4: something in my bones

1.2K 217 27
                                    

Ağustos, 2008

Ateş.

Kemiklerimde tutuşarak bir gerçekliği var eden şeydi. Damarlarımı yok ederek içindeki kanı silip süpüren aynı zamanda inanılmaz derecede acı veren bir savaş çığlığıydı.

Yürüdüğüm sokakta utangaç ve utanmazdım ama pahalı ayakkabımın tabanı yerdeki çamuru pantolonuma bulaştırmıyordu. Eskimiş kağıda açık gözlerle dikkatli bir şekilde bakıyordum ve muhtemelen gelmiş olmalıydım.

Ateşe.

Yoongi'nin yaşadığı yere.

Benim için evden tek başına kaçmak artık bir hapishaneden kaçmaktan daha zor olduğu için sayamayacağım kadar bahane uydurmuş üstüne psikoloğumu da kandırarak gitmem gerektiğine izin verdirmiştim.

Saatlerdir yolda, çirkin bir yazının kapsadığı adres ile onun yaşadığı yeri bulmaya çalışıyordum. Gecenin karanlığı bastırdıkça umudumu yitirsem de inatla yürüyordum. Sıcak hava da bir yandan moralimi bozsa bile dandik mürekkebin bıraktığı yere gelmiştim.

Tahta bir kapının önünde durduğumda on üç yaşında olmanın verdiği cesaret ile küçük ellerimi kullandım ve kapıyı üç kez çaldım.

"Kim o?"

Gelen sesin tanıdık olmayışı, ufak güven kırıntılarımı bölük pörçük ederken hafifçe yutkundum ve ses verdim.

"Park Jimin."

Birkaç tıkırtı duydum ama bana karşılık verilmedi ve bir an için olabilecek tüm ihtimalleri kafamda kurarak kendi kendimi korkuttum. Saniyeler zamanı köşeye sıkıştırıp koşturturken ellerimi önümde birleştirerek ceza almışçasına bekledim.

Dakikalar sonra kapı yarım bir şekilde aralandı ve rüyalarımdan asla çıkmayan o soluk suratı gördüm.

Min Yoongi.

Bu ev bile sayılmayan küçücük kulübe ona hiç yakışmıyordu ve bir kez daha hayatın adeletine küfrettim.

"Hoşgeldin," dedi donuk bir ifadeyle. Beni beklemediği gözlerinden okunuyordu. "bulmak zor olmadı mı?"

"Oldu," dedim açık açık. "içeri girebilir miyim?"

Attığım adım havada kalırken çatık kaşları kendisine daha ayrı bir anlam katmıştı.

"Hayır," dedi ve sokağın sonunu gösterdi. "yürüyeceğiz."

Onu kafamla onaylarken dizlerine uzanan kaprisine ve üstündeki siyah, ince gömleğe baktım. Hava sıcak olduğundan onun hakkında endişelenmiyordum yalnızca bazen... takım elbise içinde nasıl görünür diye merak ediyordum.

Geniş bir çocuk parkına çıktığımızda koşarak salıncaklardan birine oturdum ve ayaklarımı yere sürterek uçmaya başladım. Keskin gözlerle beni izleyen çakma abime hiç pas vermeden sadece anın güzelliğini yaşıyordum.

Yanımdaki salıncağa oturup bana döndüğünde ben de hızlandığım oturağı yavaşlattım ve karşı karşıya gelmemizi sağladım.

"Nasıl gelebildin?" diye sordu, imayla. "Arkanda biri yok, değil mi?"

"Hayır," dedim modum birden düşerken. Bana inanmıyor olmalıydı. Başına iş açacağımdan korkuyor olmalıydı. "tek başımayım. Yemin ederim."

"İyi."

Kestirip atınca daha çok üzüldüm ve gözümden akan birkaç damla yaşı saklayamadım. Nedense aramızda geçen arkadaşlıkta ödün veren hep ben oluyordum. Ayağa kalktığımda serin bir rüzgar esip geçti ve üzerimdeki tişörtün yakaları açıldı.

Sinirle Yoongi'ye dönerken gözlerinin köprücük kemiklerimi izlediğini görmüştüm. Neden o kadar dikkatli baktığını anlamasam da kendi atarıma devam ettim.

"Ben gidiyorum." dedim ve kafamı yukarı kaldırarak, biraz da olsa şişko kafamı saklamaya çalıştım. "Bir daha görüşemeyebiliriz."

"Hey! Nereye?"

Hızla salıncaktan kalkıp bileğimi tuttuğunda titredim ve ellerinin ilk kez bu kadar sıcak olduğunu fark ettim. Bir an ateşi çıkmış olabileceğini bile düşünmüştüm.

"Eve." dedim kısa ve öz. Benden şüphelenen birinin yanında kendi hayatımı tehlikeye atıyordum.

"Gitme," dedi ve küllü parmaklarını parmaklarımın içine geçirirken boylarımız eşit olduğundan direkt olarak gözlerime bakıyordu. "biraz daha kal."

"Sana güvenmediğim için üzgünüm ama seni takip eden biri olursa benim elimde avucumdakilere zarar verebilirler."

"Ki inan, tehlikeye atabilecek hiçbir şeyim yok."

"Seni anlıyorum, Yoongi." dedim, onun Daegu aksanına inat düzgün Seul aksanımla. Bunu yalnızca yalan söylerken yapardım.

"Ama ailem bana çok baskı uyguluyor ve buraya gelmek için bile binlerce yalan söyledim. Artık kader bizi bir araya getirinciye kadar seni göremeyeceğim."

"Bu son mu yani?" diye sorduğunda, akan yaşlarımla kafamı onaylarcasına salladım.

"O zaman veda etmeme izin ver." dedi ve sıcacık ellerini buzlaşmış boynuma yerleştirip dudaklarını alnımın ortasına bastırdı.

"Yoongi..." diye mırıldandığımda dudakları hala alnımdaydı. Orada dinleniyor ve meditasyon yapıyor gibiydi.

"Bir dahaki buluşmamızda," dedi ve tekrar gözlerimizi birleştirdi. "seni nasıl öptüğümü hatırla."

"Çünkü özlemiş olacaksın."

"Sen de," dedim, burnumu çekerken. Çok üzülüyordum, tek gerçek arkadaşımı, tek çakma abimi ve belki de tek aşkımı kaybediyordum. "benim gözyaşlarımı hatırla."

"Onları özlüyor olacaksın."

----------

Yorum ve oylarınızı bekliyorum♡

minnoş yoongi ile iygeceler diliyorum~

somewhere only we know :: yoonminWhere stories live. Discover now