#Ruhun Buz Gibi Jimin#

Comenzar desde el principio
                                    

Bir yandan öpüp diğer yandan da bacaklarımı okşuyordu.



Jimin yatağına doğru ilerleyip beni yatağa attı. Sırt üstü düştüğüm yatakta hemen üzerime çıktı ve kaldığı yerden boynumu öpmeye devam etti.


Kalbimin atışları inanılmaz bir hal almıştı ama Jimin durmak bilmiyordu. Dudaklarını boynumdan ayırıp üzerinde ki tişörtten kurtuldu. Benimkini de çıkarmak adına tişörtümün uçlarından tuttuğunda aniden ellerini tutarak durdurdum. Jimin ne olduğunu anlamak adına başını boynumdan kaldırdığında yüzüme baktı. O da benim gibi nefes nefese kalmıştı.

Gözümden birkaç yaş düşerken konuşmayı başarabildim.

"Lütfen... Yapma..."

Kollarından güç alarak üzerimde duran Jimin, az önce yaptıklarından pişman olmuşcasına bakıyordu.

"Bunu istemiyor muydun?"

Kafamı iki yana sallarken gözyaşlarım daha da arttı.

"Bu şekilde değil... Beni sevdiğin için öpmeni istiyordum. Dudakların sıcak, öpüşlerin sıcak fakat ruhun buz gibi Jimin..."

Jimin başını önüne eğip bir süre öyle kaldıktan sonra üzerimden kalktı.

"Özür dilerim." dedi yüzüme bile bakmadan ve odadan çıktı.

Yatakta kıpırdamadan öylece durdum. Ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım. Az önce içimde tuttuğum ve bir türlü dışarı atamadığım yaşları şimdi doyasıya akıtıyordum. Bir süre Jimin'in yatağında ağladıktan sonra yataktan kalkıp odadan çıktım. Biraz önceki yaşadıklarımızı düşündükçe kalbim acıyor ve nefes alamayacak duruma geliyordum.

Yüzümü ıslatan yaşları elimin tersiyle silerek kurutmaya çalıştım. Jimin ortalıklarda yoktu. Nereye gittiğine dair de hiçbir fikrim yoktu. Tek istediğim şey şu an buradan çıkmaktı. Asansör en alt kattaydı. Bu yüzden onu beklemek yerine yan tarafında ki merdivenlerden inmeye karar verdim. Birkaç kat indikten sonra duvarında 2. Kat yazan yere gelmiştim. Etrafta birkaç kişi vardı ve hepsi beni gördüğünde kim olduğumu anlamaya çalıştılar. Onlara bakmak yerine önüme dönerek inmeye devam ettim. Benim gittiğimi gören bu insanlar arkamdan fısır fısır konuşmaya başladılar. Hiçbiri umurumda olmadığı için ilerlemeye devam ettim.

İlk kata geldiğimde etrafta, güvenlik görevlisi adam hariç kimse yoktu. Ona da aldırış etmeden binadan çıktım. Bir an önce eve gidip kendimi odaya kapatmak ve hiç çıkmamak istiyordum.

Taksiye binmek yerine biraz yürümeyi tercih ettim. Eve gitmek istiyordum ama bir o kadar da istemiyordum. Yürümenin ve düşüncelerimle yalnız kalmanın daha iyi olacağını düşünüyordum.

Merkeze doğru yürümeye başladıkça etrafda ki insan sayısı çoğalıyordu. İnsanlar çoğaldıkça da fısıltılar artıyordu.

Genç bir kitlenin olduğu yere gittiğimde herkes bana bakıyor ve kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Yeni fotoğrafları gördün mü?"

"Ne yani şimdi sevgililer mi değiller mi?"

"Jimin herkese yalan söylemiş!"

"Ah gerçekten bunu mu beğenmiş?!"

Konuşmalar arttıkça da sinirlerime hakimiyetim zorlaşıyordu.

Yürümeyi kesip cebimden telefonumu çıkardım. Şimdi hepinizin derdini anlayacağım.

İlk yaptığım şey Jimin'in fan sayfalarından birine girmek oldu. Gördüğüm şeyle ise kalbim ağzımda atmaya başladı. Tam anlamıyla kanım donmuştu.

O gün yumurta saldırısından sonra Jimin'e sarıldığım anı biri çekip internete sızdırmıs. Maalesef o kadarla da sınırlı değildi ki diğer paylaşımda da bugün BigHit'te çekilmiş bir fotoğrafım vardı! Merdivenlerden inerken 2.katta gördüğüm o insanlardan biri çekmişti belli ki. Peki ya yumurta saldırısının olduğu gün ki fotoğrafı kim çekmişti?

Kocaman açılan gözlerimle telefona bakarken birden telefon çalmaya başladı. Arayan Sun Hed'ydi. Hemen telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Young Jae sen ne yapıyorsun?!"

Baya kızgındı. Kendine hakim olmaya çalışıyordu fakat başaramıyordu.

"Bir yere gitmem gerek derken Jimin'in şirketini mi kastediyordun?! Gerçekten çıldırmış olmalısın! Artık bir an önce eski Young Jae olabilir misin?! Her yerde siz konuşuluyorsunuz! Her yere fotoğraflarınız sızmış! Peki şimdi ne yapmayı planlıyorsun?!"

Haklı olduğu için bir şey söyleyemiyordum. Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrimde yoktu. Kendimi şu koca dünyanın ortasında çırıl çıplak kalmış gibi hissediyordum.

Sun Hee beni seviyor olabilir fakat sınırları ciddi anlamda zorlandığım için artık o da ne yapacağını şaşırmıştı. Bu tepkisinde de son derece haklıydı.

Peki şimdi ne yapacağım?

İnsanlar telefonlarını çıkarıp fotoğrafımı ve videomu çekiyordu. Ben ise hiçbir tepki vermeden kulağımda tuttuğum telefonla öylece duruyordum. Zihnim tamamıyla durmuştu. Şu an birini sevdiğim ve bu sevgim uğruna çaba gösterdiğim için suçlu olmuştum.

Etrafta fısıltılar yükseldikçe anlam kargaşam da yükseliyordu. Ağlamak istiyordum ama artık ağlamanın bir kurtuluş yolu olmadığının farkında vardım.

İnsanlar etrafımda geniş bir halka oluşturup telefonlarıyla beni çekmeye devam ederken bir şey söylemem gerektiğini fark ettim. Ağlamamak için kendimi zor tuttuğumdan dolayı sesim bir hayli cılız çıkıyordu.

"Ben..."

Cümleye nasıl başladığımı bilmediğim gibi nasıl bitireceğimi de bilmiyordum. Söylemem gereken şeyleri zihnimde toparlamak için büyük bir uğraş verirken insanlardan bir uğuldama yükseldi. Uğuldamaya eşlik eden flashlar patlarken gözlerim acımaya başlamıştı. Ne olduğunu anlamak adına arkama dönmeme fırsat bile kalmadan bileğimde bir sıcaklık hissettim. Yanıma gelen, bu sıcaklığın sahibine baktığımda, yaşların dolduğu gözlerim kocaman açıldı. Şaşkınlıktan açık kalan duraklarım arasından kelimeleri zorla dökebildim.

"Jimin?"

WINGS | pjmDonde viven las historias. Descúbrelo ahora