"Tıpkı bizim gibi..."

Eylül gülümseyerek kafasını salladıktan sonra sevdiği adama daha da sokuldu. Aslında yaşadığı o travmanın izlerini tam manasıyla üzerinden atabilmiş değildi. Gördüğü o sahneyi düşündükçe hala fena oluyordu ama bunca zamandır ona olan aşkını, sevgisini, şefkatini hiç esirgemeyen adamın böylesine bir adiliği yapabileceğine ihtimal vermek... İlk şoku atlatıp mantıklı düşündüğünde aslında işin içinde bir iş olduğuna dair şüpheleri her geçen gün daha da artmıştı...

Akşama doğru misafirler yavaş yavaş gitmeye başlamıştı. Havanın da soğuması ve kararması üzerine hep birlikte içeri girmişlerdi.

"Biz gidiyoruz Eylül..."

Eylül, Damla'ya sarılıp öptükten sonra "Ben de birazdan çıkarım herhalde," dedi. Onlar gittikten sonra bir süre Sıla'yla sohbet etti. Sonrasında da Murat'ın babasıyla sohbet etmekte olan Emre'nin yanına gitti. Ali Bey bir müddet sonra yanlarından ayrılınca Eylül "Ben eve gidiyorum," dedi. "Sen ne yapacaksın?"

Emre, Eylül'ün elini tutup dudağına götürdü. "Biraz daha burada kaldıktan sonra çok özlediğim bir sevgilim var, onun yanına gideceğim," dedi muzip bir ifadeyle.

Bu sözlerin üzerine Eylül'ün gözleri mutlulukla parladı.

"Seni böyle gülerken görmek benim için dünyalara bedel sevgilim. Gel hadi, sana arabana kadar eşlik edeyim..."

Eylül başını hafifçe salladıktan sonra herkesle tek tek vedalaşıp teşekkür etti. Emre'yle birlikte arabasına doğru yürürlerken akşam için heyecanlanmadan edemiyordu.

"Gelirken sana ne getirmemi istersin?"

Eylül, Emre'nin gözlerinin içine bakarak, "Sadece seni istiyorum," dedi. "Başka bir şeye gerek yok..."

Emre bu sözlerle memnun bir şekilde gülümsedi. Eylül'ün arkasından bakarken sevdiği kadını bir an önce kollarının arasına almak için sabırsızlanıyordu...

Eylül midesinde uçuşan kelebeklerle eve vardığında saat yediye geliyordu. İlk işi üzerindekileri çıkarıp sıcacık bir duş almak oldu. Duştan çıktıktan sonra önce tüm vücudunu kremledi, ardından da gri, mini eteğini ve kırık beyaz, yakası geniş bluzunu giydi. Saçlarını kurutup, dalgalarına şekil verdikten sonra hafif bir makyaj yaptı. Hazırlığını tamamladıktan sonra heyecandan eli ayağı titrer bir halde salona geçti ve bir süre ne yapacağını bilemeyerek sağına soluna baktı. Daha sonra belki heyecanını yatıştırır düşüncesiyle, masanın üzerine duran Ray Bradbury'nin "Fahrenheit 451" adlı kitabını aldı ve okumaya başladı. Fakat bir türlü odaklanamıyor, okuduğu cümleleri tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordu. Bir süre sonra kapı çalmaya başlayınca ise yüreği ağzına geldi. Kitabı heyecanla koltuğa bıraktıktan sonra uçarcasına kapıya doğru koşmaya başladı. Kapıyı açtığında, elinde kocaman bir kırmızı gül buketiyle durmakta olan Emre'yi görünce mutluluk hormonları tam anlamıyla tavan yaptı.

"Hoş geldin..."

Emre içeriye girdikten sonra elindeki gülleri uzatmış,ardından Eylül'ün dudaklarına sevgi dolu bir öpücük kondurmuştu. Eylül bu temasla ve Emre'nin varlığıyla ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Kollarını sevdiği adamın beline doladıktan sonra başını onun göğsüne koydu ve günlerdir mahrum olduğu kokuyu derin derin içine çekti.

"Kokunu o kadar çok özledim ki..."

"Ben de seninkini özledim Eylül. Sana dair her şeyi özledim..."

Bir süre sonra Emre, Eylül'ün elinden tutarak "Gel hadi, içeri geçelim," dedi.

"Tamam ama önce bu güzel gülleri vazoya koymam lazım. Sen geç, ben hemen geliyorum..."

Aşkın Dayanılmaz ÇekiciliğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin