Can, "Tabii ki," dedi başını nazikçe eğerek. Geçmesi için kıza yol verdi.

Damla, Can'ın sempatik karşılamasından gayet memnun bir halde Eylül'ün yanına yürüdü. Kızın masasının yanına geldiğinde, "Selam bebek," dedi. Eğilip Eylül'ün yanağına minik bir öpücük bıraktı. "İşin bitmedi mi daha?" Boş masalara şöyle bir göz gezdirdi. Bir tek sen kalmışsın."

Eylül, "Çok az kaldı," dedi sıkıntılı bir sesle. "Azıcık bekler misin?"

Damla, "Sen işine bak o zaman," dedi. Eliyle Can'ın odasını gösterdi. "Ben Can Bey'in odasında beklerim."

Eylül'ün kaşları yukarı doğru havalandı ama bir an sonra dudakları hınzır bir gülümsemeyle aralandı. "Birazdan yanınıza gelirim."

Damla, ağır adımlarla Can'ın odasının önüne geldiğinde, "Eylül'ün işi henüz bitmemiş," dedi sempatik bir tavırla.

Can, kızın beklentiyle gülümsediğini görünce, "O zaman buyurun," dedi eliyle koltukları işaret edip. "Size içecek bir şeyler ikram edeyim."

Damla, "İşiniz varsa rahatsız etmeyeyim," dedi ama Can'ın olur mu öyle şey dediğini duyunca usulca yürüyüp oturdu.

Karşılıklı oturduktan sonra ikili koyu bir sohbete başladı. Neredeyse yarım saat boyunca sohbet ettiler. Gittikleri üniversitelerden, iş hayatlarından bahsederek birbirlerini tanımaya çalıştılar. Damla karşısındaki adamı çok sempatik bulmuştu. Can'ın neşeli ve esprili bir kişiliği vardı. Uzun zamandır bu kadar çok güldüğünü hatırlamıyordu.

"Ben hazırım..."

Damla, arkasını döndüğünde kapının önünde dikilen Eylül'le göz göze geldi. Can'a o kadar çok dalmıştı ki saati de Eylül'ü de unutmuştu. Toparlanıp ayağa kalktıktan sonra "Arkadaşlığınız için teşekkür ederim Can Bey," dedi en tatlı gülümsemesiyle.

"Rica ederim. Görüşmek üzere," dedi Can. Kızları kapıya kadar geçirdi.

Ofisten çıktıklarında Eylül, Damla'ya döndü ve "Yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla Can seni çok iyi ağırlamış," dedi manalı bir sesle. Lafını bitirdikten sonra kıkırdamaya başladı.

Damla, "Kibar adam," dedi. Can'dan hoşlanmıştı ve bunu inkar etmeyi düşünmüyordu.

Sohbet eder bir halde CKA'den çıktıktan sonra Damlalara gittiler. Damla'nın annesi mantı yapmıştı ve lezzetli bir akşam yemeği onları bekliyordu...

Ertesi gün Eylül işe geldiğinde asansörün önünde Emre'yle karşılaştı. "Günaydın," dedi onu izleyen adama. Nazikçe gülümsedi ama Emre'nin pek neşesi olmadığını görebiliyordu. Ya da belki ona öyle gelmişti.

Emre, "Günaydın Eylül" dedi ciddi bir ifadeyle. Elini ağzına götürüp hafifçe öksürdü. Boğazı yanıyor, başı ağrıyordu. Üzerinde tuhaf bir kırgınlık vardı ama içinde bulunduğu durumu düşünmemeye çalışıyordu. Onu dikkatle izleyen kızla göz göze geldiğinde, "Bugün yine sabah çalışalım olur mu?" dedi. "Öğleden sonra önemli bir toplantım var.

"Tamam Emre Bey," dedi Eylül. Adamın hasta olup olmadığını merak etti ama o an için daha fazla konuşmadı. Normalde çekingen bir insan olmasa da Emre'nin yanında üzerine tuhaf bir tutukluk geliyordu.

Birlikte hiç konuşmadan yukarı çıkarlarken Eylül adamın sessizliğini hayra yormuyor, pozitif bir ruh haliyle başladığı günün kazasız belasız bir şekilde sonlanmasını diliyordu.

Ofise girip çantasını masasının üzerine bıraktı. Ceketini çıkardıktan sonra da notlarını alıp hızlı adımlarla odadan çıktı. Yukarı çıkarken aynadaki görüntüsünü kontrol etti. Üzerinde lacivert skinny bir pantolon, kalçalarına kadar inen, V yaka salaş ama aynı zamanda şık, gri bir bluz vardı. Taba rengi, süet, kısa bir botla kombinin tamamlamış, boynuna ve bileğine gösterişten uzak, sade takılar takmıştı. Görünümü güzel ama yüzündeki ifade gergindi. Her ne kadar Emre'yle barış anlaşması imzalasalar da adamla yan yanayken her an her şeyin olabileceğini biliyordu.

Aşkın Dayanılmaz ÇekiciliğiWhere stories live. Discover now