"Hissettiğin basit bir hoşlantıdan öte. Onu takıntı haline getirdin."

Eğer öyle olsaydı, bunu kabul ederdim. İlk olmazdı. Fırat'ı ilk başlarda takıntı haline getirmiştim. Etrafındaki onca kız arasından beni görmesini sağlamak için delirmiş ve elimden gelen her şeyi yapmıştım. Bora'yla öyle değildi.

"Ne oldu bana olan güvenine senin?" diye sordum koluna girip kafamı omzuna yaslarken. "Hani ben ne yapacağımı bilirdim?"

"Bilirsin ama..."

"Ama diyorsan aksini düşünüyorsun demektir."

"Teşekkür ederim öğretin için ama..."

"Lütfen Sarp, bir saniyeliğine beni koruma olan içgüdünü bastır ve öyle düşün. Ona dair güzel bir şeyler hissediyorum. Olabilirmiş gibi geliyor. Biraz sabredersem..."

"Kendini üzüleceğin hiçbir duruma sokmayacağına söz ver. Ben buradan gidene kadar bu iş yola koyulmazsa peşini bırakacaksın."

"Babam gibi davranıyorsun şu an." Kolundan çıktım ve adımları hızlandırdım. Bora'ya ve o sahilin sessizliğine ihtiyacım vardı.

"Hey!" diye seslendi. "Saçma sapan konuşma! Babamla alakam yok." Ona ya da anneme benzetilmekten nefret ediyordu ama gerçek buydu. İçindeki o korumacı yan kesinlikle bizimkilerin esiriydi.

"Git ve eğlenmene bak. Sinemlere de benden selam söyle." Saat gece yarısını geçmişti. Şimdiye kadar sahile inmiş olmalıydı. Yoksa bile çok geçmeden gelirdi. Sahile inen sokağın başındaki büfeden iki tane bira alıp bu gecenin nasıl geçeceğini düşüne düşüne yürüdüm yerimize doğru.

Yerimize... Erken bir sahipleniş...

"İyi geceler kızım," dedi köşedeki Serhat Amca.

"İyi geceler Serhat Amca," dedim gülümseyerek.

"Bora yarım saat önce geldi." Vay be, diye düşünmeden edemedim.  Beni sevmişti! Bora'yı sevdiği aşikardı ama bana da ısınmıştı sanki. 

"Güzel, bakalım bu gece konuşmasını sağlayabilecek miyim..." diye mırıldandım kendi kendime. Minik bir kahkaha atarak kafasını iki yana salladı. Sanki 'gençlerin işine akıl sır ermiyor,' dermiş gibi. Annem bu lafı sık sık kullanırdı. "Bana şans dile."

"Bol şans kızım."

Serhat Amca'dan da aldığım pozitif etkiyle heyecandan sağlam basamayan bacaklarımla yürümeye devam ettim.

Elbette oradaydı. Kumların üzerinde, sırtını şezlonga yaslamış oturuyordu. Avucuna kolayca sığacak beyaz bir şişeden bir yudum aldı. Votka? Cin? Fark etmiyordu. Saçlarının uzun tutamlarından biri alnına doğru düşmüştü. Karman çorman görünüyordu. Belli ki parmakları sürekli o saçların arasına karışıyordu. Sakalları son gördüğüme göre biraz daha uzamıştı ama ona felaket yakışıyordu. Yanaklarını avucumun içine alıp dakikalarca seyretmek istiyordum gözlerini. Dilinin suskunluğuna karşı çıkan gözleri anlatırdı bana her şeyi.

Yanına varmama bir adım kala kaldırdı kafasını. Orada olduğuma şaşırmış görünmüyordu ama bakışları bir tutam da olsa merakla doluydu. Ya da beklentiyle? Tabii bunlar tamamen benim hayal ürünüm de olabilirdi.

"Merhaba," dedim en kısık sesimle. Sanki yüksek bir ses etrafımızı saran kozayı sarsacak gibi geliyordu.

"Merhaba," dedi medeni erkeğim. İçimden bir kahkaha attım. Erkeğim? Ah, keşke... "Neye gülüyorsun?"

"Kendime," dedim kulaklarıma ulaşmaya çalışan dudaklarımı zapt etmeye çalışarak. Sırt çantamı şezlongun üzerine bırakıp bacaklarımı kendime çekerek, yanına oturdum. Kolunun koluma temas etmesi için öylesine minik bir mesafe bırakmıştım ki düşünceleri dalgalar arasında kaybolursa, hani kaza bela dokunup da hissettirebilirdim varlığımı ona.

Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now