"Armağan, yeter. Kendine yüklenmen çok anlamsız... Neden böyle hissettiğini sana ne yazık ki söyleyemem, hiçbir fikrim yok. Ama her ne hissediyorsan, kabullen ve rahatla artık."

Arabayı park edene kadar, hatta Sarp'a sarılıp yanından ayrılana kadar kendime bu sözleri tekrar ettim. Kabullenmemiş miydim? Kabullendiğimi sanıyordum. Onu izlemeye karar verdiğim anda içime sızan bu tatlı hislere tutunmuştum. Ne olursa olsun peşinden gitmeye değer olduğunu düşünmüştüm. Zaten bu yüzden delirdiğimi düşünüyordum ya...

Birden tüm bu olanlara, tüm hissettiklerime, onsuz ya da onunla, sessiz geçen günlere, hepsine, her şeye fazla anlam yüklediğimi düşünmeye başladım. İçimi kemirip duran, huzursuz dalgalarla ruhumu yoran tam olarak bu düşünceydi.

Serhat Amca'nın mekânının önünden geçerken, barın içinden el sallayarak dikkatimi çekti. Ben de ona el sallayarak karşılık verdim ama yüzündeki mutluluğa anlam veremedim. Bana mı gülüyordu? Beni gördüğüne bu kadar sevinmiş olamazdı ya?

Çok da fazla umursamayarak yoluma devam ettim. Sahil inanılmaz kalabalıktı. Artık gizli bir yerimiz kaldığından şüpheliydim. Geçen haftaki boşluklar bile bir sürü insan tarafından işgal edilmiş gibi görünüyordu. Sesler artmıştı ve deniz sanki bu durum karşısında şaşkınmış gibi derin bir sessizlik içerisindeydi. Hafifçe dokunup da değdiği yerleri bulandıran rüzgârdan başka en ufak bir hareket yoktu. Oysa bir süre önce içimizde ne varsa alıp uzaklara götürüyordu.

Üzüldüm. Aynı huzuru bir daha yakalayamayacağımız o kadar belliydi ki... Ve tam da tahmin ettiğim gibi Bora, burada değildi. Şezlonglarımız kaldırılmış duvar dibine istiflenmiş, yerlerine ahşap sandalyeler atılmış hemen bitişiğindeki restoranının mülkü haline gelmişti.

Ne olacaktı şimdi? Madem Bora burada değildi, Serhat Amca neden bana söylememişti?

Kalabalıktan uzaklaşmak için yürümeye devam ederken kulaklarımı tüm seslere kapamak istedim. Aylardır doğanın sesiyle öylesine bütünleşmiş hissediyordum ki kendimi, bu kadarı bile fazla geliyordu. Olur da İstanbul'a dönmek zorunda kalırsam ne bok yiyecektim? Yeniden oraya adapte olabilir miydim? Hiç sanmıyordum. Zaten sevmediğim o kaostan kurtulmak için bizimkilerin peşine takılmışken bir daha aynı hengâmenin içine sürüklenemezdim.

Off... Hangi cehennemdeydi bu çocuk? Hafta sonu bara gelene kadar beklemem mi gerekecekti konuşabilmek için? Gidip barda çalışanlardan birine sorabilirdim. Bir şekilde numarasını alabilsem... Hamile olduğumu ve çocuğun babasının Bora olduğunu söylesem eminim ki onu hemen arayıp olduğum yere çağırırlardı. Tabii ki bu aklıma gelebilecek en aptalca fikir olduğu için kendime başka çıkış yolları aradım.

Sanırım bu işin peşini bırakmam gerekiyordu. Onu bulamayışımı bir çeşit işaret olarak algılayıp yoluma devam etmeliydim. Kendimi bu fikre alıştırmaya çalışarak Sarp'ın yanına gitmek üzere arkamı döndüğümde gördüm onu.

En fazla iki kol boyu ötemde, neredeyse eski Adidaslarına su değecek kadar kıyıya yakın bir noktada, ayakta dikiliyordu. Gözleri üzerimdeydi ve ben, bu gözlerin yeşille ödüllendirildiğini bilmesem, iki siyah inci tanesine baktığımı söyleyebilirdim kolaylıkla. Geceyle bütünleşmişlerdi. Saçları her zamanki gibi darmadumandı. İfadesiz tuttuğu yüzünden ne düşündüğünü algılamam imkânsızdı. Ama ne olursa olsun, buradaydı. Tam karşımda. Bana bakıyor, beni görüyordu. Denize değil. Ufka değil. Ellerine değil. Bana. Ve inanılmaz yakışıklıydı. Özlemiştim. Bu, burnunun direğini sızlatan cinsten bir özlem değildi. Daha çok içindeki çok önemli bir parçayı senden uzaklaştırmışlar ama sen, yeniden kavuşana kadar neyden uzak kaldığını fark edememişsin gibiydi.

"Merhaba," dedim cılız bir sesle.

"Merhaba," derken bana doğru bir adım attı. Sonra bir adım daha. Ta ki uzansam elimi göğsüne koyabileceğim mesafeye gelene kadar.

"Seni bulamayacağımı düşündüm. Her yer çok kalabalık. Gürültülü. Dolandım ama neredeyse emindim burada olmadığından..."

"Farkındayım."

"Efendim?" dedim anlamayarak.

"Beni bulamayacağını düşündüğünün farkındayım," dedi. O ara birileri hareket etmiş olmalı. Birinin saatinin camı bir ışıkla buluşmuş olmalı. Yüzüne hızla gelip geçen bir ışık yansıdı. Dikkat etmesem ya da bir tutam umuttan yoksun olsam gülümsediğini değil, acı çektiğini söyleyebilirdim. Bir anlıktı ama o kadar tatlıydı ki...

"Ama buradasın," dedim.

"Haklısın, burası çok kalabalık. Bodrum'un yazını neredeyse hiç sevmediğimi söyleyebilirim. Çok gürültülü. Sürü gibi insanlar üzerine yürüyor. Terliler, bağırarak konuşuyorlar. Asla yalnız kalamıyorsun. Ama neyse ki burada büyüdüm ve daha sessiz olan birkaç yer biliyorum." Derin bir nefesle, çok da duraksamadan devam etti. "Gelmek ister misin?"

O an zamanı dondurdum. Böyle bir özel gücüm olsa muhteşem olurdu. Gerçekte olmasa da zihnimde o birkaç saniyeyi içine hapseden bir balon yarattım. Balonumun rengi yeşildi. Gözlerini süsleyen yeşilden... Ve o birkaç saniyeyi, hesaplayamadığım bir süre boyunca zihnimde tekrar tekrar oynattım.

Kısacık cevapların arkasına saklanmamıştı. Konuşurken tereddüt etmemiş, ne söyleyeceğini düşünmemiş, kekelememişti. Ağzından çıkan her kelimenin farkındaydı. İçkilerle baş başa geçirdiği geceler sağ olsun, dayanıklıydı. Dolayısıyla sarhoş da olamazdı.

Onca cümlenin ardından bana, gelmek ister misin, diye sormuştu. Cevabım çok açık değil miydi? Koşa koşa giderdim onunla. Özellikle de tam bu anda. Onu özlediğim gerçeğini tamamen kabul ettiğim ve onu görmekten neredeyse vazgeçtiğim tam bu anda...

"Armağan? Bak, gelmek istemiyorsan..."

"Gidelim," diyerek susturdum onu. Bu sefer içimden coşkuyla gelen gülme isteğimi bastırmakla uğraşmadım. Cılız bir ses çıkardım sanırım. Dudaklarım neredeyse kulaklarımdaydı, farkındaydım.

Gözlerini gözlerimden kaçırırken yanımdan geçip yürümeye başladı. Yalnızca bir adım önümden.

Vay canına... Onunla yürüyordum. Onunla nereye olduğunu bilmediğim bir yere gidiyordum.

Son görüşümde söylediklerim işe yaramış mıydı gerçekten? Korkularından sıyrılmaya mı çalışıyordu? En azından benimle arkadaş olmayı denemeye karar vermiş olmalıydı.

Vay canına... Peşinden giderken yutkunmakta zorlanıyordum.

***

Bundan sonraki bölümler, tahmin edebileceğiniz gibi daha sıcak geçecek. Umarım benim kadar heyecanlısınızdır. <3

***

Facebook Sayfa: Zeynep Işıklar

Facebook Grup: Zeynep Işıklar'dan ~bookstealer~

İnstagram: zeynepisiklar / zeynepinkitapligi_

Twitter: zeynepisiklar

Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now