bir piyanistin vedası

35K 1.5K 266
                                    

Sean Beeson-Morning Light

Ve artık öyle bir an gelir ki sevgilim
Sen dünyada, ben maverada
Ruhum yükselirken arşa
Bir yalan olur kalbinden göç ederim

7 Şubat 2000

Bulutsuz bir kış gününün güneşi; soğuk yansımasını yeryüzünün kir dolu ve günahlarıyla parlayan insanlarının, insanların ayak izleriyle cayır cayır yanan kaldırımlarının üstüne düşürüyordu. O gün hava bir nebze daha sıcak ve diğer günlere nazaran daha kuruydu. Aslında o gün hava ve gökyüzündeki soğuk güneş bir şeyleri gizliyordu bünyesinde, tıpkı bulutların taşıdıkları kar kristallerinden ayrılmak istememesi ve onları saklaması gibiydi bu gizleniş. Sadece bir kişi biliyor, sadece bir kişi görüyordu fakat sadece bir kişi ölmeyecekti.

Banyoda yere oturmuş, elleriyle klozetin yanlarını sıkıca kavramış ve alnından sıra sıra ter dökerek kasılan bedenini zapt etmeye çalışan adam, midesine saplanan sancılardan aklını kaybetmesine sebep olacak kadar acı çekiyordu. Beş dakika geçmişti striknin zehrini içmesinin üstünden, sadece on dakika sonra ruhu bedenini terk edecekti. Gülümsüyordu adam, gözlerinden yaşlar süzülürken ruhunun kayıp yanlarıyla birlikte ve hududun hudutsuzluğunda; katran karası günahlara meze olan dudaklarıyla gülümsüyordu. Gözlerinin önünden silinmeyen o anlar, nasıl da bedbaht bir kadına ev sahipliği yaptığını bilmeyişi, dudaklarını ucu zehir gibi kanlı bir hançer gibi yarıp dudaklarından dökülen sözlere hâkim olamayışı, ellerindeki ihanet... Sanki her bir anı ona artık zamanı geldiğini hatırlatır gibi, daha fazla vicdan azabından boğulmasını ister gibi uzun uzun oynuyordu zihninde.

Yasemin, güzel ve tehlikeli kadındı. Yanağında kocasının tokadını taşıyan, ruhu küçüklüğünden darbe yemiş ve asla anne olamayacak kadar anne olan kadın. Hakan, karısı hakkında her şeyi öğrendiğinde öfkesinden nöbet geçirmiş; her zaman olduğu gibi yine sarhoş olarak Yasemin'in kucağında ağlamıştı. "Ellerim kırılsaydı," demişti hıçkırıkları arasından, "Kırılsaydı da dokunmasaydım sana." Oysa dokunmuştu, sevgisiyle dokunmuş olsa bile dokunmuştu. Harabeyi ayakta tutan tek taşı yerinden çekip alarak fırlatmıştı bir uçurumun dibindeki hoyrat dalgaların arasına, ardından izlemişti harabenin yerle yeksan oluşunu. Halbuki o hırçın dalgalara gömülen taştı harabeyi ayakta tutan, daha değerli olan, kaybedilmemesi gereken... Şaheserinin sarhoşluğuna kapılıp taşın peşinden gitmeyi aklına bile getiremeyecek kadar düşkün bir haldeydi.

Minik ellerin kapıyı yumruklarken çıkardığı hafif ama heyecanlı ses doldu banyonun içine, ardı arkası kesilmeksizin ahşap kapıya vurarak babasına sesleniyordu Neva. Hakan gülümserken ruhunun derinliklerinde yahut bedeninde bulduğu son bir gayretle ayağa kalkarak sifonu çekti, ağzını çalkaladı o iğrenç tattan kurtulmak için. Minik kızı kapının arkasından ona seslenmeye devam ediyor, onu şarkılar eşliğinde yanına çağırıyordu. Daha çok gülümsedi, parmakları sızladı kızını sarmadıklarından. Bu özlemin ağırlığı sebebiyle çok fazla durmadı banyoda, dışarı çıkarak güzel kızını kucağına aldı; sıkıca sardı kolunu Neva'sının beline. Küçük kız da babasına tüm kuvvetiyle sarıldığında Hakan kemiklerinin az sonra kırılacağını, içinin parçalanmaya başladığını hissetti. Yüzü buruştu bu acıyla ama hemen toparlanması gerektiğinin bilincindeydi.

