with michael

1.3K 161 74
                                    

CALUM

Dar ve kimsesiz sokakları tercih ederek ilerliyordum ve her üç adımımın ardından arkamı kontrol ediyordum. Bu durum kulağa hastalıklıymışım gibi gelebilirdi. Fakat asıl amacım bir insana, beni tanıyan, tanıyabilecek olan herhangi bir insana rastlamamaktı. Michael ile buluşmaya gidiyordum. Evet, bunu yapıyordum çünkü Beverly gideli yirmi gün olmuştu ve evde tek başıma kalmak beni gerçek bir yığına itiyordu. Biraz daha oksijen almadan veya birileriyle konuşmadan kalırsam aklımı kaçıracağımı düşünmeye başlamıştım. O yönde bir ilerleme kazanmadan kendime dur demem gerekiyordu.

Ve işte buradaydım. Michael ile buluşmak üzere caddede yürüyordum. Kimse ile göz teması kurmamaya çalışıyordum. Beni ben yapan tüm özelliklerimi saklamaya çalışarak yürüyordum. Üzerimde büyük ve paspal hale gelmiş bir hırka vardı. Şapkasını başıma geçirmiştim. Saçlarım gibi dövmelerim ve tenim de gözükmüyordu. Yüzümde ise Beverly'nin büyük diva gözlüğü vardı. Yüzümün yarısını kaplıyordu ve gülünç gözüktüğümden adım kadar emindim. Ve son olarak dudaklarımda ise yine o tatsız hüzün vardı ve Radiohead'ten Creep'i mırıldanıyordu.

Michael'ın tarif ettiği adrese köşeyi dönünce varacaktım ve şimdiden bacaklarım titremeye başlamıştı. Neden bu kadar heyecanlanıyordum anlamıyorum. Bu utanç mıydı? Veya uzun zaman sonra görecek olmamın özlemi mi? Bu düşünceler beynimin içinde dönüp dolaşırken adımlarım çoktan ilerlemeye başlamıştı.

İşte başlıyorduk.

Michael'ı kafenin camından gördüğümde beni farketmemişti. Saçları hala kırmızıydı ve klasik tişörtlerinden biri üzerindeydi. Tahta kapıyı açmamla küçük odanın içinde rahatsız edici gıcırtının yankılanması bir olmuştu. Yaşlı bir çift gülen yüzleriyle beni karşılarken, laptobuyla uğraşan veya kitap okuyan insanlardan herhangi biri başını kaldırmamıştı. Ben bunun keyfiyle ne olacağını beklerken Michael'a dönmüştüm ve gülümsemeye çalışıyordum.

Beni gördüğü anda yüksek taburesinden gürültüyle zıpladı ve kollarını açarak bana koştu. Evet, koştu. Birkaç kişi bizi sessiz olmamız gerektiğine dair uyarırken sarılıyorduk.

"Karşımdasın!" İnanamaz bir şekilde bağırdığında yan masadan bir uyarı daha geldi. O ise orta parmağını göstererek onlara cevabını verdi. "Calum, seni sikik, seni ateşli, seni..." Tekrar sarıldığımızda sırtıma sertçe birkaç kere vurdu.

Geri çekildiğinde "O gözlükte ne sikim öyle?" diye sordu. Ona cevap verecekken çoktan yüzümden almış kendisine takmıştı. Şımarık bir kızı taklit ederken "Ugh, Calum Hood sakso çekmek için tuvallette olacağım." diye mırıldandı.

"Kes şunu!" Gülümsememin arasından konuşabildiğimde göğsüne vurdum. "Oturalım. Buraya yürüyerek geldim. Yaklaşık birkaç kilometre."

Gözlüğü burnuna düşürdükten sonra kirpiklerinin altından yüzümü süzdü. Bana gülümseyen yaşlı kadına bir filtresiz kahve ve bir dilim pasta sipariş ettikten sonra kolumdan beni çekiştirerek biraz önce oturduğu masaya geçtik.

Her şey o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki farkına varamıyordum.

Kahvem pastam ile geldiğinde saçma bir sohbetin ortasındaydık. Yeni izlemeye başladığı animeden bahsediyordu. Bunu anlatırken o kadar keyif alıyordu ki onu bölmek istememe rağmen bunu yapamıyordum.

"Ve asıl soru... Nasılsın?"

Ağzıma attığım pastayı yutamayacakmışım gibi hissettiğimde kuru bir öksürük boğazıma doldu ve kahvemi yudumladım. "Biliyorsun," yüzü ciddileşmişti ve tüm benliğiyle beni dinlediğinden emindim. "Ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyiyim."

mrs. fan // hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin