"Bilmiyorum. Ses vardı ama görüntü yoktu. Sadece ışık."

Gördüklerim tekrar gözümün önüne geldiğinde biraz daha mantıksız gelmeye başlamıştı. Bu bir rüyaydı. Artık anlamıştım.

"Rüyaydı... Değil mi?"

Taner başını sallayarak saçlarımı okşamaya başladı. Ona sarıldığımda artık kendimi güvende hissediyordum. Ama burada bulunduğumuz sürece hiçbir zaman güvende değildik. Hele de kendimizde olmadığımız zamanlarda kapana kısılmış gibi oluyorduk. Her an öldürülebilirdik.

Aklıma rüyamdan öncekiler geldiğinde tüm düşüncelerim silinmişti. Elif... Ona yapılanlar ölümden de öte bir işkenceydi.

"Elif?" diyerek fısıltıyla konuştuğumda Cenk dudaklarını birbirine bastırarak sessizlikle karşılık vermişti bana.

"O sana zarar verdi. İçimizden birine zarar verdi ve bedelini ödedi."

Ses uzaktan gelmişti. Başımı kaldırdığımda karşımda bir sandalyede oturmuş olan Dilara'yı gördüm. O da şok olmuştu. Bakışlarından belliydi ama bir yandan da hak ettiğini düşünüyor gibiydi.

Hızlıca olduğum yerden kalktım ama sessizlik kesilmemişti. Herkes bir yere oturmuştu ve sessizce bakıyordu önüne.

Sessizlikten rahatsız olduğum anda bir zil sesi odada yankılanmıştı. Bu bir telefonun zil sesiydi. Benimki değildi ama içimizden birinin telefonu çalıyordu.

"Sinyal çekiyor!" diyordu düşüncelerim. Adeta benimle kavga ediyor gibiydiler.

Etrafıma bakındığımda herkes başını benim değil anlamında sağa sola sallıyordu. Kalan tek seçenek ileride yerde öylece duran Elif'in çantasıydı. Çalan onun telefonu olmalıydı.

Çantaya doğru birkaç adım attım ve çantayı hızlıca elime alarak gümüş görünümlü fermuarını açtım. İçerisinde bir ışık vardı. Elif'in telefonunun görüntüsüydü.

Arayan kişinin kapatmaması için hızlıca telefonu elime alarak açma bölümüne tıkladım.

Ortam çok sessizdi.

"Alo?"

Sesim titremişti. Korkudan mıydı yoksa meraktan mıydı?

"Elif?"

Karşıdaki ses bir erkek sesiydi. Ama oldukça kalın bir erkek sesiydi. Tıpkı koridorlarda hoparlörden çıkarak yankılanan katilimizin sesi gibiydi.

"Sen... Bırak bizi artık!"

Bağırınca odadaki herkes bana daha dikkatli bakmaya başlamıştı.

"Ezgi mi? Ben Elif'i aramıştım. Ah, doğru o ölmüştü değil mi?"

Oldukça içten gelen ve rahatsız edici olan ses cümlesini bitirince kahkaha atmaya başlamıştı. Telefonu kapatmak için parmağımı harekete geçirdiğimde odanın içinden bir ses yükseldi.

"Sakın, kapatmaya çalışma ve telefonu kulağına götür. Ezgi..."

Şaşırmıştım ve korkmuştum da. Parmağımı yavaşça telefonun ekranından çekerek telefonu tekrardan kulağıma götürdüm titreyen ellerimle.

"Haydi, Ezgi. Konuş benimle."

"Ne konuşacağım seninle?"

Sesimin güçlü çıkmasını sağlamaya çalışmıştım ama yine de titremişti.

"Senden bir şey isteyeceğim."

Adam bu sefer çok daha ciddiydi. Konuşmaya devam etti.

"Şimdi hiç kimseye bir şey belli etmemeye çalışarak odadan çık."

"Zaten anlayacaklar." diye düşünerek onlara bakarak kapıya döndüm.

Arkamdan Taner bana durmamı söylüyordu. Ona elimle sorun yok işareti yaparak kapıdan dışarı çıktım. Koridor bomboş görünüyordu.

"Şimdi sağ tarafa doğru dön ve yürümeye devam et."

Hala ciddi bir şekilde konuşuyordu. Ama sesi derinden geliyordu.

"Beni nereye götürüyorsun?"

"Uzak bir yere gitmiyorsun. Sadece yürüyorsun."

"Niye bunu yapıyorum. Gitmek istemiyorum."

Korktuğumu artık ona belli etmiştim bir kere. Daha fazla gizlemenin bir manası yoktu.

"Sadece yürü ve karşındakini aç."

Karşımda yerde bir sandık vardı.

"Yine mi?"

Adam konuşmuyordu. Ağır adımlarla sandığa yaklaştığımda yerde kan izleri vardı.

"Elif'in öldüğünü görmüştüm. Sandığa koymana gerek yoktu."

Hala konuşmuyordu. Ama yapmam gereken şeyin sandığı açmak olduğunu biliyordum. Hızlıca sandığı açtım ve beklentilerim yanlış çıkmıştı.

Sandıkta Elif yoktu. Sandıkta yönetmen vardı.

"Olamaz."

Fısıldamıştım ama beni duymuştu karşıdaki.

"Oldu bile."

"Sen kimsin peki?"

Bağırmıştım ve sesim yankılanmıştı. Karşı taraftan ses gelmiyordu. Karşı taraftan cızırtılı da olsa bir bağırma sesi duyuluyordu.

Hayır, bu bir bağırma sesi değildi.

Bu Dilara'nın çığlıklarıydı.

OYUN Where stories live. Discover now