7

525 62 5
                                    

-7-


Kaşları çatıldı. 'bir kadın' dediği Bihter değilse kim olabilirdi? Ağabeyini bu kadar etkileyecek bir kadın... Acaba aralarında ne vardı da Aral bu kadar dibe batmıştı?


" Kim o kadın? " diye sordu sert bir sesle.


Serhat bey derin bir nefes aldı. " Bilmiyorum evladım... Ölünün arkasından konuşmak yersizdir. "


Şaşkınca gözlerini Serhat Bey'e dikti. " Ölü mü? " diye sordu merakla. " Kadın öldü mü? "


" Evet. " diye yanıtladı onu yaşlı adam. " İki yıl önce öldü. "


Huzursuzca arkasına yaslandı Ayaz. Karısıyla aynı tarihte ölmüştü. Eğer ölmemiş olsaydı, o kadını yılan deliğine bile girmiş olsa bulurdu. Ama Serhat Bey haklıydı bu durumda, ölünün arkasından konuşmak yersizdi.


***


Elinde tuttuğu kimliğe gözlerini dikti madam. 


Bilge Aydoğan


Bakışları sert ve soğuktu. Bu ölü kadının kimliğini artık atması gerekiyordu ama elinde değildi. Canı sıkıldıkça çıkartıp bakmak istiyordu. Atmak, içinden gelmiyordu. Bu kimliği atması demek geçmişini atması demekti. Bu kimliği yok etmesi demek kaybettiği tüm hislerini geri alamadan yok etmesi demekti. O yüzden, kimlik hep onunla olacaktı. Türkiye Cumhuriyetine göre sahibi iki yıl önce ölmüştü belki ama kimliği yaşamaya devam etmeliydi.


***


Arabasının içinde oturduğu yere iyice çöktü. Şapkasını yüzüne öyle bir indirmişti ki tanınması mümkün değildi. Evinin, hayır, eski evinin önünde karısının çıkmasını bekliyordu. Onu görmeden yapamıyordu açıkçası. Madem kokusunu alamayacaktı hiç olmazsa uzaktan görmeliydi. Bugün evden çıkacağını biliyordu çünkü hastane programını öğrenmişti. Beyaz, bol bir elbise giymiş ve saçlarını toplamıştı Bihter. Onu görünce gülümsemeden edemedi. Onu görmek aşktı. Ona bakmak hayattı.


Çantasını koltuğa bırakışını, oturuşunu, kapıyı kapatıp kontağı çevirmesini ve yola çıkmasını gözünü bile kırpmadan izledi. Bu kısacık an için bekliyordu burada dakikalardır.


Aşk böyleydi işte, ezip geçiyordu.


Bihter gittikten sonra, kafasını uzatıp evin bahçesine bakmaya başladı. Kayınvalidesi ve oğlu bahçede kahvaltı ediyordu. Yine suratına yayılan gülümsemeye engel olamadı. Şimdi oğlunu öyle bırakıp gidemezdi elbette. 


Anneannesinin Ege'ye yemek yedirişini, ellerini savurup bağıra bağıra kahvaltı edişini izledi oğlunun. Huzurluydu. Her şeyden uzaklaşmıştı şimdi. Nasıl huzurlu olmayabilirdi ki? Ege, kendisinin küçük versiyonuydu. Övünmüyordu ama ne olduğunun farkındaydı. Oğlu da kendisi gibi yakışıklı ve tatlı olacaktı. Oğlunu izlerken, kardeşi aklına geldi. Onu da çok özlemişti. Annesini, babasını... Onlara yaptığı şey için kendisini asla affetmeyecekti. 

Ölüm OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin