"Ben Semih Korkut. Bugün kapımda bir zarf buldum. Zarfın içinden de bu numara çıktı."

"Biliyorum, çünkü zarfı ben gönderdim." Semih içinden ya sabır çekti.

"Sen kimsin peki?"

"Ah kusura bakma, ne kabayım. Ben Filiz."

"Ne istiyorsun?" Filiz kıkırdayarak sırt üstü uzandı.

"Sen de çok kabasın bence." Semih oflayarak masadaki fotoğrafları dağıttı.

"Sadece ne istediğini söyle! Bu fotoğrafları bana gönderdiğine göre istediğin bir şey var öyle değil mi? Ne? Nee?"

"Bilgi. İstediğim şey."

"Ne hakkında?" Filiz uzandığı yerden doğruldu ve kollarını göğsünde birleştirmiş Cana göz kırparak mırıldandı.

"Bora Tekin hakkında." Semih duyduğu isimle masadaki fotoğraflardan birini eline aldı ve nefret ettiği adamın yüzüne bir kere daha baktı.

"O herif hakkında ne biliyorum ki sana anlatayım?" Filiz Semihin pes etmiş sesiyle küçük bir an için kendini suçlu hissetse de silkelenip bu duyguları yok etmeye çalıştı ve sesinin düzgün çıkmasını umut ederek konuştu.

"Bunu bana sen söyleyeceksin zaten. Bora Tekin hakkında ne biliyorsan hepsini... teker teker. Eğer anlaşabilirsek bu fotoğrafların bendeki kopyalarını ortadan kaldırırım. Sen de mutlu olursun, ben de. Hı?" Semih karşı taraf görmeyecek olsa bile başını salladı.

"Ne zaman, nerede?"

"Mesaj atarım." Filiz telefonu kapattıktan sonra telefonun eliyle sımsıkı kavradı ve birkaç kere elini başına vurdu.

"Çok kötü hissediyorum."

"Nihayet." Filiz Cana kötü kötü bakmaya çalıştı fakat beceremeyince dudaklarını büzerek çadırın içinde Cana doğru kaydı.

"Çok kolay oldu. Fotoğrafları görünce bildiklerini anlatmaya karar verdi. Yani o fotoğrafları o çocuğa gönderdiğim için pişman değilim. Sertaç beye verseydik direkt yarın gazetedeydi zaten. Ben sadece... sesini duymalıydın. Çok sinirliydi başta. Sonra birden..." Can arkadaşını kolları arasına çekip sarmaladı ve yavaş yavaş sırtını okşamaya başladı.

"Bundan sonrası daha zor olacak Filiz. Sence bu iş... başarabilecek miyiz?" Filiz başını salladı fakat aklı hala telefonda duyduğu kırgın sesteydi.

Semih telefonu kapattıktan sonra masaya attı ve masanın üzerindeki Melek'in ve o Bora denen herifin fotoğraflarını toplayıp yeniden zarfın içine yerleştirdi. Ardından zarfı alıp mutfağa yürüdü ve zarfı çöp kovasının içine bıraktı. Mutfak tezgahına yaslanıp ellerini yüzüne kapatırken bu olayın bir an önce sonlanmasını diliyordu.

***

Arda sehpanın üzerine yerleştirdiği laptopundan son aldığı işin dosyasını bir kez daha gözden geçirirken zil sesiyle telefonunu eline aldı ve kimin aradığına bakmadan telefonu açıp kulağına götürdü.

"Alo, Serr-"

"Arda benim." Arda Çağlanın sesiyle koltuğun ardına yaslanıp sıkıntıyla iç çekti.

"Çağla, nasılsın? Ben seni, şey... Serra sanmıştım." Arda gün boyu ısrarla Serra'yı aramış fakat her seferinde kapalı telefonla karşılaşınca çareyi Çağlayı aramakta bulmuştu. Aslında kalkıp Serra'nın evine de gidebilirdi fakat Meleği bir başına bırakmak hele ki daha önce denediği intihardan sonra hiç doğru gelmemişti.

"Ben de onun için aramıştım zaten. Serra'nın evine gittim ama evde yoktu." Arda telaşla ayağa kalktı.

"N-ne demek evde yoktu. Nerede bu kız Çağla? Allahım-"

"Arda sakin ol! Ben Serra'nın evinin önündeyken Deniz aradı. Açtım, Serra'yı aradığımı o yüzden konuşamayacağımı söyledim ama o Serra'nın yerini bildiğini söyledi. Serra Betül'leymiş. Kamp gibi bir şeye gitmişler. Ayrıntısını bilmiyorum ama bulundukları yerde telefon çekmiyor ya da çok az çekiyor olabilir." Arda rahatlayarak kendini kalktığı koltuğa geri bıraktı.

"Neden haber vermemiş ki?"

"Bilmiyorum. Aslında böyle yapmazdı ama... Neyse! En azında nerede olduğunu biliyoruz. Kapatıyorum, kendine iyi bak."

"Sen de." Arda telefonu kapattıktan sonra başını koltuğun ardına bıraktı ve Serra'nın neden böyle bir şey yapmış olabileceğini düşünmeye başladı. Kendine haber vermemişti, iyi ama neden? Serra alışverişe çıkacağında bile Ardayı arayıp haber verirdi bir kere. Hadi haber vermek için aramadı diyelim günde birkaç kere konuşmaları sırasında mutlaka anlatırdı gün içinde neler yaptığını. Şimdi böyle davranmasının amacı neydi?

Arda başını sallayarak yerinden doğruldu ve sehpanın üzerindeki boş kahve kupasını alarak mutfağa yöneldi. Kupayı tezgaha bırakıp döneceği sırada kendi odasından gelen hıçkırık sesiyle olduğu yerde kalakaldı.

"Melek?" Odasının kapısına gelip elini kaldırdı ve yumruk yaptığı eliyle kapıya birkaç kere vurdu fakat içeriden gelen ağlama sesinin daha da yükseldiğini fark ettiğinde elini kapı koluna uzattı. Kapıyı açmayı denedi ama kapını kilitli olduğunu gördü. Dişlerini birbirine bastırarak kapıyı yeniden yumrukladı.

"Melek, aç kapıyı. Melek!" Meleğin kapıyı güzellikle açmayacağını anladığında omuzlarını dikleştirdi ve tüm gücüyle kapıya yüklendi. İkinci denemesine kapıyı açmayı başardığında giysi dolabının önünde yere çökmüş ağlayan Meleği gördü ve hızlı adımlarla oraya yürüyüp dizlerinin üzerine çöktü.

"Melek iyi misin?" Tek elini kızın omzuna dayayıp Meleğin öne eğdiği yüzünü görebilmek için hafifçe eğildi. "Melek..." Kız bir kere daha hıçkırarak yüzünü yerden kaldırdı ve Ardayla göz göze geldi.

"Ben.. ben çok kötü biriyim." Arda telaşla başını iki yana salladı.

"Hayır. Değilsin."

"Öyleyim!"

"Değilsin dedim!" Arda kendine engel olamayarak bağırdığında Melek ağlamayı kesip başını iki yana salladı.

"Gerçekten değil miyim?" Arda da başını iki yana sallayarak kızı omuzlarından tutarak kendine çekti ve kolları arasına aldı.

"Değilsin. Gerçekten değilsin." Melek başı Ardanın göğsüne yaslıyken burnunu çekti.

"Peki, iyi biri miyim?" Arda yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirdi.

"Hımm? Sanırım... öyle biri de değilsin. Sen de... hepimiz gibisin işte."

Devam edecek...


Kaçma Benden (düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin