20. Bölüm - Part II

4.2K 218 21
                                    

Şey, bu part zımbırtısını sevmediğinizi biliyorum, ama yetişterebileceğimden emin olamadım bir türlü. Her neyse, final 3-5 bölüm kadar gecikti. Haberiniz olsun, artık sevinir misiniz sevinmez misiniz size kalmış. İyi okumalar. :D -kalp-

Ellerimi şortumun cebine sokup, koltukta kamburlaştım. Yan tarafımda Shelby, arabayı kullanırken, ben somurtmakla idare ediyordum.

Ve hayır ben İngiltere’ye dönmemiştim, Shelby buraya gelmişti. Amerika’ya yani.

İki gün önce, telefon konuşmamız(?)ın hemen ertesi sabahı onu kapımda bulmuştum. Bana destek olması gerektiğini düşünüyormuş. Aptallık etmemeliymişim. Shelby’nin destek olma şekline hayrandım.

“Nereye gidiyoruz?” Elimle saçlarımı karıştırdım.

“Eğlenmeye,” Sırıttı. “Demek istediğim, lunaparka.”

Gözlerim hiddetle açılınca, koltukta doğruldum. “Ne?” Sesimin tizliği beni bile şaşırmıştı.

“Uzun zamandır gitmiyordum,” Diye açıklama yaptı.

“Of,” Şakaklarımı işaret parmak uçlarımla ovuşturdum. Bugün çok az şey yemiştim, çok az uyumuştum. Kendimi sağlıklı hissettiğim söylenemezdi. O aptal oyuncaklara binip, istemsizce korkup boğazım yırtılana kadar çığlık atmak istemiyordum. “Bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum.”

“Ruhun kaç yaşında senin tanrı aşkına?”

Gözlerini yoldan ayırıp bana ters bir bakış attı. “13 milyon.”

Shelb’in kaşları çatıldı. “Ne?” Tıpkı dakikalar önce benim sorduğum gibi, o da aynı ses tonuyla sormuştu.

“Ruhum diyorum, 13 milyon yaşında.”

Kahkaham arabada yankılandığında, Shelb direksiyonu o kadar sıkı tutmuştu ki, parmak boğumları bembeyaz olmuştu. “Yine çok komiksin.”

“Evet, evet,” Dilimi çıkardım.

Keyfimin az da olsa yerine gelmiş olduğu gerçeğiyle yüzleştiğimde, eş zamanlı olarak yüzüm düşmüştü.

Neden böyle olduğunu anlayamıyordum. Ne zaman komik bir şeye gülsem, ya da nefes almaktan hoşlanmaya başlasam, birden bam! Sanki bunun olmaması gerekiyormuş gibi, vücudum mutluluğu reddediyordu. Kendimi kesinlikle anlayamıyordum.

Araba aniden durduğunda, neredeyse cama yapışıyordum.

“Geldik,” Dedi Shelby suratındaki kocaman gülümsemeyle.

Gözlerimi kıstım, öne doğru fırlayınca göğsüm kasılmıştı.

Arabadan indiğimde, gözlerim karardı. Bunu yemek yememe ve uyuyamadığıma verdim. Zaten haftalardır, bayılıp duruyordum. Gözlerimin kararmasına da alışmıştım.

Kolumu arabaya yaslayıp kendime destek edindikten sonra, lunaparka çevirdim bakışlarımı.

Gözüme ilk çarpan şey, lunaparkın boşluğuydu. Günlerden çarşamba olabilirdi, fakat böylesine boş olması da garip değil miydi? Ne bileyim şimdiki gençler -ben de hala gencim biliyorum, evet- lunaparkta eğlenmeyi sevmiyor muydu?

Shelby, gişedeki kadından bilet almadan içeriye girip bana eliyle gel işareti yaptı. Dikkatim dağılmıştı. Neden bilet almıyordu?

“Hey!” Diye seslendim Shelby’ye. “Bilet alman gerekmiyor mu?”

Sorumu duymamazlıktan gelip yürümeye devam etti.

Lunapark, sıradan bir lunaparktı. Neredeyse-devasa hız treni daha binmeden insanı korkutabiliyordu. Zaten onlardan nefret ederdim. Yani, şey, korkardım da.

Autumn Leaves (Türkçe)Where stories live. Discover now