9: somewhere in love

1.1K 190 71
                                    

Haziran, 2015

Dalgalı denizin getirdiği serinlikle oturduğum sıcak kuma daha çok gömüldüm ve on kişilik arkadaş grubumuzun ortada yaktığı ateşe doğru ellerimi tutup soğuk ayazı yiyip üşüyen avuç içlerimi ısıtmaya çalıştım.

Üniversiten arkadaşlarımla sahil partisi yapmak istemiştik ama hava karardıktan sonra denize girmiş, aldığımız tüm biraları bitirmiş ve söylenecek tüm güzel şarkıları söyleyip geceye dair ne varsa yitirmiştik. Uykusu olduğu için kafası önüne düşüp duran Sohye'ye baktım. Minik yüzü, ay ışığında parıl parıl parıldıyordu ve kırmızı dudakları hafif şişikti. Onunla flörtleşiyorduk ve benden hoşlandığını az çok anlayabiliyordum. Kim bilir, belki her şey daha iyi olurdu.

Herkes kendi çapında bir şeyler yaparken bizden yaşça büyük oldukları belli olan üç çocuk geldi ve içlerinden en uzun olanı elindeki likör şişesini sallayarak bir öneride bulundu.

"Sıkılmışa benziyorsunuz," dedi ve Sohye'nin diğer tarafında kalan açıklığa oturup şişeyi bacaklarının önüne yerleştirdi. "bizimle bir oyun oynamaya ne dersiniz?"

Hepimiz şaşkın gözlerle o çocuğa bakarken daha güleç olan "Namjoon," dedi ve omzunu pat patladı. "zorlama."

İçimdeki cesaretli çocuk konuşmaya başladı ve transa geçen arkadaşlarımın mallıklarını önemseden lafa atıldım.

"Olur," dedim ve omuz silkerek ayakta olan diğer ikisine açık yerleri gösterdim. "başlayalım."

Gruptaki diğerlerinden daha kısa olan üçüncü kişi, burnuna kadar olan şapkasını hafifçe yukarı kaldırdı ve ince ince çıkmış sakallarıyla kendini gerçekten çok iyi kamuflaj ettiğini düşündüm.

Karşımda oturup bana bayık gözlerle bakan kişi; Min Yoongi'den başkası değildi.

Yine tam bir sene geçmişti.

Yutkundum ve yanlarında getirdikleri shot bardaklarına içkiyi doldurmaya başladım. Oyun basitti; bir itiraf bir shot demekti. Uyuklayan Sohye oyunun etkisiyle kendine geldi ve bana flörtöz bir şekilde yaklaşıp ellerini bacaklarıma yerleştirdi. O sırada refleks ile gözlerim Yoongi'nin gözlerini mıknatıs gibi çekti.

Bize bakıyordu.

Ah, bize değil. Sohye'nin bacağımdaki ellerine bakıyordu.

Alaycı gülümseyişimin yüzümde kalmasını sağladım ve kolumu Sohye'nin omzuna attım. Saniyeler sonra, oyun başladı.

Namjoon, "Hiç sokakta bir duvara işemedim." dedi ve shot attı.

Yalan söylediği için shot atıyordu. Oyunun mantığını tam olarak çözdüğümde sıra Sohye'ye geldi.

"Park Jimin'e aşık değilim." dedi ve shot attı.

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken bana geniş bir şekilde gülümsedi. Shot bardağını alan ellerim titriyordu.

"Hiç bir erkek ile öpüşmedim." dedim ve Yoongi'nin gözlerinin içine baka baka bardağın kenarını dudaklarımla yalayıp sıvıyı mideme gönderdüm.

Benden sonra gelen Aya, "Hiç okulda sigara içmedim." dedi ve tabii ki yalan olduğu için bardak havaya kaldırıldı.

Daha sonra Dean, Cheli, Jiwoo ve Joseph birer shot atıp saçma itirafta bulundu. Niyahet sıra dizlerimi titreten adama gelmişti.

"Hiç bir erkek ile fena şekilde sevişmek istemedim." dedi ve tebessüm ederek bardağı kafasına dikti. Geri kalan üç kişiden sonra sıra yine Namjoon'a geldi ve zaten yerinde olmayan kafasıyla tekrar yapalım mı diye sordu ve grup yalap şalap bir şekilde onu onayladı. Bardaklar ikinciye dolarken Sohye bana dikkatle baktı ve sıra ona geçtiğinde herkesin duyacağı bir tonda mırıldandı.

"Hiç bir erkeğin fotoğrafına bakıp kendimi tatmin etmedim." dedi.

Sertçe yutkunurken önce likörü içtim ve sonra itirafım için dudaklarımı araladım.

"Daha önce hiçbir insana güvenmedim." dedim ve kafamı öylesine kaldırırken Yoongi ile göz göze geldim. Sonra ise... gözlerini kaçırdığını.

Çünkü Sohye beni zorlukla ayağa kaldırmış, gruptan uzağa doğru çekiştiriyordu.

"Ne var?" diye sordum, sinirle. Onun yüzünden Yoongi'nin itirafını duyamayacaktım.

"Derdin ne senin?" diyerek koluma vurdu ve bana yaklaşıp yüzüme doğrı nefes verdi. "Bana umut verdiğinin farkındasın, değil mi?"

"Ne umudu, Sohye." dedim, kafamı iki yana sallarken. "Sadece iki haftadır konuştuğum flörtümsün sadece."

Eh, bu kızında nasıl bir kız olduğunu tüm Seul biliyordu.

"Öyle olsun, Park Jimin." dedi ve gecenin ikisi olmasına aldırmadan caddeye taksi çağırmaya çıktı ve arkasında, kumdaki topuklu ayakkabı izleri bıraktı.

"Yeni oyuncağın sana kızdı, sanırım?"

Yoongi'nin sesi kulaklarıma dolduğunda kendimden, kendimi yok etmek istercesine utandım. Neredeyse yirmi bir yaşında olacaktım. Sorumluluklara sahip olduğum bir hayatım ve dikkat etmem gereken davranışlar vardı.

Fakat, bu ses...

Her şey, bu sesi duyduğum an bitiyordu. Hiç bulamayacağım bir mahzene inip orada, kendi halinde saklanıyordu. Ben burada aşkın en yalın haliyle tek başıma, bir nevi bir başıma çünkü bir olmak; herkesin harcı değildi, bekliyordum.

Onun bana gelmesini.

Ona gitmeye gücüm yoktu.

"Hayır," dedim ve boş gözlerle karşıma dikilmiş olan Yoongi'ye baktım. "önemsiz biriydi zaten."

"Benim gibi mi?"

Kelimeleri; canımı o gün yaptırdığım ve hala durmakta olan dövmemdeki gibi acıttı. Harfler işlerken dişlerimi sıkarak kanın sessizce akmasını beklemiştim. Şimdi de tıpkı öyleydi; yalnızca tenime giren iğneler dışında, kalbimi kesip parçalayan kelimeler vardı.

"Senin yerini kimse alamaz, Yoongi." dedim ve yıllardır nasıl aciz olduğumu anlamasını umdum.

"On yaşından beri senin yerini kimse alamadı, Yoongi."

Bana gülümseyerek baktı ve beni, dünyanın en aşık insanı haline getirdi. Tanrım, onun gülümsemesi hakkında bir ansiklopedi çıkarılabilir miydi?

"Jimin," dedi ve gözlerini benden kaçırarak dibime kadar geldi. "sana yaşattığım her şey için çok özür dilerim. Sana kendimi affettirmek istiyorum."

Kot cebine elini soktu ve içinden boncukları turkuaz bir taştan yapılmış zarif bir bileklik çıkardı.

"Düşersek birlikte düşelim, kalkarsak beraber ayağa kalkalım ve gülersek, dişlerimiz birbirine çarpışsın ki gülüşlerimiz hiç solmasın. Park Jimin, sevgilim olur musun?"

Onun için dünyayı kurtarırdım, haberi yoktu.

Ben ona ifadesiz bir suratla bakarken bilekliği bileğime geçirip enseme parmaklarını yerleştirdi.

"Cevabın?" dedi, sorarak.

"Sen," dedim ve alınlarımızı birleştirmeden önce mırıldandım. "her zaman sen olacaksın, Yoongi."

Dudaklarımızı birleştirdiğimizde tekrar nefes alabildiğimi hissettim ve ihtiyaç ile tüm bedenimi ona yasladım ve ayakkabımın içine giren kumları bile sevdim. Sırtımdaki karıncaları ve hatta dalgalardan kalan pis yosunları...

Onu öpmek bir büyü gibiydi.

Sonra; bir silah sesi duyuldu.

somewhere only we know :: yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin