nevermore

16 4 12
                                    


27 Şubat 1994
Gece yarısı suları

Bir paket kutu süt almak için yatakhaneden çıkmıştım. 

Paketlenmiş kutu içeceklere, onlarla ilk tanıştığım zamandan beri önlenemez bir sempati duyuyordum. Kulağa fazlasıyla garip gelen bir beğeniydi ancak üzerindeki minik yazıları okumak, enerji yüzdelerini toplayıp hepsi birbirine karışınca yüzde yüzü yani içeceğin bir damlasını oluşturduklarını hayal etmek derslerde ve evde sıkıldığımda hep yaptığım bir şeydi. Ayrıca bu içeceklerin koleksiyoncu yanımla da alakası vardı. Eski ve yeni Peter'lar ile yaptığımız anlaşmalara göre; ben en güzel bozuk paralarımı ona verirdim, o da bana en ilginç pipetleri verirdi. Reiden Gölü'ndeki evimizde geçirdiğimiz neşeli kış periyodunda, Peter ve annem ile biriktirdiğim çeşit çeşit pipetleri paylaşmıştım. Peter'ın yatağına yaydığımız renkli çubukların ne kadar göz kamaştırıcı olduğunu hatırlıyorum. Kırmızı, yeşil ve beyaz çizgili bir sürü çubuk. Onlarla birkaç fotoğraf çerçevesi, iri gözlü bir sürü yılan ve irili ufaklı zayıf insancıklar yapmış ve daha sonra da salondaki mantar panoya hepsini tutturmuştuk. 

Yemekhaneye girip Peter'ın bana çekine çekine iade ettiği büyük hırkaya sarılarak altlarını çamurdan temizlediğim ayakkabılarımla yerde fazla ses çıkarmamaya çalışarak içeriye ilerledim. O an farkına varamayacağım şu ve bu sebeplerden ötürü açık büfe gibi görünen yemek koridorunun ufak ışıkları bembeyaz parlamaktaydı. Karanlık odayı aydınlatan tek şey yemeklerin üzerinden yansıyan, cam duvarla kısıtlanan foton tanecikleriydi.

Etrafı kolaçan etmeyi sürdürerek sessizce  yürüyüp büfenin yanındaki tabldot tabaklarının dizili olduğu tezgaha ilerledim. Mermere parmaklarımı uzatıp parmak uçlarım üzerinde yükselerek orada duran süt kutularından birini aldım ve üzerini yumuşakça yokladım, pipetinin çalınıp çalınmadığını öğrenebilmek için. Her şey yerli yerindeydi, bu da girdiğim gibi sessizce çıkacağım anlamına geliyordu. 

Keşke her şey bu kadar basit olsaydı.

Boyutu avucum kadar olan süt kutusunu büyük, siyah kumaşın içerisine saklayarak hırkamın önünü örterek yürümeye başladım. Yemekhane çıkışını yüzüme çarpıp her yeri aydınlatan parlak ışık sayesinde görebiliyordum, koşmama gerek bile yoktu. Tempolu adımlarla koşar gibi kapıya doğru ilerlemeye devam ettim. Evet, işte her şey yerli yerindeydi. Ta ki kapı yavaşça örtülene kapının yanlarındaki karaltılardan iki çocuk çıkana kadar.

Brandon Norton ve Thomas Fitzgerald. 

"Gecenin bu saatinde senin gibi küçük bir kıza yakışıyor mu hiç?"diye mırıldandı arkamdan gelen biri. Konuşma biçiminden ve sesinden Latin Amerika kökenli ve benden iki üç yaş büyük bir çocuk olduğunu anlamıştım. Yüzünü görmeden tanımam imkansızdı. 

Dizlerim sayılarını bilmediğim bir sürü sapkın oğlanla aynı odada kapana kısıldığımı fark eden reflekslerimle birlikte titremeye başlamışlardı. Pijamalı bedenimi babamın hırkasıyla kapatmayı sürdürdüm, her yerim sarsılıyor olmalıydı. "S-sadece uyku tutmadı,"diye yalan söylemeye çalıştım. Sesimi ilk defa duyuyor olmaları ihtimal dahilindeydi. Yüzüme titreyen, zoraki bir gülümseme oturtmaya çalıştım. "hepsi bu. Şimdi de odama gidiyorum."

Thomas yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle yaklaşıp çenemi tuttuğunda alev alev yanan gözlerimi çevirmeye ve bakışlarımı onun tiksindirici suratından uzaklaştırmaya çalışıyordum. Peter'ı birkaç dakika bile olsun gülümserken görmek için tüm onurumu tüketmeme neden olmuş bu çocuğun şeytani bakışlı kahverengi gözleri ve zayıf yüzü beni hayret edilesi bir tiksinti içerisinde bırakıyordu. "Üzgünüm, hayatım. Bu mümkün değil gibi görünüyor."diye kıkırdayıp yüzüme doğru eğildiğinde arkadan sinsice yaklaşmış olan iki kişi kollarıma yapıştı. Sağdaki göt deliği dirseğimin hemen üzerindeki küçükken yanmış olan noktayı öyle sıkı tutuyordu ki parmakları etimi tuttuğu ilk anda vücuduma yayılan sızı ayak parmak uçlarıma kadar inmişti. 

believerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin