32.Bölüm

2.9K 211 31
                                    

Yamaner'in kardeşi olduğunu söylediği süre zarfı bile, Yamaner olmadığını savunduğu andan daha inandırıcı gelmişti. Şimdi, aynı Yamaner gibi konuşması ve onun gibi benden, alamayacağı şeyler istemesi aslında onun tamda Yamaner olduğunu gösteriyordu. Belki mutlaken değildi ama ruhen onun yansımasıydı. Karşıma dikildiği andan itibaren, Yamaner imiş gibi dururken ama sanki farklı biriyle konuşuyormuş gibi hissettiren bu adamın, farklı biri olduğunu düşünmek tam anlamıyla yanılgıydı. Etrafımda neler döndüğünü anlamak zordu, karşımdaki adamı Yamaner olarak görmek ama o olmadığını bilmek de dahil her şey karmakarışıktı. Neyin içinde, nasıl bir oyunun içinde olduğumu bilmiyordum ve bu durumdan artık çok sıkılmıştım. Sanıldığının aksine, bir aptal değildim. Sadece beni görmek istedikleri gibi yorumlayıp, her istediklere yere götürdükleri bir bavul gibi oradan oraya savurmaya çalışıyorlardı. Artık ya hepti, ya da hiç... Her mantıksız olayın büründüğü sessizlik, son bulacaktı.

Dudaklarıma titremesi gizlenmiş bir alaycı gülümseme yansırken, "Hasta bir kalbin, senin işini göreceğini bilmek güzel." dedim. "En azından, kardeşin gibi beklentilerin büyük değil."

Yanak kasları öfkeyle oynamıştı. Demek ki, onunda Yamaner gibi espri anlayışı yoktu. "Beni yanlış anlıyorsun. Ben senin bedeninin kalbine sahip olmak istemiyorum." dediğinde, kaşlarım kendiliğinden çatılmıştı. Ne demek istediğini anlamamıştım, gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde aklımdaki soru işaretini hissetmiş gibi cümlesine devam etti. "Kalbinin ruhuna sahip olmak istiyorum."

"Şimdi ki amacınız da, kelime oyunları yaparak aklımı karıştırmaksa yanlış yoldasınız." Yüzündeki ifade değişmediğinde, "Sen ciddisin!" diyerek sesim kendiliğinden yükseldiğinde, içimdeki huzursuzluktan kaynaklanan öfkeyle, "Bu saçmalıkları kullanarak, beni inandıracağını sanacak kadar aptal olamazsın."

Kontrollü olmaya çalıştığı bir sesle, "Senin düşündüğünün aksine, ben Yamaner gibi yalan söylemem. Yapamayacağım ya da isteyemeyeceğim şeyler üzerine dalga geçerek geçiştirmem." dedi keskince. "İkimizin zamanla ne kadar çok farklı olduğunu öğreneceksin. Kıyaslanamayacak kadar, birbirinden kopuk ikiz kardeşler olduğumuzu." Bana doğru bir adım attı. Gözleri parlıyordu. "Senden istediğim şey sevgi değil." Kesik bir nefes aldı. "Affedilmek. Kalbinin derinlerine kadar, kalbinin ruhuna kadar affedilmek. Senden ve kalbinden istediğim tam olarak bu Nehir!"

Öylece kalakaldım. Kalbim ağzımdan fırlayacakmış gibi atarken, ne diyeceğimi bilemiyordum. Yüzündeki mimikler ciddi olduğunu gösteriyordu ama benden af dileyecek ne yaptığını kestiremiyordum. Aklım karman çorman olmuştu. Kısık ama keskin bir tonda, "Neden?" Diye fısıldayabilmiştim. "Seni neden affedeyim?"

Gözleri ve duruşu değişmedi. "Çünkü..." Sesi çatlamıştı. "ben bir korkağım. Kılını kıpardatmayacak kadar korkak."

"Yamaner'den mi korktun?" Sözlerimin ağırlığını görmezden geldim.

Gözlerinin rengi bir ton koyulaşırken, baktığı her yer tek tek buz parçasına dönüşüyor gibiydi. Öfkesi somut bir şekilde elle tutulurken, çenesi dişlerini sıkmaktan katılaşmıştı. "Hayır." Sözleri bıçakla kesilmiş gibi duraksadı. "Seni kendimden koruyamamaktan korktum." Kısık sesiyle, "Seni, senden koruyamamaktan korktum." dedikten sonra, beni derin bir sessizlikle odada yalnız bırakarak çıktı ve gitti.

***

Yankı, cebinde çalan telefonuna inat ellerinin arasına aldığı kafasını kaldırıp cevap vermiyordu çünkü, kimin aradığını biliyordu. Nehir'le konuşmasından sonra geçmişin ağırlığı daha çok omuzlarına çökmüştü. Elinden geleni yapmadığı her anda, kendinden biraz daha nefret ediyordu. Sessiz geçirdiği yıllara inat şimdi, susmayacaktı ama yine de bu geçmişi silmiyordu. Yankı'nın pişmanlığını geçirmiyordu.

Israrla çalmaya devam eden telefonda  sinirlerini daha çok gererken, kimin aradığına bakmadan telefonu kulağına götürdü. "Ne istiyorsun?!" Diye cevaplarken, sesi çok sertti.

Telefonun diğer ucundan gelen ses, Yankı'ya inat eğleniyordu. "Ne bu sinir Yankı? Sevgili miniğin şimdiden gerdi mi yoksa seni?" Dediğinde, Yankı artık sinirinin doruk noktasını yaşıyordu.

"Dövüşçüsünü kaybetmiş birine rağmen bakıyorum da çok neşelisin Yamaner. Yoksa intikam olayından vazgeçecek kadar umutsuzluğa mı kapıldın? Beni hâlâ bulamadığına göre, kesinlikle öyle olmalı."

Karanlık bir öfke telefonu sararken, sözcüklerinde bastıralamamış öfke kıvılcımları vardı. "Biricik ikizim, eliyle bana getireceği için neden kendimi yorayım ki?"

Acımasız soğukluk Yankı'nın ses tonunu keskinleştirirken, "Her şeyi bildiğini sanmaktan daha korkunç olan şey ne biliyor musun Yamaner?" dedi, sakinliğinin altına gizlediği öfkesiyle. "Hiçbir şeyi bilmemek."

Yamaner, şimdi öfkelenmeye başlamıştı. Dişlerinin arasından tıslayarak, "Ne saçmalıyorsun?" Diye sorduğunda, kaynar bir öfkenin, Yamaner'e kök salmasını sağlamıştı. "Beni tehdit ettiğini sandığın sır, aslında senin sırrınken neden Nehir'i elimle sana getiriyim ki?"

SİYAH MELEK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin