İki saatimi Hande'nin yanında geçirdikten sonra annemin çağrısı üzerine, eve gitmek için kalktım. Hande, yine gelmemi istedi. Eminim ki gidecektim. Özellikle Bora'dan uzak durma savaşı verirken, Hande bana iyi gelmişti.

Sıcağın altında eve gidene kadar bir taraflarımdan ter aktı. Çık çık bitmeyen yokuşu süsleyen begonviller ya da mis gibi kokular bile enerji vermiyordu. Ya da arkamdaki dalgalı deniz ya da hafifçe esen rüzgâr. Aklım Bora'yla dolup taşmaktan yorgundu, bedenim sıcaktan.

Sarp kapıyı açtığında, ter içinde ve nefes nefeseydim.

"İntihara mı teşebbüs ettin? Sana, yaz bana da alayım seni dedim."

"İstemez. Çekil hadi önümden, duş alayım."

"Ne bu sinir? Yürümek bile azaltmamış."

"İyiyim," diyerek kestirip attım. Kötü olduğumdan değil de biraz ilgiye ve sevgiye ihtiyacım olduğundandı bu şımarıklığım. Sarp'ta hemen anladı.

"Duşunu al, gel benim odama. Sana buzlu kahve yaparım, biraz müzik dinleriz."

"Tamam," dedim memnuniyetle. Bana her zaman en iyi gelecek şey, kişi oydu.

"İkiz olsak bu kadar olurdu," diye mırıldanarak mutfağa giderken, annem de arkamdan söyleniyordu.

Ne oldu bu kıza, anlamıyorum. Buraya gelmek isteyen oydu, şimdi somurtup duruyor. Bir an önce çalışmaya başlasa belki kendine gelir. Boş oturmak, kafasını da boş düşüncelerle dolduruyor belli ki.

Çalışmanın bana iyi geleceğinden hiç şüphem yoktu ama henüz kendimi yeniden başlamaya hazır hissetmiyordum. Bir klinik açmak kolay değildi. Birinin yanında çalışıp pişman olmak da istemiyordum. Barınakta takılmaya, oradaki hayvanlara yardımcı olmaya bir süre daha devam edebilirdim.

Soğuk duşun altında yeteri kadar zaman geçirdikten sonra şortumla, askılı tişörtümü giyerek Sarp'ın odasına gittim. Uzandığı yataktan doğrulup bana yer açarken, bakışları anlayışla doluydu.

Demiyordu ki, salak benim kardeşim, tanımadığı bir adama kaptırdı kendini. Yani sesli olarak demiyordu en azından.

"Anlatacak mısın?" diye sordu.

"Neyi?" dedim anlamamış gibi yaparak. "Hem benim kahvem nerede?" Ayağa kalkıp masasının üzerindeki bardakları alıp yeniden yanıma oturdu.

"Al bakalım ve boşuna kaçma, anlat da çözüm bulalım."

Ben de bugün ikinci kez anlatmaya başladım o akşam konuştuklarımızı. Ve Bora'yla konuşurken aklımdan geçenleri de aktardım. "Anlıyorsun değil mi? Sen hep yanımdaydın Sarp. Asla yalnız kalmadım. İstemediğimde bile sarıldın bana."

"Biz kardeşiz."

"Yani?"

"Bebeğim, benim senin yanında olmam çok doğal ve sen bana bir yere kadar hayır diyebilirsin. Sonuçta kardeşinim, beni ezelden beri çok seviyorsun ve seni sevdiğimi, yalnızca senin iyiliğini düşündüğümü biliyorsun. Bora'ya da aynısını vermeye çalışmanı anlayabiliyorum ama üzgünüm, aynı şey değil. Seni tanımıyor. Sana güvenmek için en ufak bir sebebi olmadığı gibi bir nedeni de yok. Hiç kimsesin onun için ve belli ki o, senin böyle kalmanı daha çok istiyor. Hiç kimse olmanı... Onu anlayabiliyorum. Derdi, tasası olmasa bile, insan neden bir başkasını tanımak için çaba gösterir ki?"

"Sen Sinem'i tanımak için neden çaba gösteriyorsun?"

"Göstermiyorum. Bana sunulanı kabul ediyorum sadece. Çünkü unutamadığım başka aşklar ya da kapanmayan yaralarım yok. Bana sunulanın tadını çıkarıyorum."

"Yani, Bora'ya ulaşmamın yolu yok mu? Ona yardım edemez miyim?"

İç çekerek, yere uzandı. Kahvesini bırakıp doğrulurken bu sefer yanı başıma değil de karşıma kuruldu. Bağdaş yaptığı bacaklarının üzerinden ellerini uzatıp bir elimi avuçları arasına aldı. Bu kısacık hareketiyle bile rahatlamamı sağlarken, annemle babama belki bininci defa onu dünyaya getirdikleri için teşekkür etmeyi not ettim aklıma.

"Bunu bilemem, Ari. Bora değilim, onun anılarına sahip değilim. Belki de gerçekten kimsenin ona yardım etmesini istemiyordur. Belki de karakteri budur."

"Ben aptalın tekiyim değil mi? Duygularımın beni kendine esir etmesine bayılıyorum. Ruh hastasıyım. Sağlıksızım. Kesin tedavi edilmem gerekiyor."

Kahkaha atarak beni kendine çekerken, kahveyi dökmemeye çabaladım. "Dur bi, şunu yere bırakayım." Sadece kahveyi yere bırakana kadar benden uzakta kalıp beni yeniden kollarına aldı ve sırtımı okşamaya başladı.

"Bence aşkı yaşamayı özledin. Benim aksime sen bu duyguyu tattın ve her ne kadar sonu kötü bitse de güzel anlarından gerçekten keyif aldın. Bora, yakışıklı bir çocuk... Kayıp görüntüsü ona yakın hissetmene neden oluyor ve Fırat'tan beri kimseyle iki buluşmadan öteye gitmedin. Kalbin boş, bedenin de... Hissettiklerinin sağlıksız olduğunu düşünmüyorum. Sadece yatıp kalkıp onu düşünmenin seni uzun vadede kötü etkileyeceğini düşünüyorum."

"Her zaman bu kadar mantıklı konuşmak zorunda mısın?"

"Hayır."

Göğsüne yaslı dudaklarım yalnızca onun sağlayabildiği kolay bir gülümsemeyle şekillendi.

"Peki, şimdi ne yapacağım?"

"Ona bir şans daha verebilirsin."

Şaşkınlıkla geri çekilirken, benimle dalga geçip geçmediğini anlamak için gözlerine baktım.

"Ciddisin?"

"Son bir hafta dışında onun yanından her dönüşünde mutluydun. Uzun zamandır görmediğim bir biçimde mutlu. Bunu sağlayacak olan Bora'ysa bence denemene değer. Ama bana söz vermen lazım. Bir daha seni başından def etmeye kalktığında, bu işi buranda bitir," dedi işaret parmağıyla kalbimin olduğu yeri dürterek. "Ve buranda," dedi şakağıma da aynı muameleyi göstererek. "Bana gel ve dilersen İstanbul'a dönelim. Her ne istersen... Biliyorsun."

"Annemlere çıkıp Hande'nin çalıştığı yerden pasta alalım mı?"

"Yine mi beni doğurdukları için onları kutlayacaksın," dedi sesindeki dalga geçen tınıyı saklamadan.

"Hı hı..." diye mırıldandım yeniden ona sarılarak.

***

En geç pazar günü yeni bölüm gelecek ve Bora'ya kavuşacağız sanırım. Öptüm. :*

***

Facebook Sayfa: Zeynep Işıklar

Facebook Grup: Zeynep Işıklar'dan ~bookstealer~

İnstagram: zeynepisiklar / zeynepinkitapligi_

Twitter: zeynepisiklar

***

Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now