- GİRİŞ -

47.8K 1.2K 105
                                    

           

Sahil kenarında, kırık şezlonglardan birinde elinde yarısı bitmiş şarap şişesiyle saatlerdir oturuyordu genç adam. Şubat ayının sert rüzgârı aynı dalgaların kumu dövüşü gibi dövüyordu tenini ama o buna aldırıyor gibi görünmüyordu. Belki şaraptan belki de ruhunda yanan, onu kavuran ateşten dolayıydı bu umursamazlığı.

Canı yanıyordu. Geçen bir sene boyunca her gün her gece yandığı gibi yine canı yanıyordu. Sanki biri göğsüne sert yumruklar indiriyordu; nefesi kesiliyordu. Durmaksızın onu düşünüyordu. Aksi gibi en güzel anılar süslüyordu zihnini hala. Gözlerinin önünde ahenkle dans eden ışıklara karşı kördü de yalnızca onun olağanca güzelliğiyle gülümseyen siluetini görüyordu. Bazı akşamlar ona dokunabilecekmiş gibi hissediyordu. Bu duygunun onu ele geçirmesine izin verdiği an, o gece asla bitmek bilmiyordu.

Güneş tam da arkasından sıcak yüzünü gösterirken, gece sanki korkmuş gibi hızla kaybolup giderken bile aynı yerde oturmaya devam etti genç adam. Bir o kaldı sahilde, bir de karısıyla beraber ruhunu seneler önce kaybeden şarapçının biri. Görmediler birbirlerini. Zaten tek görebildikleri kaybettikleriydi.

Güneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi. Günlerdir uykusuz değilmiş gibi. En çok da canı yanmıyormuş, kendini bıraksa iki büklüm yere yığılmayacakmış gibi.

Gülümsemeyi denedi. Çatlamış dudakları acıyla karşılık verdi. Beceremedi. Arkasını dönüp gitmeden önce ufka son bir kez daha kenetledi akıtmadığı yaşlardan nemlenmiş gözlerini. Günler günleri kovaladıkça, herkesin dediği gibi geçeceğine inanıyordu ama yükselişten çok düşüş yaşadıkça umudunu yitiriyordu. Korkuyordu artık. Yaşadıklarına olan inkârı isyana, isyanla oluşan öfkesi hayal kırıklığına dönüşüyor, bir türlü kabullenişine kavuşamıyordu.


Çatı katındaki penceresinin çıkıntısında oturmuş, bu şehirdeki ilk sabahını selamlıyordu genç kız. Hiç uyumamıştı heyecandan. Karanlıkla başlamıştı seyrine, gözlerini kamaştıran ışıkla devam ediyordu şimdi. Odasına dolan serin hava umurunda değildi. Sanki ruhunun sıcaklığı yetiyordu onu ısıtmaya.

Her şey olağanüstü geliyordu bu sabah gözlerine. Denizle gökyüzünün buluşmasında bile bir sihir arıyordu. Esen rüzgârın bahçesindeki palmiye ağacının yapraklarını okşamasını, alacakaranlığın laciverte, lacivertin maviye dönmesini, sarı turuncu fırça darbeleriyle göğün şekillenmesini, yıldızların birer birer kaybolup minik bulutların hızlı hareketlerini büyülenmiş gibi izledi dakikalarca.

İçi minnetle doldu. Yapay bir dünyadan ayrılmış da gerçeğe kavuşmuş gibi hissediyordu kendini. Doğayla o an için bir bütündü. Sanki ilk defa nefes alıyordu. Bilmediği bir sürü kokuyu soluyor, aldığı zevkten gözleri sulanıyordu.

Ne güzel, diye düşünüyordu içinden. Hayat ne kadar güzel... Acının o katran tadını almamıştı hiç. Kaybetmemişti sevdiklerini. Aldatılmamış, aldatmamış, insanoğlunun çirkinliklerinden henüz nasibini almamıştı. Kötülük nedir bilse de bardağın dolu tarafını görmeye olan inancını yitirmemişti.

El bebek gül bebek büyümüştü genç kız; sırf bu yüzden içi umutla doluydu. Sırf bu yüzden mutluydu, huzurluydu.

Güneş yükseldi. Işıklar söndü. Manzarasını süsleyen mavi, yeşil ve beyaz daha bir ahenkle sarıldı birbirlerine. Derin bir nefes aldı ayağa kalkarken. Gülümsedi. Bundan sonraki hayatının muhteşem olacağından eminmiş gibi. Sanki gülmek dünyadaki en kolay şeymiş gibi.

***

Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin