2. BÖLÜM: ÖFKE

419K 15.6K 20.5K
                                    


  Ertesi sabah Arda başının ağrısını bahane ederek okula gelmeyeceğini söylemişti. Eniştem arabasıyla işe geçerken beni de okula bırakmıştı. Her şey normal giderken üçüncü dersin sonlarına doğru sınıfın kapısı çaldı. Dersi ilgiyle dinlerken dikkatim dağıldı, kapıya döndüm. Sınıftakiler de döndüğünde kapıdaki öğrenci konuştu:

"Bade Alatan'ı müdür bekliyor."

Bütün kafalar bu kez bana döndü. Acaba şimdi hangi bela bekliyordu beni? Müdürün odasına gidene dek aklımdan bin bir türlü senaryo geçmişti. Kapısını çalıp içeri girdiğimde genç ve yakışıklı biri karşıladı beni. Odada ondan başkasını göremeyince yanlış geldiğimi düşünmüştüm ki sakin bir ses tonuyla seslenip tek kişilik deri kaplama koltuğu gösterdi. "Otur Bade." Koltuğa oturduğumda kendisi de açık pencereyi kapatmış, geniş masanın arkasındaki koltuğa oturmuştu. "Bir şey içer misin?" Aklımdan türlü türlü düşünce geçiyordu. "Hayır, teşekkür ederim." Başını sallayıp başka bir soru daha sordu. "Nasıl gidiyor? Alışabildin mi okula?" "Alıştım sayılır. Dersleri takip etmeye çalışıyorum." "Güzel. Sana bir şey göstermek için çağırdım." Bilgisayarına dönerek ekrana baktı. "Sabah kameraları kontrol ederken..." diyerek ekranı bana çevirdi. Okula geldiğim gün devirdiğim saksıyı kaldıran Berke'nin kulağını ısırdığım görüntülerdi bunlar. Yutkunup müdürün sorgulayıcı yüzüne baktım. "Ah, bir de şu var." Diğer bir görüntüde Akın'ın beni paketleyip götürdüğü gündendi. Utancımdan dudaklarımı ısırırken müdür ekranı tekrar kendine çevirdi. "Nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum ama arkadaşının kulağını ısırmak gibi saldırgan davranışlar göstermemelisin." Utancımdan ölecekmiş gibi hissediyordum. "Diğer görüntü zaten... Neyse onu Akın'la konuşacağım. Uzatmamak gerekirse, sana ufak bir ceza vereceğim," dedi ve devam etti: "Dersler bittikten sonra bodrum kattaki depo bölümünün temizlenmesine yardım etmeni istiyorum. Orayı tiyatro odası yapmayı düşünüyoruz." Her ne kadar utansam da içimden buna hakkı olup olmadığını sorgulamıştım. Ama eniştem ve amcamın öğrenmesinden daha iyiydi. Bu okulda da sorun çıkardığımı öğrenirlerse geçen seferki gibi hoş karşılamayacakları açıktı. "Peki." "Telefonunu bana ver, işin bitince geri alırsın." Telefonumu çıkarıp müdüre uzattım. "Temizliğin telefonumla ne alakası var?" Telefonu aldığında memnun olmuşçasına gülümsedi. "İşini savsaklayıp telefonla uğraşan çok öğrenci yakaladım çünkü." Bir şey söylemeden ayağa kalktığımda müdür tekrar konuştu: "Temizlik malzemeleri çoktan aşağıda hazır. Pırıl pırıl olmasını istiyorum. Ben velini arayıp geç kalacağını haber veririm." Onaylayıp dışarı çıktım. Neyse ki küçük bir cezayla yırtmıştım. Daha kötüsü de olabilirdi. Okul çıkışı Selin'den aldığım pembe, çilekli bandanayı kafama bağladım. Gömleğimin kollarını da sıvadıktan sonra depo yazan yere girdim. Sonu gözükmeyen odada üst üste bir sürü sıra vardı. Ayrıca içerisi sigara kokuyordu. "Yardım etmemi istememiş miydi?" diye düşündüm. Burada benden başka kimse yoktu. "Cinlere yardım edeceğim galiba." Derin bir nefes alıp sinirle temizlik malzemelerinin yanına çöktüm. Bir yandan Berke'ye, diğer yandan Akın'a söylenerek sıraları silmeye koyulmuştum. "Düştüğüm şu hâllere bak. Olanlara katlandığım yetmezmiş gibi bir de cezasını çekiyorum. Yoksa bu Akın'ın planı mı? Adını dahi anmak istemiyorum. Öcü desem daha iyi!" Toz yüzünden hapşırınca sinirle sıralara tekme attım. Birkaç sıra yerinden oynayıp sallandığı sırada bir kelebek etkisiyle diğer sıralar da sallanmış üzerime doğru gelmeye başlamıştı. Çığlık atarak gözlerimi yumduğumda üzerime yıkılan sıralarla yere düştüm. Sıranın altında doğrulmaya çalışsam da başaramamıştım. Ezilen kolumun acısıyla sızlanırken sıraları itmeye çalıştım. "Bir bu eksikti!'' Ayak sesleri duyunca kafamı çevirdim. Bir elinde sigara, yavaş yavaş bana doğru gelen Akın'ı gördüğümde elimdeki tozlu bezi yüzüme kapadım. "Ne yapıyorsun?" "Ölü taklidi yaparsam belki peşimi bırakırsın diye düşündüm." Ayak sesleri durup yavaşça yanıma çöktüğünde bez yüzünden hapşırmış hemen ardından ağzımdan bir hıçkırık kopmuştu. Akın suratımdaki bezi aldığında samimiyetsizce gülümsedim. "Öcü- Ay! Akın, n'aber?" Akın kaşlarını kaldırıp "İyiyim, senden?" dedi dalga geçerek. "İyi sayılır." Yerde uzanmış hâlimi göstererek dalga geçmeye devam etti. "Sıraların altını silmene gerek yoktu." Anlaşılan neden burada olduğumu biliyordu. "Titiz bir insanım." Sinirli ve sert cevaplarımla Akın hafifçe gülümsedi. Uzanıp yüzüme düşen bir tutam saçı geriye ittiğinde bir anlığına her şeyi unutmuş, neye uğradığıma şaşırmıştım. "Böyle yerlerde öcüler olur dikkat et." Gözlerimi kaçırıp sıraları yeniden itekledim. "Şunları üzerimden kaldırmama yardım eder misin?" Akın doğrulup sıraları üzerimden çektiğinde kolumu tutarak ayağa kalktım. "Sen neden buradasın?" Sorumla arkasını dönüp yürümeye başladı. "Müdür burada olduğunu söyleyince kontrol etmeye geldim. Sıraların altını dahi sildiğine göre işini iyi yapıyorsun." Gidişini izlerken cevap vermeden formalarımı çırptım. Kaldığım işe devam etmeye başladıktan kısa bir süre sonra doğrulmuştum ki Akın'ı tekrar karşımda görmemle irkilerek ona baktım. "Anahtarları ver." "Ne anahtarı?" Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Harika." Odanın çıkış kapısına baktığımda kapalı olduğunu görünce koşarak kapıya gittim. Kapıyı açmak için ittiğimde kapı yerinden dahi kıpırdamadı. Kapıya vurup bağırdım: "Kimse yok mu? İçeride kaldık!" Akın yanıma gelip saate baktı. "Sesin bodrum kattan duyulmaz. Birazdan okul kapanacak." "Ne yani? Nasıl çıkacağız buradan?" "Telefonunu ver." Ellerimle ceplerimi yokladım ama