1.0 • teddy bear

Start from the beginning
                                    

"Ariadne?"

"Buldum," diye neşeyle söylenerek çıktığında, elinde bir oyuncak ayı beklemiyordum.

Yüzüne öylece bakakalmamı hiç umursamadan elindeki ayıcığa sarıldı. Ayının bir kulağı kopmuştu ve gözlerinden biri garip bakıyordu ama Ariadne bunların hiç birini fark etmiş, ya da fark ettiyse bile umursamış gibi görünmüyordu.

"Bu muydu yani?" Ağzımdan kaçırdığım cümleyi söylediğime anında pişman olurken, Ariadne biraz önce o ayıcığı bulduğu için mutluluktan yaşların dolduğu gözlerini bana çevirdi.

O, o ayıya bu kadar değer veriyorsa benim onun verdiği sorgulamaya hiç ama hiç hakkım yoktu. Ama çenemi tutamamıştım.

"Evet," dedi kısık bir sesle. "Neden ki?" Duraksadım. Karşıma bir anda her şeyden habersiz olan, küçücük bir çocuk masumluğundaki kız gelmişti.

"Hiç," dedim onu kırabilecek, ya da sinirlendirebilecek olabilmenin telaşıyla. "Hiç bir şey, sadece, şaşırdım."

Kaşlarını kaldırdı. "Nasıl bir şey olsa şaşırmazdın?"

Düşünmeden konuşan ağzımı sikeyim.

"Ariad-" Sözümü kesti ve ayıyı tuttuğu elini bana doğru uzatarak konuşmaya başladı. "Ne tür bir dünyada, ne çeşit boş kalplerle yaşıyorsunuz bilmiyorum ama benim geldiğim yerde böyle değildi. Küçük şeylerle mutlu olurduk ve küçük şeyleri severdik. Buraya gelmek ve ailemden ayrılmak kesinlikle bilerek yaptığım bir şey değildi ve gerçekten bana yardımcı olabilecek olduğunu düşündüğüm kişi..."

Durdu ve derin bir nefes aldı. Kıpkırmızı kesilmişti ve göğsü hızla inip kalkıyordu. Öyle çok sinirlenmişti ki, devam etti.

"Sana inanamıyorum bile! Değer verebileceğin onca güzel şeyler varken diğerleri gibi paraya, içkiye ve diğer saçma sapan şeylere değer veriyorsun. Hiç bir çiçeğe değer vermeyi düşündün mü? Senin için açacak bir çiçek sana büyüleyici geldi mi hiç? Gelmedi, değil mi? Müziği de bıraktın, artık kitap da okumuyorsun. Sahi, ne yapıyorsun ki sen?" Dedikleri aklıma tek tek kazınırken, orada dikilmeyi bıraktım ve seri bir şekilde attığım bir kaç adımla yanına gidip onu sıkıca kollarımın arasına aldım.

Hemen yanında durduğumuz kaldırıma oturdum ve kafasını boynumun girintisine sokup orada bir iki sessiz iç çekişini dinledim.

Şu an hiç bir şey önemli değildi. Para veya herhangi bir şey. Dünyanın sonu iki dakika sonra gelecek olsa, onu asla bırakmazdım. Önemli olan tek şey, o ve onun ağlıyor oluşuydu. Küçücük kalan bedenini kollarıma bıraktı ve gözyaşlarını serbest bırakıp ağlamaya başladı.

Elinde ayısı, kollarımın arasında ne kadar süre ağladı bilmiyordum. En sonunda, burnunu çekti ve yaşlardan dolayı pasparlak gözüken gözlerini kaldırarak bana baktı. "Bana yardım edecek misin?"

Öyle güzeldi ki... hem içi güzeldi, hem dışı güzeldi. Kusursuzdu.

Bu dünya için fazla masum ve fazla iyimserdi ama bana geldiği günden beri öyle iyi geliyordu ki.

Onu nasıl bırakacaktım? Nasıl gitmesini izleyecektim?

Buraya gelmek ve ailemden ayrılmak kesinlikle bilerek yaptığım bir şey değildi.

