silence

11 2 9
                                    

19 Mart 1994

Bay Kidman'ın bana ne olduğunu sormasına, ben başımı yere eğmiş, camdan dışarıyı seyre dalmış veya söyleyemediğim her şeyi yazdığım o siyah kapaklı deftere karalamalar için gömülmüş bir halde sınıfta oturmaktayken beni fark etmesine ve eski benliğimden geriye kalanların eksikliğini hissetmesine ihtiyacım vardı. Yavaşça gelip omzuma elini koymasını ve sevecen bir tavırla, olağanüstü bir merhamet göstergesiyle yaklaşıp "Mathilda, eğer bir sorunun varsa..."diye başlamasını delicesine istiyordum. Cümlenin geri kalanında ne dediği bile önemli değildi, yalnızca sekizinci sınıfların çarşamba günü üçüncü periyotlarını geçirdiği o matematik sınıfının mevcudunun artık 23 olmadığını anlamasını ve bir şeyler yapmaya çabalamasını arzuluyordum. İhtiyaç duyduğum şey, sonsuz kuyudan aşağı yuvarlanan o ufak çakıl taşının tutunması için duvarda öylesineymiş gibi görünen ama yine de tamamen gerçek olan bir çıkıntıydı. Taş oraya konup hayatının sonuna kadar o çıkıntının üzerinde ilerleyebilirdi, parçalanışı zamanla önemini yitirir ve yalnızca bir anıya dönüşürdü. 

Bana neden sustuğumu sormalarına ihtiyacım vardı. Maratonun sonuna varmak üzere olduğumu nasıl fark etmezlerdi?

Dördüncü derse ilerlemekteyken Peter ile koridorda karşılaştım. Kucağında fermuarı açık bırakılmış çantasını tutuyordu ve gözleri kızarıktı. Birbirimize doğru birbirimizi fark etmeden yürüyorduk, aslında bu tam olarak doğru değildi, Peter beni fark etmeden bana doğru yürüyordu, ben onu fark ederek ona doğru geliyordum. Yolumuz kesiştiğinde koridorun karmaşası içerisinde durup ona baktım. Çaresizliğin beden bulmuş hali gibi görünüyordu. 

Ona ne olduğunu sormadım, yalnızca karşısında dikilip kollarımı bedenimden aşağıya sarkıtarak gözlerinin doğrudan içine baktım. Sağ ve sol yanlarımızdan öğrenciler akıp gidiyordu üstelik kollarımıza sürtünen çocuklar sayılamayacak kadar fazla olsa da kimse bizi görmüyormuş gibiydi. Doğrudan Peter'a bakıyordum, o ise kucağındaki kitaplara. Ama karşısında kimin durduğunu biliyordu, neden koridorun ortasında onu durdurduğumu biliyordu.

"Sınıfta kalacağım, tam bir başarısızlık abidesiyim." dedi sadece. Başka bir şey söylemedi. 

Sırtımdaki çantanın varlığını umursamadan parmak uçlarıma yükseldim ve kucağındaki çantasını taşıyacak takati olmayan Peter'ın boynunun etrafına kollarımı sardım. Titreyen kollarının arasında tuttuğu gülle gibi çanta ayaklarımızın arasında oluşan boşluğa düşüverdi. Ağabeyim yüzünü boğazlı kazağım ile hırkamın kesiştiği sıcacık noktaya yaslayıverdi. Kimse bizi görmüyordu. İnsanoğlunun psikolojik savunmasının görmek istemediği şeyleri görmezden gelmekten ibaret olduğu anlaşılmıştı. Her şey bu kadar basitti.

Dördüncü derste aynı katta dersimiz olduğu için beraber kısa bir koridor gezisi yapmaya karar verdik. Ben kolumu Peter'ınkine sararak ona sokuldum ve elimden gelenin en iyisini deneyerek onu yalnız olmadığına hareketlerimle ikna etmeye çalıştım. Bir yandan da sağ elimle sapına asıldığım sırt çantasını okul koridoru boyunca sürüklüyordum. Düzenli olarak E- ve F alıp durduğu coğrafya sınıfının önüne geldiğimizde biraz daha iyiydi. Yüzünü koluna silerek çantasını elimden aldı ve bana son bir kere kucaklar gibi sarıldı. Gizlice "Seni seviyorum, Math." diye mırıldandığını duyar gibi oldum. Duygularını ifade etmekten her daim kaçınan alaycı ve espritüel Peter'dan bunu duymuş olmamın hayra alamet bir duruma açılmayacağından emin olmalıydım. Biz sarılmaktayken soğuk parmaklarımı bir şeyler hissederim umuduyla sıcak saçlarının arasına daldırdım ancak tahmin edebileceğiniz gibi çakıl taşının soluklanıp ömrünün kalanını harcayacağı o çıkıntı hiç var olmamıştı. Kendini parçalamaya mahkumdu.

Çekildikten sonra avuç içimi sol göğsüme bastırıp güven verici şekilde gülümsedim. Ben de seni seviyorum demek istediğimi anlamıştı.

Keşke siyahlı beyazlı bitiş flamasına yalnızca birkaç adım içerisinde varacağımı da anlasaydı.

believerWhere stories live. Discover now