aklıma gelince duraksayıp ona baktım. "Telefonumu müdür aldı. Seninkine ne oldu?" "Benimki arabada." Derin bir nefes alarak köşeye çöktüm. Akın kapıyı açmaya uğraşırken kesilen eli acımış olmalı ki yüzünü acıyla buruşturdu. Eline bakıp geri çekildiğinde biraz ilerime oturup sırtını duvara yasladı. Bir süre hiç konuşmadan öylece oturduk. Bu sessizlik beni garip bir şekilde rahatsız etmişti. Ama ağzımı açıp bir şeyler söylemek de istemiyordum. Çantama uzanıp evde hazırladığım sandviçimi ve küçük muffin keklerimi çıkardım. Yavaştan acıkmaya başlamıştım. Çaktırmadan Akın'a baktığımda bir dizini kendine çekmiş sarılı elini dizine koymuştu. Bakışları kesilen avucundaydı, düşünceyle bakıyordu. Muhtemelen yarası tekrar açılmıştı. Sandviçi bölüp bir parçasını Akın'a uzattım. Kafasını çevirip önce yüzüme sonra elime baktı. Ardından uzanıp sandviçi aldı. Yaklaşıp birkaç muffini de yanına bıraktığımda geri çekilip sandviçten bir ısırık aldım. O ise bana bakmayı sürdürmüş, her bir hareketimi izlemişti. Çok geçmeden kafamı kaldırıp ona baktığımda sandviçi çoktan bitirip kekleri yediğini gördüm. Bense hâlâ sandviçin yarısını yemekle meşguldüm. Kekleri gösterip konuştu. "Ben küçükken babaannemin yaptığı keklere benziyor." İstemsizce gülümsedim. Beğenmiş olmalıydı. "Onunkiler de en az bu kadar kötü olurdu." Son sözleriyle yüzümdeki gülümseme anında silinirken bu kez o gülümsemişti. "Yeme o zaman, ben yerim." Sinirle kekleri almaya çalıştığım sırada benden önce davranıp kekleri kendi önüne çekti. "Yiyeceğim." Hatta bir tane de benim keklerimden çalmış, tek lokmada ağzına atmıştı. Diğer keklerimi saklayıp ondan uzaklaştığımda Akın'ın gülümsemesi genişledi. Ardından bakışlarını benden çekip tekrar sessizliğe gömüldü. Sandviç ve kekleri yedikten sonra su şişesini açıp içtim. Akın gözlerini kapatmış, başını duvara yaslamıştı. Fırsattan istifade hiçbir şey söylemeden su şişesini fırlattığımda gözlerini dahi açmadan şişeyi yakalamıştı. Şaşkınca ona bakarken gözlerini açıp bana dikmesiyle irkildim. "İyi yakalayış." Cevap vermeden suyu açıp içti, kapağını kapattı ve hızla bana geri fırlattı. Doğruca suratıma çarpan şişeyle burnumu tuttuğumda şişe kucağıma düştü. Akın yine o muzip gülümsemeyle bana bakıyordu. "İyi yakalayış." Bir süre burnumu tutup ona sinirle baktıktan sonra ayağa kalkarak işimize yarar bir şeyler var mı diye bakınmaya başladım. Belki yedek anahtarı buraya saklamış olabilirlerdi. Kapı pervazlarını, duvarların köşelerini, dolap ve kutuların içini arasam da hiçbir şey bulamamıştım. Teyzem er geç yokluğumu fark edip beni aramaya koyulacaktı ama onu beklemek de istemiyordum. O sırada köşede duran büyük lav lambasını fark edince önündeki kutuları çektim. Daha önce gerçeğini hiç görmemiştim. Camın içindeki ışıklarla süzülen renk cümbüşünü görmek istiyordum. Merakla prize yaklaştırdım ama fişi takmamla fişten çıkan kıvılcımlarla birlikte bir patlama sesinin yankılanması bir oldu. Birden ışıklar söndüğünde korkuyla yerimden sıçrarken Akın'ın sesi duyuldu: "Bade!" Duraksayıp sesin geldiği yöne döndüm. "Efendim." "Ne oldu?" "Sanırım şalterler attı." "Bir şey mi yaptın?" "Yoo..." Hıçkırmamla Akın'ın derin bir nefes aldığını duydum. Elektrik panelinin kapağını açmış olmalı ki gıcırtılı bir ses geldi. Karanlıkta çektiğim kutuları tekrar itekleyip ona yaklaşmaya çalışırken doğruca üzerime bir şeyin çullanmasıyla sendeleyip yere düşmüştüm. Üstümde bir şeyin olduğunu fark edince çığlık atmaya başladım: "Bir şey beni yakaladı! Akın yardım et!" Işıklar yanınca üstümdeki şeye baktım. Bu bir iskeletti. Ağzı açılmış korkunç bir şekilde suratıma bakıyordu. Çığlık atınca üzerimdeki iskeleti Akın kaldırdı. "Neden sürekli bir şeylere çarpıyorsun ya da üzerine deviriyorsun?" İskeleti sıralara doğru fırlatmasıyla, yarısı yıkılmış zar zor ayakta duran sıraların geri kalanı da yıkılmaya başladı. "Dikkat et!" diye bağırdığımda çok geçti. Bütün sıralar Akın ve benim üstüme devrilmişti. Hızla üstümdeki sırayı itip başımdaki ağrıya aldırmadan ayağa kalktım. Dişlerimi sıkarak gözlerimi yumduğumda dengemi sağlamak istercesine kafamı eğdim. Kulaklarım çınlarken gözlerimi yavaşça açtım. Etraf bulanıktı. Birkaç adım attığımda sıraların arasında Akın'ın hareketsiz bedenini ve başından akan kırmızı sıvıyı görmemle bedenim buz gibi kesilmişti."Akın..." Onu öylece yerde uzanmış görünce telaşla sıraları çekmeye çalıştım. Birkaç sıyrıkla yanına ulaştığımda hiçbir şey söyleyemeden ürkekçe dokundum omzuna. Başından kapalı gözlerinin üzerine süzülen kanlar beton zemine damladıkça bedenimi esir alan şaşkınlık yerini yavaşça korkuya bırakmıştı. Omzuna dokunduğum parmak uçlarımdan vücuduma hızla bir uyuşukluğun dağıldığını hissediyordum. O sırada insanoğlunun bencil arzusuyla öfke dolu bir pazarlığa tutuşmuştum kendimce. Onu öylece bıraksam ne olurdu? Ne de olsa bir katil değil miydi? Korkuyla çarpan kalbim bir anlığına buzlarla kaplandı. Hemen ardından içim intikam isteğiyle dolup taşmıştı. Bana yaşattıklarını ona ödetmek istiyordum. Yaşadığım korkuyu tatmasını ve acı içinde geberip gitmesini izlemekten zevk alacak gibiydim. Başımı iki yana salladım. "Neler düşünüyorum ben böyle?" Zihnimi birkaç saniyeliğine esir alan şeytani düşüncelerden sıyrılmış, kendi insanlığımdan şüphe eder olmuştum. O an fark edemeyeceğim şey ise, onu ölüme terk etmenin dünyadaki katil sayısını değiştirmeyeceğiydi. "Akın." Yutkunarak başını ellerimin arasına aldım. Kanın yoğun sıcaklığını ve yapışkanlığını parmak uçlarımda hissederken birkaç kez daha seslendim. Hafif çekik gözleri kapanmış daima çatık kaşları ifadesiz bir hâl almıştı. Telaşla ayaklanıp bedenini güç olsa da sürükleyerek sıraların arasından çıkardım. Ardından kapıya koşup yumrukladım birinin duyması umuduyla. "Kimse yok mu!?" Yardım çağrıma yanıt gelmeyince tutamadığım gözyaşlarımla geri çekilip bir kapıya bir ortada öylece yatan bedene baktım. Sırtımın çarptığı duvar soğuk bir cesedi andırmış, tüm vücudum irkilmişti. Ağlayarak ellerimi başıma götürdüm ve yere çöktüm. Ne yapacağımı bilmiyordum, hissettiğim korku ve panik düşünmemi engelliyordu. O an gözüme takılan su şişesiyle bir çırpıda şişeyi almış emekleyerek Akın'ın yanına gitmiştim."Akın! Uyan." Dizlerimin üzerine koyduğum kafasına suyu öylece boca etmemle açılan gözleri hemen gözlerimi bulmuş can havliyle kolumu tutmuştu. Derin bir nefesle öksürüp başını tekrar dizlerime koydu. Uyanmasıyla içim rahatlarken derin bir nefes almıştım. Titreyen elimin tersiyle gözyaşlarımı silip başımı yaşlı gözlerimi saklamak için geriye ittim. "Öldün diye seviniyordum." Tekrar ona döndüğümde Akın baygın gözlerle gülüp cevap vermeden bana bakmıştı ki gözleri alnıma kaydı. "Alnın kanıyor." Elimi alnıma götürüp dokundum. Tiz bir acı hissettiğimde yüzümü buruşturdum. "Senin başın da kanıyor." Üzerimdeki ceketi çıkarıp başına koyarak tampon yapmaya başladım. İtiraz etmeden, arada bir kapanan gözlerini öylece dikti bana. Bir süre hiç tanımadığı birine bakıyormuş gibiydi. Ardından nerede olduğunu sorgulayan gözleri etrafa yönelmişti. "Bilincimi açık tut yeter." Toparlanmaya çalışıp başımı salladım. "Adın ne?" dedim. Bana kısa bir bakış atıp güldü. "Akın." dedi. "Soyadın?" "Korel." "Kaç yaşındasın?" "Yirmi iki." "Hangi rengi seversin?" "Mavi ve siyah" "En sevdiğin kitap?" "Güzel ve Çirkin." "Çocuk kitabı mı seviyorsun?" "Yaşlı sayılmam henüz." "Yazarı kim?" "Jeanne-Marie Leprince De Beaumont." "Güzel, ne yapmaktan hoşlanmazsın?" "Gülmekten." "Ne yapmaktan hoşlanırsın?" "Gülmemekten." "Benimle dalga geçecek kadar bilincin yerinde." Akın bana baktı. "Sabaha kadar böyle sorulara cevap vermek sadece sıkıntıdan daha erken ölmeme sebep olur." Ceketi kaldırıp kanamasına baktım. Kanamayı durdurmasa da yavaşlatmıştı. "Sadece sana yardım etmeye çalışıyorum." Akın bir süre daha baktı yüzüme. "Katilini kurtarmak ne kadar akıllıca?" Çilekli bandanayı kafasına olabildiğince sıkı bağlarken "Bizi ayıran nokta da bu işte. " demiştim. Verdiğim cevapla bir süre sustu. Ardından gözlerini benden çekti. "Zayıflıktan başka bir şey değil." Başını tekrar nazikçe bacaklarıma koyduğumda itiraz ettim: "Merhamet zayıflık değil, yeri geldiğinde çok iyi bir cezadır." Tavana bakarak dinledi sözlerimi. "Beni yaşatarak cezalandırıyor musun yani?" Sırtımı sıraya yasladım. "Sayılır. Onca yaptıklarının ardından ölüm sadece bir kurtuluş olur. Yaşayıp cezanı çekmelisin. Eminim sana bir gün bana yaşattıklarına bedel olacak çok iyi bir ceza vereceğim." Akın gözlerini kapadı. Bir süre ses çıkarmayınca tekrar konuştum. "Ne yani? Seni ölüme terk etmemi mi istiyorsun?" "Henüz ölemem Bade. Tutmam gereken bir söz var." Tekrar açtı gözlerini. Kararlı bakışları, amacı uğruna yaşama tutunmaya ant içmiş gibiydi. Ve yine o amaç uğruna ölmeye de bir o kadar hazır görünüyordu. Onca telaş ve korkunun ardından odayı derin bir sessizlik doldurdu. Ne kadar zaman geçtiğinden habersiz, ne kucağımda küçük bir çocuk misali yatan Akın ne de ben konuşuyorduk. Gittikçe bedenimi kar sonrası huzuru andıran bir his sarıyordu. Üşütüyordu ama bir o kadar da huzurluydu. Gözlerimi boşluktan çekip Akın'a döndüğümde kapanmak üzere olan gözleriyle irkildim ve güçlükle çıkan sesimle konuştum: "Sakın uyuma." Gözleri açıldı. Ama ona söylediğimin aksine bastıramadığım derin bir uykunun kollarında gözlerim kapanmıştı yavaşça. Pencerenin korkuluklarından içeri sızan ışık huzmesi yüzüme vurunca kendime gelmiştim. Önce gördüğüm bir duvardı. Ardından belli belirsiz bulanık nesneler ve güneş ışığının içeri sızmasıyla etrafta uçuşan toz parçacıkları... Elimi sızlayan başıma götürüp dokunduğumda kurumuş kanın pürüzünü hissetmiştim. Başımı eğip Akın'a baktığımda gözleri kapalı hâlde öylece uzanıyordu kucağımda. Korkuyla sarstım onu. "Akın!" Gözlerini açıp bitkince baktı bana. Tek kelime edecek hâli kalmamıştı. Akın'ın kolundaki saate baktım. Sabah yediye varıyordu. Akın'ı yavaşça yere indirip demir parmaklıklı küçük pencereye uzanmaya çalıştım. Kimse görünmüyordu. Çünkü pencere arka kapıya bakıyordu. Koşarak kapıya gittim."Kimse yok mu!? Yardım edin!" Yukarıdan sesler geliyordu. Muhtemelen okul çoktan açılmış, öğrenciler gelmeye başlamıştı. Etrafa bakındığımda camın arkasındaki yangın söndürme tüpünü gördüm. Camı vakit kaybetmeden kaptığım süpürgenin sopasıyla kırdığımda cam kırıklarının koluma çizikler ve yaralar açmasına rağmen yangın tüpünü çıkarıp kapıya vurmaya başladım. Belki onlarca kez vurdum. "Uğraşma yeter artık." Artık gücüm tükenmişti, zorla ayakta duruyordum. Dakikalardır bitmek bilmeyen sabrımla denemeye devam etmiştim. Son vuruşumla elimden kayıp yere yuvarlanan yangın tüpüyle, iki yumruğumu kapıya vurup tükenmiş gücümle ağladım. "Kimse yok mu?" Bağırıp çağırmaktan boğazım yanıyordu. Fazlasıyla susamıştım, canımın acısı katlanılmaz olmaya başlamıştı. Pes etmeyerek yerdeki yangın tüpünü aldım. Akın beni izlerken tüm gücümle tekrar tekrar kapıya vurmaya başladım. En sonunda tüple birlikte ben de yere düştüm. Kafamı kaldırdığımda nihayet sonuna kadar açılan kapıyı fark etmemle yeniden doğmuş gibi bir güç ve umut sarmıştı içimi. Hızla ayağa kalkıp Akın'ın yanına gittim. "Fırsatım varken öldürmeliydim seni." diye söylenerek Akın'ın kolunu omzuma attım. Gözlerinde şaşkınlık vardı. "Pes etmek nedir bilmez misin sen?" Zorla ayağa kalkarak yürümeye başladık. "Yaşayacak bir hayatım var. Göreceğim yeni yerler, tadacağım yeni tatlar, hissedeceğim yeni hisler var." Merdivenleri zorla çıktığımızda Akın'ın gözleri kapanmak üzereydi. "Biraz daha dayan, gelmek üzereyiz." Sözlerimle çelişen bedenim beni oldukça zorluyordu. Okulun bahçesine çıktığımız an birkaç çığlığın ardından öylece bize bakanlara seslendim. "Yardım edin!" Herkes şaşkınca oldukları yerde çakılı kalmıştı sanki. Ne olduğunu anlamaya çalışarak doğruca bize bakarlarken öğrencilerin arasından sıyrılan Emir, Ceyda ve Berke bize doğru koşmaya başladıklarında onları görür görmez içime su serpilmişti. Berke Akın'ı tutup aldığı an sendelemiş, ardından gözlerim kararmıştı. Son hatırladığım, Emir'in beni kucağına alıp bağırdığıydı. Gözümü açtığımda hastanenin ağır kokusu burnuma çarptı. Ağrılarım dinmiş, geriye bedenimin yorgunluğu kalmıştı. Yumuşak yastığa gömülen kafamı çevirdiğimde Arda ve Selin'in aralarında sessizce bir şeyler konuştuğunu gördüm. Tepemde doğruca gözüme çakılan beyaz ışık gözlerimi alıyordu, yüzlerini net göremiyordum. Elimi kaldırıp gözlerime siper ettiğimde Selin beni fark ederek ayağa kalktı. "Uyandı." Arda'nın kapıyı açıp diğerlerine uyandığımı söylemesinin ardından içeri teyzem, eniştem, amcam ve yengem girince yavaşça doğrulmaya çalıştım. Arda bana yardım etmiş, sırtıma yastık koyarak "Yavaş ol." diye uyarmıştı. "Şükürler olsun." diyerek yanıma koşan teyzem hemen elimi kavrayıp öptü. Amcam ise telaşlı gözlerini üzerimde gezdirirken saçlarımı okşayarak gülümsedi. "Korkuttun bizi." Bunca zamandır yakındığım yalnızlıktan eser yoktu. Her başım sıkıştığında imdadıma koşan teyzeme, amcama haksızlık etmiştim. "Özür dilerim." İçtenlikle dilediğim özürle bir damla yaş süzüldü gözümden. Yengem örtüyü biraz daha üzerime çekip gülümserken içeri doktor girdi. Doktor uzun boylu ve sıskaydı. Beyazlamış kıvırcık saçlarını ensesinde toplamış, gözlerinin altına mor halkalar yer etmişti. "Nasıl hissediyorsun Bade?" Biraz daha doğrulup doktora baktım. "İyiyim, teşekkür ederim." Doktor ciddi bir tavırla dosyamı incelerken konuştu: "Sıyrık, ezilme ve kesiklerden başka ciddi bir şey yok. Birkaç kontrol ve testin ardından taburcu edeceğiz seni." Başımı salladığımda yanıma yaklaşıp kontrollere başladı. Ardından testlerin yapılması için teyzem ve yengemle birlikte dışarı çıkmıştık. Odaların içine bakarak koridorda biraz ilerledikten sonra Ceyda'yı görünce duraksadım. Yatağın yanına çökmüştü, omzunu sıvazlayan Emir'in elini tutuyordu. Yatağa boylu boyunca uzanmış Akın, hâlâ uyuyordu. Annesi elindeki mendille ara ara sildiği gözleriyle öylece otururken, babası ve dedesi ona destek olmak için bir şeyler söylüyordu. Ceyda beni görünce dudaklarından "Bade" kelimesinin döküldüğünü anlamıştım. Diğer tüm gözlerin bana dönmesiyle yutkundum. "Durumunun iyi olduğunu söylediler." Teyzemin sözleriyle ona döndüm. Hafif bir tebessümle yüzüme bakmış, merakımı gidermişti. O sırada gözleri açılan Akın'ı fark etmeyip