Sıranı bekle!

8.9K 325 14
                                    


Avuçlarımın içinde tuttuğum zaman her saniye parmak aralarımdan kum taneleri gibi akıyordu. Tekrar tutmak imkânsızdı, tekrar tutmak çok zordu. Yinede 'belki' cümlesiyle başlıyordum cümleye. Belki bir tanesini tutabilirim, belki bunu ben başarırım. Fakat belki ile başladığım bu cümle olumlu bitmiyordu ve ben belkilerimin cezasını keşkelerim ile ödüyordum. Zamanım tükendikçe umutlarım da tükeniyordu.. Hayallerim, geleceğim, geçmişim, bugünüm hepsinden uzaklaşıyordum adım adım. Bir beklentiyle etrafını tarayan gözlerim bile işin sonunda pes ederek yönünü değiştiriyordu. Geçmişim gölgelerin arkasında saklanarak beni takip ederken ondan kaçmayı bir türlü başaramıyordum. Her adımımda bir yolunu bulup kendini belli ediyordu.

Geleceğime sarıldığımda kollarını bir anne şefkatiyle bedenime sarıyordu. Ama oda birkaç saat içinde bitiyordu.. O da geçmişim bir parçası olarak ardıma düşüyordu. Sadece birkaç saatten ibaretti kendimi güvende hissetmem. Birkaç saatten, normal bir insan için birkaç saat fazlayken benim için dakika kadardı ömrü. Benim için bir kıymeti yoktu.. Çünkü sonunda yine bana zarar verecekti. Beklide bu yüzden acılara tutunuyordum. Beklide bu yüzden karanlığı istiyordum..

Aslına bakarsanız benim hikâyemin bir başlangıç tarihi yok. Yarım yamalak hatıralar ile kendimi tamamlamaya çalıştım yıllardır. Hatırladığım tek şey gözlerimi alan kuvvetli bir ışık ve kulaklarımı tırmalayan çığlık sesleri. Uyandığımda hastanedeydim başımda annem olduğunu söyleyen bir kadın, babam olduğunu iddia eden bir adam ve bir de ağabeyinim diyen bir çocuk vardı. Kimdim ben? Nasıl biriydim? Geçmişimi bilmeden yaşamaya çalıştım. İnsanların tuhaf bakışları eşliğinde geçti zamanım cadde üstlerinde. Sonra... Alıştım. Alışmam kolay oldu. Geçmişi olmayan bir insana yalan söylemek her zaman kolaydır çünkü. Bu işin en kolay kısmıdır hatta. Bir bakıma zordan kaçmaktır aslında.

Hatırlamamama rağmen geçmişimin iyi olmadığını hissediyordum. Ben tanımadığım geçmişimden korkuyordum. Tıpkı senin gibi... tıpkı sizin gibi. Bir insanı tanımıyorsan korkarsın tanımazsın çünkü. Sana ne yapacağını bilmezsin, tanımazsın çünkü. Zarar vereceğini düşünürsün, tanımazsın çünkü.

Geçmişimi tanımıyordum, bana ne yapacağını bilmiyordum. Geçmişimi tanımıyordum, bana zarar vereceğini düşünüyordum. Geçmişimi tanımıyordum, canımı yakıp yakmayacağını da bilmiyordum. Çünkü geçmişimi tanımıyordum... Ve bu yüzden geçmişimden kaçıyordum. Çünkü geçmişimi tanımıyordum...

Uzandığım koltuktan doğrulduğumda saat öğlen 14.30'du. Ayağa kalkıp banyoya gittim. İşlerimi hallettikten sonra yavaş adımlarla odama çıkıp üstümü değiştirdim, montumu da alıp saçlarımı taradım. Telefonumu cebime koyarken aynadan ki yansımamla göz göze geldim. Birkaç saniye donuk bakışlarım ayna da gezindi, gözlerinde gördüğüm boşluk ölümü andırıyordu. Kendime geldiğimde topuğumun üstünde geriye döndüm. Odamdan çıkarak aşağı indim. Botlarımı ayağıma geçirdim, askıda duran anahtarımı da alarak dışarı çıktım. Evin kapısı ara bir sokağa açılıyordu. Sol tarafa doğru gittiğin zaman ana yola çıkıyordun fakat sağ taraf pekte tekin değildi. Bu yüzden ana caddeye çıkarak yürümeye başladım. Mantıklı düşünmek şu an pek mümkün değildi. Düzgün kararlar almak için akıllıca düşündüğün bir zamanı beklemem gerekiyordu. Şuanda o zaman aralığında değildik.

