sorry

14 3 6
                                    


20 Şubat 1994

"Üzgünüm, Math."

İkinci dersten sonraki yirmi dakikalık ara boyunca, küçük sınıflar için yaptırılmış paslanmaya yüz tutmuş salıncaklarda sessizce oturduk. Aslında oraya ilk giden ve soğuk plastiğe oturup buzlu zeminde ayaklarını gezdirmeye başlayan ilk kişi bendim. Dikkatimi toplayamadığım sonsuz bir tarih dersinden sonra ateşler içinde yanan başımı o soğuk salıncak zincirine dayamaya ihtiyacım olduğuna kanaat getirmiştim. Bu yüzden de yirmi dakikadır orada oturuyor ve başımı soğuk demirlerin arasında oynatıp yavaş yavaş sallanıyordum. Bu sallanış aklıma Peter'ın hastalığının son dönemlerinde onu üzmemek için odamızı gören arka bahçedeki salıncak setine gitmem yasaklanmıştı, daha doğrusu annem tarafından kısık sesle rica edilmişti. Annemin fark etmediği tek şey, ağabeyimin kıpırdayamayacak kadar bitkin olduğu fikriyle dışarıya adımımı atamayacak kadar meşgul olduğumdu. O zamanlar benden bunu rica etmesine hiç mi hiç gerek yoktu çünkü ben zaten bahçemizde salıncak olduğunu unutmuştum.

Peter ise yedinci dakikadan sonra gelmişti. Bütün teneffüs boyunca beni aramış olmalıydı ki yere eğilmiş bakışlarımla onun botla sarılı ayakları kesiştiğinde olduğu yerde duruyordu. Başımı kaldırıp yüzündeki ifadeyi görmeye bile cürret edememiştim.

O da oturup hiç konuşmamış, yalnızca hafif hafif sallanıp durmuştu. Şimdi de gelmiş benden özür diliyordu, üzgün olması gereken ve öyle de olanımız ben olduğum halde.

Betonun üzerindeki buz tabakasını botumun kalın ucuyla sıyırmaya devam ederken bakışlarım yerdeydi, hafif hareketlerle bir ileri bir geri sallanıp duruyordum. Buzun üzerine sayılar kazıdığımı Peter fark etmiyor olabilirdi.

"Niçin?"diye sordum sadece. Sesim puslu ve siyaha kaçan fırtına habercisi gökyüzüne doğru uçmaya çalışan beyaz bir kuş gibi zayıf, aynı fırtınaya karşı kanat çırpan beyaz bir kuş gibi koşullar karşısında etkisizdi. Kendimi toplamadaki sıfır, çarpmadaki bir gibi hissediyordum.

Peter buz gibi bir nefes verdi ciğerlerinin tam ortasından, soluğu hırıltılı ve göğsünden kaçıp bir daha oraya geri dönmeyi istemeyen bir firari nefes gibi pütürlü bir ses çıkarmıştı. Yaptığım şeyler için üzgün olması gereken bendim ancak Peter bunu anlamıyor, ortaya bir dolu hesap dökmesi gereken kişinin kendisi olduğunu sanıyordu. Tüm tavırları ve hareketleri yalnızca bu kapıya çıkmaktaydı. Bu benim omuzlarıma koskoca bir suçluluk duygusu yıkmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

"Bilirsin,"dedi kısık bir sesle. "her şey için. Duygularını incittiğimim farkında olduğumu bilmeni istedim."

"Duygularımı incitmedin. St.Claries'e gitmeden önce ağlamamın sebebi kendi kendime kızmamdı. Ona Walter dememeliydim."

Peter konuşmadı. Aramızda göğsümü sıkıştıran bir sessizlik uzayıp gidiyordu. Ben de bu yüzden devam etmek istedim.

"Sana böyle yaptığın için kızmıyorum. Artık onu sevmiyor olman çok normal. Sonuçta o gittiğinde benim yaşımdaydın ve bunu kaldıramamış olman da çok olası. Ben sadece... Ben hâlâ babamızı seviyorum, Peter. Neden bilmiyorum ama onu seviyorum ve sanırım sevgi duymaktan asla vazgeçemeyeceğim. Eğer bu seni mutlu edecek ve yorgunluğunu alıp götürecekse ona Walter demekten onur duyarım."

Dev bir sessizlik daha büyümeye başladı aramızda, kafama akın eden düşünceler yine yüzümü alevler içinde bıraktığı için şakağımı Peter'dan olan taraftaki salıncak demirine yasladığımda onunla göz göze gelmiş oldum. Çok kısa bir an bile olsa okyanus mavisi gözlerinde o çocuksu pırıltıyı görmüştüm. On altı yaşında olabilirdi ama hâlâ bir çocuktu.

"Üzgünüm," diye mırıldandım başımı yere eğerken. "gerçekten öyleyim."

Bu Peter için bir işaret olmalıydı, bitiş yazısını temsil eden uzaklarda parlayan bir flama misali ona gidişimi işaret ediyordum. Ama sanıyorum ki o bu işareti algıladığında çok geç olmuştu.

Peter salıncaktan kalkıp benim sallandığım plastiğin önünde diz çöktü. Ben de çok yakında yitireceğim gururumu bir kenara itip boynuna sarıldım. Aynı tozlu anılar ve Cambridge'deki evden gelen o kırık çerçevenin taşıdığı eski zamanlar gibi kokuyordu.

"Nasıl seslendiğin umurumda değil, sen yeter ki iyi ol."

Tek bir kuyruk halinde sıkıca toplanmış uzun siyah saçlarımın arasına elini daldırıp sıcak yüzümü kabanının içerisine bastırdı, bir yandan da ondan kısa ve zayıf olmamın avantajını kullanarak burnunu saçlarımın üstüne bastırmıştı. Onun on altı yaşında olduğunu ve benden daha büyük olduğunu tam anlamıyla hissettiğim ilk ve son an da buydu.

Zavallı Peter, diye düşündüm üçüncü kez. Benim bir daha iyi olamayacağımı bilmiyor olmalı.

believerOù les histoires vivent. Découvrez maintenant