"Cenk, biraz konuşup bize birkaç fikir vermeye ne dersin?"

Belki de biraz sert çıkmış olabilirdim. Fakat yine de bunlardan anlayan kişi oydu ve bir şeyler söylemek zorundaydı.

"Önce bağlantıya yakın bir yer bulmalıyız. Belki o zaman bir şeyler deneyebilirim."

Dilara, Cenk'in bu söylediklerinden bir şey anlamamış gibi görünüyordu. Soru yağmuruna başlayacak mıydı?

"Orayı nasıl bulacağız?"

Sadece tek bir soru soran Dilara'ya şaşkınlıkla bakıyordum. Zamanımızın gittiği aklıma gelince içimde bir ürperti olmuştu.

"Gençler, zaman azalıyor ve belki de katilimiz yakınlarda bir yerde. Gitmek zorundayız."

Cümlemi bitirir bitirmez Cenk de biraz sarsılmış görünüyordu. Durumun önemini kavramış olacak ki bir anda gelip ikimizin de kolundan asılmıştı.

"Nereye gidiyoruz?"

Dilara kendini tutamamıştı ve yine bir soru sormuştu. Cenk bıkmış gibi görünüyordu. Sadece iki soru bile bıktırmıştı onu.

"Adam veya kadın her kimse bizim burada olduğumuzu biliyor. Gelir gelmez bizi bulması sizce de adaletli mi?"

Haklıydı ve bu sefer konuşmadan kolumu ondan kurtardım. Yola hızlıca devam etmeye başladık.

Sessizlik bu sefer huzur veriyordu. Sessizliği kazanmış gibi hissediyordum. Çığlıklar yoktu. Sadece sessizlik vardı.

"Telefon hala çekmiyor."

Dilara bıkmış bir şekilde konuşmuştu. Ayaklarını zorla hareket ettiriyor gibi görünüyordu.

"Zaten durduk yere çekmesi imkansız."

Cenk'in umut verici konuşacağını düşünürken tüm umutlarımı yok etmesi beni de şaşırtmıştı.

"Nasıl bulacağız o zaman?"

Soruyu soran bendim. Ağzımdan hızlıca dökülen kelimelerin hakimiyeti elimde değildi artık.

"Hafızamızı kullanıyoruz, Ezgi. Hatırladığım kadarıyla buraları denetleyen odalar üst tarafta." dedi Cenk işaret parmağıyla tavanı göstererek ve ardından devam etti.

"Odalardan birisinin tavanında bir parçalanma vardı."

Aniden onun cümlesini böldü Dilara.

"Bu ne ifade ediyor?"

Akıllıca bir soruydu ve Dilara'dan çıkmıştı. Alkışlamak istemiştim. İyice deliriyordum.

"Üzerinde ağır bir şeyler var ki çökme veya parçalanma yapmış. Demek oluyor ki üzerinde o cihaz veya cihazlar olabilir. Belki de bir sistemdir."

Gerçekten de mantıklı konuşmuştu ve bu açıklama beni mutlu etmeye yetmişti.

"O zaman haydi o odaya gidelim."

Kendime engel olamayarak konuşmuştum yine. Göğüs kafesimden çıkmak istercesine çarpan kalbime bu sefer engel olmayacaktım. Heyecanı durdurmak istemiyordum.

"Koşmaya ne dersiniz kızlar?"

Cenk de heyecanlı görünüyordu. Bu sefer hepimizin gözleri parlıyordu. Dilara da başıyla onaylayınca bana çevrilen parlak gözlere baktım. Ardından ben de başımla onay verdiğimde koşmaya başladık. İşte şimdi kalbim umutla çarpıyordu.

Belki de kurtulacaktık. Üçümüz de olsak ölmeyecektik ve o, bize bunları yapan kişi cezasını bulacaktı. En büyük dileğim şu an için buydu ve gerçekleşmesi için ne yapmam gerekiyorsa yapacaktım, yaşayacaktım.

Bir an arkamızdan gelen patlama sesiyle birlikte hepimiz aynı anda olduğumuz yerde kaldık. Gelmiş miydi? Korkmanın bir alemi yoktu.

Arkamı döndüğümde korktuğum kadar kötü değildi görüntü. Korktuğum böyle değildi, düşündüğüm ve hayal ettiğim görüntü böyle değildi. Bu görüntü düşündüğümden daha korkunçtu bana göre. Kalbim çok fazla hızlı atıyordu. İşte bu sefer kalbimin durmasını istiyordum. Aksi takdirde acıyı en sonuna kadar hissedecektim ve bunu istemiyordum. En azından kalbim durursa acı çekmeyeceğime inanıyordum.

Floresan lamba patlamıştı. Ama ilerideki çalışıyordu ve orada bir şey vardı, bir kişi. Ayaktaydı ve elinde bir şey tutuyordu. Elindekinin ne olduğunu bize doğru birkaç adım attığında fark etmiştim. Elindeki şey bir silahtı ama henüz aşağıya bakıyordu. Birazdan da bize yönelecekti belki de. Ama bu onun için çok küçük bir şey olurdu.

Cenk'in korkmuş gözleri bana döndüğü anda fısıldayarak konuştum.

"Geldi."

OYUN Where stories live. Discover now