Rüzgâr sert bir şekilde estiğinde bedenim soğukluğun etkisiyle titredi. Saçlarım geriye doğru savrulduğunda montuma biraz daha sarıldım. Rüzgârın fısıldadıkları kulaklarımda yankılandı. 'Bir çukurun içindesin ve dışarı çıkamıyorsun değil mi? Bir zamanlar beni de oraya hapsetmişlerdi. Yardım çığlıklarım yankılandığında dahi kimse beni umursamadı. Bu yüzdendir kızgınlığım. Yılların acısını çıkarmak istercesine çarpıyorum bedeninize. Beni hissetmeniz için. Duyduğunuz halde umurunuzda olmayışımın acısını çıkarıyorum sizden. Sanmayın ki hatalı benim. Aranızda en masum olanım ben! Bunun farkında olmayan sizsiniz' Yerimde durup etrafıma baktım. Gözlerim korkuyla önüne döndüğünde yürümeye devam ettim. Etrafımda ki sesler boğuk bir şekilde duyuluyordu. Sert bir nesne ile çarpışınca bir adım geriledim. Başımı kaldırıp kim olduğuna baktığımda kaşlarım çatıldı.

"Deniz Yıldırım? Bu ne tesadüf." Gözlerimi kısıp yüzünü inceledim. Dudakları alayla yukarı kalktığında, sinirle gülümseyip başımı yana çevirdim.

"Arda Tufan. Tesadüflere inanmam bilirsin?" Ellerini cebinden çıkarıp boşluğa bıraktı.

"Hadi ama Deniz. İnsanlara karşı biraz daha nazik olmalısın. Hem çok yorgunum, işten yeni çıktım. Ahh pardon sen bu hissi bilmiyorsun çünkü seni bir yere kabul etmemişlerdi değil mi?" Yüzünü incelerken samimi bir duygu olmadığını fark ettim.

"Sana da iyi günler Tufan." Yan tarafa doğru bir adım attığımda önüme geçerek beni durdurdu.

"Hey bekle. Kızdın mı?" Kaşlarım çatıldığında oda kaşlarını çatmıştı.

"Amacını anlayamıyorum. Hepsi bu...  Ayrıca unutma ki ben işten kendi isteğimle çıktım. Yoksa okurken her zaman senden yüksekte olmam imkansızdı değil mi? Neyse tekrardan iyi günler." Önümden çekilip yolu açtı.

"Sana da iyi günler" Yanından geçerek yavaş adımlarla yürümeye devam ettim. Boş bir sahile indiğimde akşam olmak üzereydi. Hava bu yüzden soğumaya başlamıştı. Denize doğru yürüdüm. Telefonumu, botlarımı ve montumu çıkararak kenara bıraktım. Deniz hafif hafif sallanırken gözlerimi kapatıp bir adım attım. Bir adım daha, sonra bir kez daha, bir adım daha.. Suyun soğukluğu bedenimi dondururken aldırmadan bir adım daha attım. Kulaklarıma telefonumun sesi ulaştığında gözlerimi açtım. Arkama baktığımda sahile olan uzaklığım tekrar önüme dönmemi sağladı. Ayaklarıma denizkestaneleri batıyordu. Canım acıdığı için bedenim acının etkisiyle kasıldı.Daha fazla kendime acı çektirmemek için kıyıtarafına döndüm Sorarca bana bakan bir çift gözle karşılaştığımda yutkunarak yüzüne baktım. Ayağıma kramp girince suyun dibine doğru çekildiğimi hissettim. Yüzeye çıkmak için çırpındıkça dibe batıyordum. Su yutmamak için sarf ettiğim çaba sonuç vermediğinde nefese muhtaç olan ciğerlerimin nefes almasına izin verdim. Ama hava yerine su doluyordu. Gözlerim kapanırken güçlü bir elin kolumdan tuğunu hissettim. Suyun yüzeyine çıkartılığında ise boşluktaydım. Karanlıkta...

Gözlerimi güçlükle açtığım zaman kumların üstünde uzanır vaziyetteydim. Bedenimde hissettiğim yorgunluk hareketlerimi kısıtlıyordu. Ayağa kalmaya çalışırken yanımda eski bir kağıtta düzgün el yazısıyla yazılmış bir kaç satırla göz göze geldim. Titreyen ellerim kağıda uzandı. Okurken nefes alışverişlerim hızlanmıştı. Bir damla yaş yanaklarımdan süzüldü.

'Ölmek için erken ufaklık. Beklemen gerekiyor yaptıklarının bedelini ödemek için hayatta kalman lazım değil mi? Sıranı bekle!'

Şeyma D 

Keyifli okumalar ^_^




Karanlığın TutsağıDär berättelser lever. Upptäck nu