"Edeceğim," dedim nasıl edeceğim hakkında hiç bir fikrim olmadan. Bu konuda uzman insanlara gidemezdik, bana inansalar bile onu geri yollamazlardı. Ona sorular sorarlardı, cevap vermeyince sinirlenirlerdi, üzerinde deneyler bile yaparlardı ama ona iyilik yapmazlardı.

"Söz ver," dedi elini kaldırıp yanağıma koyarken. "Sözlerini tutarsın, değil mi?"

Gülümsedim. Elim, yanağımdaki eline gitti ve sıcacık elini elimin arasına alıp yavaşça okşadım. Bütün problemlerinizi, sıkıntılarınızı bir dokunuşta unutturabilecek güçteydi ve bunun farkında bile değildi.

"Tutarım," dedim. Tutardım. "Ve söz veriyorum, ailene dönmenin bir yolunu bulacağız."

Kafasını aşağı yukarı salladı ama sanki buna inanmıyor gibiydi. Açıkçası, ben de pek inanmıyordum. Ben ne yapabilirdim ki?

Kafamı ona doğru uzattım ve yüzüne doğru yaklaşırken derin bir nefes alıp, kokusunun içime dolmasını sağladım.

Dudakları aralandı ama gözlerini gözlerimden kaçırmadan bana bakmaya devam etti.

Bakmaya kıyamıyordum, sanki baktıkça yok olacak gibi değerliydi.

Yanağına doğru yöneldim ve dudaklarımı olabilecek en hafif şekilde yanağına bastırdım.

Kalbim deli gibi atmaya başladığında, dudaklarım hâlâ yanağına basılıyken kaşlarımı çattım. Yüzümdeki elini çekmemişti ve yavaşça yanağımı okşayan eli kalbimin daha da hızlanmasını sağlıyordu.

Yavaşça ondan ayrılıp kapattığı gözlerine baktım. Sanki biraz daha dikkatli baksam, ki bu münkün müydü bilmiyordum, gözlerinin mavisini kapalıken bile görebilecektim.

Gözlerini açtı, yüzümdeki elini çekip saçlarıma çıkardı ve gülümseyerek saçlarımı karıştırdı. Gülümseyişi yüzüme bulaşırken, o yavaşça güldü. "Saçların yumuşacık."

Ben de onun gibi güldüm. "Senin de gözlerin güzel."

Aslında o tamamen bir şaheserdi.

"Öyle mi?" deyip ellerini gözlerine götürdüğünde, ellerini yakaladım ve güldüm. Oydu işte, buradan değildi ve gidecekti, gitmek istiyordu. "Gözlerine dokunamazsın."

"Niye?" dediğinde dudaklarımı büzdüm. "Bilmem, dokunamazsın işte. Canın yanar."

Yüzü düştüğünde, yeniden silik bir gülümseme oluştu yüzümde. "Ama onları görebilirsin," dedim. Daha önce aynaya bakmıştı bakmasına ama, gözlerine dikkat etmemişti sanırım. Oysa en çok parlayan yer gözleriydi. "Aynadan."

"Aa," dedi kaşlarını kaldırıp. "Evet."

"Hadi," dedi ve önce kendi kaldırımdan kalkıp, beni de elimden tutarak kaldırdı. "Gidip gözlerimize bakalım."

"Gözlerimize?"

"Evet," dedi omuzlarını silkip. "Seninkiler de çok güzel."

👽

Selaamm

Onlar birbirlerinin gözlerine bakadursunlar, ben de o sırada size bir kaç şey söyleyeyim.

Şimdi, ilk olarak, yaklaşık iki metre yükseklikteki bir ağaçtan düştüm ve omurgamda hasar oluştu. Dünden beri full yatıyorum ve bu hikayeye dönmeyi deli gibi istediğim için bu bölümü tamamladım.

Hâlâ okuyor musunuz, hâlâ okumak istiyor musunuz bilmiyorum ama okuyorsanız size çok teşekkür ederim, hepinizi çok ama çok seviyorum.

Bütün hikayelerime dönüş yapmaya çalışacağım, Türkiye'ye döndüğümde de bunu yapabilirim gibi geliyor.

Neyse, yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin❤️

alien // bieberWhere stories live. Discover now