gömleğe sıkıca sarılıp lavaboya girdim. Aynaya bakıp aptal aptal sırıtarak işlerimi hallettim. Dişlerimi fırçalarken Sehun'un diş fırçasına bakınca yeniden yerimde tepindim. Birlikte üniversite okumak harikaydı. Aynı odayı paylaşmak harikanın da ötesindeydi.

Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Her gün mutlu olmak ve her güne mutlu uyanmaktan bahsediyorum. İşte bu tam olarak Sehun'la aynı odada kalmaktan ve onu her gün görmekten kaynaklanıyordu. Altıma da bir şeyler giydim ve çantamı alıp odadan çıktım.

"Sonunda gelebildin güzellik." Yurdun dışına çıktığımda beni karşılayan kişiye gülümseyerek adımlarımı ona doğru hızlandırdım.

"Beni mi bekliyordun?"

"Odadan erken çıkmışım ben de seni bekleyeyim dedim." Birlikte yürüyerek fakülteye doğru ilerledik.

"Ya yurtta olmasaydım? Beni boşuna beklemiş olacaktın." Soruma karşılık dirseğiyle koluma vurdu hafifçe.

"Luhan seni sadece iki aydır tanıyorum ama şunu çok iyi biliyorum ki asla erken çıkmazsın sen odandan."

"Tamam, haklısın." Onun yaptığı gibi dirseğimle Jongin'in koluna vurdum. "Ve sanırım geç kalıyoruz."

"Koşsak iyi olur." Jongin'le aynı anda koşmaya başladık. Koşmaktan artık nefret etsem de beni nefes nefese bıraksa da mutluydum. Sabah uyanır uyanmaz Sehun'u görünüyor, iki aydır tanısam da okuldaki en yakın arkadaşımla birlikte derse koşturuyor ve hep istediğim bölümü okuyordum. Mutlu olmamak için elimde hiçbir neden yoktu.

"Yetiştik." Nefes nefese derslikten içeri girdik ve arkalardaki boş yere oturduk. Yarım dakikanın ardından profesör geldi ve daha ben soluklanırken ders anlatmaya başladı bile. Defterimi çıkartıp yazdıklarını not almaya başladım. Bugün en sevdiğim günlerden biriydi çünkü sadece iki saatlik dersim vardı. Sonrasında özgürdüm ve daha güzeli, Sehun'un dersi 12'de bitiyordu ve bir daha dersi yoktu. Belki bir yere giderdik. Ona bana dışarda yemek ısmarlamasını teklif edecektim.

"Ders bitmiştir!" Yaşlı adamın sesiyle bütün sınıf hemen hemen aynı anda defterlerini kapattı. Jongin'le eşyalarımızı çantamıza yerleştirip ayağa kalktık.

"Yemeğe gidelim mi?" Jongin'in sorusu karşısında başımı iki yana salladım.

"Ben Sehun'la yiyeceğim."

"Yine mi Sehun'la yiyeceksin? Benimle neden hiç ilgilenmiyorsun?" Başımı kolunun altına alarak beni derslik boyunca sürükledi.

"Jongin bırak beni boynum acıyor."

"Bırakmayacağım. Bu beni ekmenin cezası."

"Teknik olarak ekmiş sayılmam. Sehun'a önceden sözüm vardı." Ona karşı koymayı bırakıp kolumu beline doladım ve iki büklüm koridorda yürüdüm. Jongin arada kolunun altındaki saçlarımı çekiştirip bana koridorda çığlık attırıyordu. (Yok canım ne diye kaihan moment yazcam)

The SeditionМесто, где живут истории. Откройте их для себя