"Baba," diye şakıdı sarışın kız ve Dünya'yı anımsatan gözlerini babasının gözlerine eğdi, "Bana yine piyano çal, lütfen!"

Hakan yüzünü öne doğru uzatıp kızının tombul, pembe yanağına yumuşacık bir öpüş bıraktı; kokusunu soludu acımaya başlayan ciğerlerine aldırmadan. Dünya ismi verilen bu kir pas tutmuş yerde ışık saçan tek varlıktı kızı. Güneşi bile sönük bırakacak kadar güzel saçları ve Dünya'nın bereketli renklerini solduracak kadar parlak gözleri vardı kızının. Gülüşü ise bu zamana dek eşi ya da benzerine rastlamadığı en mükemmel ezgilerin bir araya geldiğinde bile oluşturamayacağı mükemmelikteydi. Neva'sı; onun sesi, sedası, ahengi, namesi... Gücü ve kudreti, tek zenginliği.

Küçük kızı için yeniden düzenledikleri, eskiden piyanosundan başka hiçbir şeyin olmadığı odaya girdiler birlikte; her zamanki gibi babasının kucağında oturuyordu küçük kız ve her zamanki gibi büyük bir hayranlığın gizlenmediği o parlak gözleriyle izliyordu babasını. Hakan, piyano tuşları üstündeki ahşap kapağı kaldırarak ayaklarını pedallara yerleştirdi, kızını hemen yanı başına indirdi. Parmaklarını son kez dolaştırıyordu tuşlarda, ölümü içen nefeslerinin son arzusunu gerçekleştirmek üzereydi adam: Kızının yanında olacak ve bir piyaniste yakışan ölümü giyecekti ruhunun üstüne. Zaten ölmek için epey müsait bir gündü.

"Neyi çalayım can şenliğim?" diye sordu Hakan sımsıcak çıkan sesiyle, şefkâtli gözlerini küçük kızının yüzünde dolaştırdı. "Ninnini çalayım mı sana?"

Küçük kız babasını onayladı ve kollarını göğsünde bağlayıp babasının ona öğrettiği gibi çiçek olarak onun, piyanonun üstünde gezinen parmaklarını izlemek için bekledi hevesle. Hakan daha fazla bekletmedi kızını, parmakları artık ezberinde olan; zaten kendi bestelediği ninnin notalarını tuşlarken dudaklarında minik ancak derin bir tebessüm vardı. Dokunduğu her tuş onu bir adım daha yaklaştırıyordu ölüme, parmakları seğiriyordu. Sırtı, sanki zehirle baş edebilirmiş gibi her geçen saniye dikleşmişti. Korkmuyordu, canının acısı az sonra geçecekti. Ölüm onu öldürürken beyaz ve siyah tuşların üstüne kapanacaktı gövdesi. İlahi bir ölüm olmayacaktı belki ama ona yakışır olacaktı bütün bunların ötesinde. Kızının yanında ve bir piyaniste yakışır şekilde...

Her birine binlerce kez basmıştı bu tuşların ve her birine binlerce duyguyu saklamıştı adam, basılan aynı notayken her zaman, bir sonraki seferinde daha bir tutkuyla çıkmıştı melodiler; daha bir bağlayıcı...

Dudaklarının ardındaki metalik tat başını döndürüyordu, gözlerini kapadı Hakan. Elleri ise durmadı, devam etti ninniyi çalmaya, ölümün soğukluğunu kucaklıyordu tam da bu sırada. Kızını sarıp ondan özür dilemek istediyse de yapamadı, elleri öne uzanmadı. Son kez yutkunduğunda bir damla kan dudaklarından sızdı. Kızı onu izlerken yarım kaldı ninni, başı uyur gibi düştü piyanonun üstüne.

Siyah beyaz tuşlar kırmızıyla lekelendi.

Bir piyanist öldü.

Küçük bir kızın hayalleri can çekişti.

Son nota yarım kaldı.

NOTA ♫ ♪ (Müzikten Bedenler #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin