VEDA

428 38 11
                                    

25


Yatak odasına girdiğinde, " Bahçede kameralar vardı. " dedi yutkunarak. " Aldo beni işbirliği yapmaya zorlayınca... Kabul ettim. "

" Biliyorum. " dedi Aral. Sesinde rahatlatıcı bir tını vardı. Kadına, her şeyi biliyorum ve hiçbir şey olmayacak, rahatla, demek ister gibi konuşup bakıyordu.

Kadın alayla güldü. " Ne kadar şaşırtıcı. "

" Kameralara görünmeden girdim. "

" Harika. Süperman. " diye mırıldandı ve yatak odasına girip tekli koltuğa oturdu. Ardından kalkıp dolaptan bir yastık ve pike çıkarttı. Kapıya doğru yönelmişti ki Aral'ın sesiyle durmak zorunda kaldı.

" Bihter lütfen. " diye mırıldandı adam yalvarır gibi. " Burada yatalım. Yatağımızda. Beraber. "

Bütün hücreleri uyuşmuş gibi hissediyordu. Olduğu yerde durup kapı kolunu inceledi ve hala ilk günkü kadar parlak olduğunu fark etti. Sonra derin bir nefes alıp kendisine geldi. Bu yabancıyla aynı yatağa girebilecek miydi? Hiçbir şey yokmuş gibi onun kendisine dokunmasına, sarılmasına izin verebilecek miydi? Bilmiyordu. Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Adama doğru dönüp kafasını salladı ve yastıkla pikeyi az önce oturduğu tekli koltuğa bıraktı. Yatağına girip kendi tarafına döndü. Az sonra kendisini saran kolları hissettiğinde yeniden irkilmişti. Aral, haftalardır bu anı bekliyordu ve karısını özlemle sarıp sarmaladı. Ne aptalca bir oyun oynamış, ne aptalca şeyler yapmıştı. Onlardan ayrılma fikri başlı başına bir fiyaskoydu.

Kadın gece boyu ne yapacağını düşündü. Bu adamın istediği gibi her şeyi yok sayıp, oğlu için onunla kaçmayı kabul edebilecek miydi? Annesine ne diyecekti? Bütün bunları nasıl izah edecekti? Onun kendisini kandırmasını, yıllarca aptal yerine koymasını yok sayabilir miydi? Öte yandan, Aral'ın kötülük yaptığı onca insanın günahına nasıl ortak olabilirdi? Hayat kurtarmaya yemin etmişken, yok olan onca hayatın altına bir de kendi imzasını nasıl atabilirdi? Yapamazdı. İçi acıyor, yanıyor ve aldığı nefesler yetersiz geliyordu. Sürekli ağlama isteğiyle tutuşuyor ama onu da yapamıyordu. Koca bir çıkmazın sonunda, kör kuyular içinde ve dibindeydi cehennemin. Kurtuluş yolunun hangisi olduğunu kestirmeye çalıştı. Hangi eli tutmalıydı?

Vicdanı, koynunda uyuduğu adamınkini tutmayı reddetti. Sabaha karşı daldığı yirmi dakikalık uykusundan günün ilk ışıklarıyla uyandı. Kafası adamın göğsüne yatmıştı. Bu görüntüyle midesi ağzına geldi. Elini onun gövdesinden çekip doğruldu ve başını yukarıya doğru kaldırıp adamın yüzüne son kez, uzun uzun bakıp inceledi. Artık o, uyurken bile masum değildi. Bihter'in tanıştığı adam değildi. Her şeyi bir anda alt üst olmuş, bir gecede aşkını yeniden ve bu kez gerçekten kaybetmişti. Sevdiği adam artık yoktu, bu adamı tanımıyordu. Bu dünyanın hiçbir köşesinde onun yüzüne bakıp gülümseyemezdi, hiçbir yerde onun elini tutamaz ve onunlayken huzurlu uyuyamazdı. Yataktan çıkıp minik adımlarla aşağıya indi ve telefonunu eline aldı. Birkaç saniye sonra kalın, sert bir ses kendisine uykulu olarak cevap verdiğinde, önce sessiz kalıp hemen ardından kendisini toparladı. " Komiser Bey? " diye mırıldandı uyuşuk bakışlarını dış kapıya dikip. " Suçlu burada. "

***

Bu saniyeden sonra her şey çabucak olup bitti. Yarım saat içinde polisler evi sarıp İsa Aral Kavan'ı tutukladı. Adam uykunun en tatlı ve en huzurlu yerinde yakalandığı şoktan kısa sürede ayıldı. Neler olduğunu başta idrak edemese de, karısının kendisine bakmayan yüzüne gözlerini diktiğinde gerçekleri anlaması uzun sürmedi. Etrafında her şey buğulu bir camın ardında olup bitiyor gibiydi. Sesler ve görüntüler boğuktu, içinde de garip bir soğukluk vardı. Adam o an sıcağın insanı huzursuz ve tedirgin, soğuğunsa rahat ve huzurlu hissettirdiğini düşündü. Fakat şoku tamamen attığında, soğukluk yerini yakıcı bir sıcaklığa bıraktı. Uzun uğraşlar verdiği bu savaşa, Bihter, karısı, tek ve öldürücü bir hamleyle son vermişti. Düşündü; kazanan yoktu ama kaybeden çoktu. Ya da kaybeden bir tek o'ydu. Aşkta da kumarda da kaybetmişti ve şimdi kafası yere bastırılarak yüz üstü yere yatıp kelepçelenirken, bütün kayıpları birer birer gözünün önünden geçti. Garip olan, eskiden ilk sırada gelen karısı ve oğlunun yerini ilk kez oğlunun tek başına almış olmasıydı. Adam o an, ihanetin karısına neler hissettirdiğini anladı ve onu suçlayamadı, o zaman kadın yeniden görüntüye dahil oldu. Karısını kaybetmişti, oğlunu kaybetmişti, ailesini ve hayatını kaybetmişti. Kendisinden geriye bırakabildiği hiçbir şeyi yoktu. Bunun yarattığı acıyla sarhoş olurken gözlerini kadından hiç çekmedi fakat kadın ona cüzamlı muamelesi yapıyor ve asla yüzüne bakmıyordu.

Mahkemesi tamamlandığında Aral, ağırlaştırılmış cezasıyla Silivri cezaevine sevk edildi. Fakat Silivri, Aral Kavan'la asla tanışmadı, adam o cezaevine asla girmedi. Yedi temmuz sabahı Türkiye, iş adamının tutuklu olarak cezaevine giderken yolda düzenlenen saldırıyla kaçırıldığı haberlerine uyandı. Kimilerine göre bu bir kurtuluş planı, kimilerine göre ise gerçekti. Ayaz, ağabeyiyle tutukluyken birkaç kez görüşmüş ve gerçeklerle sarsılmışken, bu haberle daha da çok sarsıldı. Ona göre, ağabeyi yine kirli bir oyun hazırlamıştı ve onu bulduğunda –bulacağından emindi- bunların hesabını soracaktı. Bihter, Aral hakkında ne düşüneceğini bilmiyor fakat düşünmek de istemiyordu. Artık bütün bunlardan o kadar yorulmuştu ki, kocasının kaçırıldığı haberlerini gördüğü gün, oğluyla kendisi için yurt dışında bir tatil ayarlayıp, bütün bunlardan uzaklaşmaya karar verdi. Bilge olanları Avusturya'da öğrendi. Aral'ın kaçırıldığını öğrendiğinde, garip bir şekilde ona olacakları hissetmiş ve hüzünle boğazı düğümlenmişti. " Aldo. " diye mırıldandı internetteki haberi okurken. Bunun, o adamın işi olduğuna emin olduğu kadar, Aldo'nun onu öldüreceğinden de emindi. Kafasını ellerine yaslayıp gözlerini kapattı. Bu işin sonu, tam da Aral'ın istemediği gibi bitmişti.

Aldo, Türk basınında çıkan haberleri gördüğünde, özel uçağında oturmuş şampanyasını yudumluyordu. Neredeyse sabah olmuştu ve Türkiye'deki işi biteli de saatler oluyordu. Karşısında oturan adama da bir kadeh şampanya doldurup uzattı. Sait, adamın uzattığı bardağı alıp bir dikişte bitirdi. Uzun yıllardır Aldo'nun yanında çalışıyordu.

" Öyle içilmez o. " dedi Aldo keyifle. " Tadına varacaksın. Yavaş yavaş. " diye devam edip adama yeniden şampanya doldurdu.

Sait, bu kez şampanyasını yavaş yavaş içerken, yavaş yavaş son birkaç saatte olanları düşündü. Aral Kavan'ın kaçırılış planını, planın başarıyla uygulanışını, adamın kanlar içinde dizlerinin üzerinden yere yığılan son görüntüsünü ve boğazın serin sularına bırakılan cesedini. Kaçıncısı olduğunu bilmediği bu ceset, Sait'i nedense biraz düşündürmüştü. Sonra, yıllar önce kendisi bu uçakta başka bir köşede otururken, şu anki koltuğunda saatler önce boğazın sularına bıraktığı o cesedin oturduğunu hatırladı. Karşısındaki adamın hiç acımasının olmadığını düşünürken, bardağı yeniden kafasına dikip şampanyasını yeniden hızlıca bitirdi.

***SON***

\׀j&

Ölüm OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin