1. Bölüm - Encounter

982 41 3
                                    

“Kelly, anladım… Yeter artık Londra’ya ilk gelişim değil. Hı-hı, anladım. Tamam. Evet. Kelly sus. Kelly yeter! Kelly siktir git telefondan.” deyip telefonu suratına kapadım. Baş belası küçük kardeş dedikleri bu olsa gerek. Ördek gibi peşimdeydi. Kameramın lenslerini yere düşürüp kırdıktan sonra benden binlerce kez özür dilemişti. İşte o günde beri Sherlock ve Dr. Watson gibi olmuştuk. Ayrılmaz ikili. Tek sorun benim onu şiddetli bir şekilde öldürme isteğimdi. Yine iyi dayanmıştım.

Valizlerimi yüklenip hava alanından dışarı çıktım. Güneş gözlüklerimi indirip telefonumdan Bayan Swan’i aradım. 3. Çalışta açtı

“Bayan Elizabeth Swan’le görüşüyorsunuz, buyrun.”

“Bayan Swan, ben şuanda Londra’dayım. Çekimler için vardığımda haber vermemi istemiştiniz.”

Bayan Swan’in telefonunun bilindik mail sesi buradan bile duyuldu.

“Pekala tatlım, güzel. Sağ salim varabildiğine sevindim, çünkü bana canlı lazımsın. Bu arada adın neydi?”

Seni lanet karı, haftalardır telefonda konuşuyoruz ve 3 kez yüz yüze görüştük… Benim adımı nasıl hatırlamazdı! Düz bir sesle cevapladım

“Grace Weasley, ekibinizin çalışmalarında fotoğrafları hep ben çekerim. Beni genellikle kapak çekimlerine ve manken çekimlerine gönderirsiniz. Yaklaşık 100 fotoğraf sergisi açtım.” Dedim

Bayan Swan’in gözlerini devirdiğini hissediyordum. Tipik iş kadını hareketiydi. Aslında manyak bir iş kadını.

“Tamam, tamam… Hatırladım. Ayrıntıları sevmem bilirsin. Git ve bana onların en doğal hallerini çek. Şu hayran topluluğu içinde 1 ay boyunca resimlerle bilgilendir. İstersen bir web sitesi aç ya da twitter hesabı, belki de facebook sayfası… Ne istersen yap tatlım. Ve parayı sakın dert etme, hak ettiğinden daha fazlasını alacaksın.”

Şok olmuş bir ifadeyle konuştum  “Ne?! 1 Ay mı? Ama benim Los Angeles’ta ser-“ telefonun kapandığına işaret edein o ses duyulunca söylediklerim havada asılı kaldı “Sergim vardı… “

Şu işe bakın ya, ben buraya 1 hafta, bilemediniz 2 hafta için gelmiştim ama kadın bana 1 ay diyordu. Neyse, katlanacaktık artık.

Zengin olmanın en iyi yanı hemen hemen her şehirde bir evinizin olmasıydı. Taksiye binip eve doğru yola çıktım. Özlemiştim bu insanları. Her ne kadar hoş görülü olsalar da mutlaka fesattılar. En azından bana öyle geliyordu. Bavullarımı eve taşırken bahçıvan Sam, iri vücudunu sallayarak geliyordu.

“Aman tanrım Sammy, koşma evimi yıkacaksın!” diyerek ona sıkıca sarıldım.

“Bayan Weasley, hala çok güzelsiniz ve tanrım… O elbise ne kadarda dar öyle. Nasıl nefes alıyorsunuz onun içinde?”

“Sana da merhaba Sam.” deyip güldüm “Alıştım artık bu kıyafetlere.”

“Bende beyninize kan gitmiyor Bayan Weasley. Ah,  burada sizi görmek isteyen bir kız var. Gerçekten heyecanlı bir kız. 2 yıldır sizi bekliyor.”

“Lydia’yı çok özledim! Tanrım, Lydia, gel kızım, gel!” diye bağırdığım anda arkadan benim güzeller güzeli köpeğim Lydia koşturmaya başladı. Onu çok özlemiştim. Sam bavulları içeri götürürken bende içeriye girdim. Araba anahtarlarımı alıp çıkarken

“Sam ben akşama geleceğim.” diye bağırdım ve arabaya atladım. Milyon dolarlık kameramı çantasıyla birlikte yanımdaki koltuğa koydum. O bana güven veriyordu. Dikiz aynasından makyajıma baktım ve… Her zaman ki gibi harikaydım. Çocuklar, çocuklar, çocuklar… Benim burnum asla havada değil. O zengin piçler ve orospular gibi değilim. Aslına bakarsanız ben zengin olmayı bile sevmiyorum. Ara sokağa girerken siyah bir jeep neredeyse bana geçiriyordu. Sinirli bir şekilde kornaya basılı tuttum. Ama o pislik beni takmadı bile. Kafamı camdan çıkartıp bağırdım

“Seni hayvan! Ehliyetini fırından mı aldın! Piç kurusu.” dedim. Beni duyduğuna kesinlikle emindim. Sokağa girdim, hemen arabayı park edip adresteki binayı bulmaya çalıştım. Tam binayı bulmuş içeri girerken o siyah jeepin arkada durduğunu fak ettim. Pis pis sırıtarak

“Sen şimdi görürsün piç kurusu.” dedim ve elimdeki arabamın anahtarıyla siyah jeepi boydan boya çizdim. Daha sonra binaya girip çalışacağım kişileri bulmaya çalıştım. İri bir adam beni görünce yanıma geldi

“Grace Weasley, değil mi?” başımı evet anlamında salladım “Güzel, ben Paul. Buradaki en yetkili kişi benim. Seni ben tutmadım Modest! tuttu. Görevini biliyorsun değil mi?”

“Şey, aslında hayır. Sadece ünlü olduklarını ve hayranları için bilgilendirici, nerede, ne yaptıklarını içeren resimler çekmek  olduğunu biliyorum. Ve birde şirketimiz için resimler çekmemi. Onları tanımıyorum.” dedim

“Çalışacağın kişiler 5 kişi. Seni uyarıyorum, işin çok zor. Ben onların korumasıyım ve yıllardır neler çekiyorum bilemezsin. Ciddiyim, youtube’ gir bak… Hayranlar bir sürü video yapmışlar.”

“Yaptığım işlerden tamamen farklı bu iş. Ama yeni bir deneyim olacak benim için.”

Beni çekiştirip bir odaya soktu “İşte bunlar One Direction… Çalışacağın kişiler. Çocuklar bu da Grace Weasley.” dedi. Hepsine tek tek baktım. Aralarındaki gözlüklü olan kişi dikkatimi çekti. Onu sanki bir yerden tanıyordum. O da beni görünce gözlüğünü çıkardı ve… Hayır olamaz! Yoo, yoo hayır! Bu Harry’di!

Hepsiyle teker teker tanışıp isimlerini öğrendim. O sırada şok içindeydim ve davranışlarım gözle görülür derecede tuhaftı. Yarın işe başlayacaktım. Kendimi dışarı attım ve soluklandım. Oksijene ihtiyacım vardı.

“Aman tanrım, bu olmamalıydı. Bu olmamalıydı!” diye fısıldadım.

Tam o anda arkamdan bir ses duydum. Yıllar öncesinden hatırladığım bir ses

“En son söylediğin söz neydi? ‘Bir daha karşılaşmayacağıma göre  adımı söylememe gerek yok’ tu değil mi? İlgin bir çelişki Grace.”

Siktir. Çok fena laf sokmuştu.

One More Night (Harry Styles Fanfiction)Where stories live. Discover now