ayaklandılar. Dışarı çıkan Emir bana gülümserken, Ceyda koşarak bana sarılmıştı. "Doktor, eğer yardım etmeseydin abimin durumunun daha ağır olabileceğini söyledi." Bir yandan ağlıyordu. Titreyen elleri ne kadar korktuğunun kanıtıydı. "Kim olsa aynısını yapardı." Ceyda'ya sarılıp teselli etmek için bir şeyler söylemek istedim. Ama aklıma bir şey gelmiyordu, ne diyeceğimi bilemiyordum. Annesinin gözleri minnetle bakıyordu bana. Konuşacak hâli kalmamıştı ama gözleriyle teşekkür ediyordu. "Sen nasılsın kızım?" Dedesinin içtenlikle sorduğu soruyla gülümsedim. "Daha iyiyim, teşekkür ederim." Hemen ardından babası konuştu: "Bir şeye ihtiyacınız varsa lütfen çekinmeyin." Teyzem başını sallayıp elimi tuttu. "Siz de aynı şekilde. İnşallah en kısa zamanda ikisi de sağlığına kavuşur." İyi dileklerin ardından yolumuza devam ederken onlar da odaya geri dönmüştü. Test sonuçları çok geçmeden çıktığında amcam taburcu işlemleri için yanımızdan ayrıldı. O sırada kısa sürede hazırlanmış, hastaneden ayrıldıktan sonra ise yol boyunca olanları anlatıp bizimkilerin merakını dindirmeye çalışmıştım.*** Ellerimi yüzüme götürüp gözlerimi ovdum, uykudan arınmak istercesine. Hiç uyumamış gibi bir ağırlık vardı üzerimde. O günün yorgunluğunu atamamıştım hâlâ. Kapım tıklatılıp açıldığında elinde tepsiyle teyzem, hemen ardından da eniştem girdi. "Günaydın." "Günaydın." Eniştem yatağımın yanına bir sehpa çekerken teyzem de kahvaltılıkla dolu tepsiyi sehpaya bıraktı. O günden bu yana üç gün geçmesine rağmen her sabah üşenmeden bana kahvaltı getiriyordu. "Daha iyi misin Bade?" Eniştemin sorusuyla elimle boynumu tutup gülümsedim. "Biraz ağrım var ama iyiyim." "Güzel, iyice dinlen." Dışarı çıkacakları sırada onları durdurdum: "Aslında size bir şey söylemek istiyorum." İkisi de durup bana döndüğünde biraz daha doğrulup ellerimi önümde birleştirdim. "Ben artık evime dönmek istiyorum." Teyzem korktuğu başına gelmiş gibi suratını astı. "Neden? Bir şey mi oldu? Odanı mı beğenmedin?" Hemen başımı iki yana salladım. "Hayır hayır. Siz elinizden gelen her şeyi yapıyorsunuz. Sizi çok seviyorum ama insan kendi evinde rahat ediyor sadece." Teyzem oldukça üzülmüş görünüyordu. Onun aksine eniştem daha anlayışlıydı. "Anlıyorum seni Bade ama sen orada tek olunca bizim aklımız sende kalıyor." Bir şey söylemeden onlara bakarken eniştem derin bir nefes aldı. "Peki, nasıl istersen." Sözleriyle içim ferahlamıştı. "Çok teşekkür ederim. Bugün okuldan sonra direkt evime geçerim." Teyzem endişeyle sordu: "Emin misin? Daha tam iyileşmedin, iyileşene kadar kal." "Eminim. İyi olacağım merak etme." Teyzem eğilip sessizce söylendi: "O zaman boş ver okulu, alışverişe gidelim." Eniştem teyzemin kolundan tuttu. "Sen teyzene bakma kızım. Okuluna git." Teyzem kocasına direnip söylendi: "Sadece gerekli şeyleri alacağım." Onu odamdan dışarı çıkarmaya çalışan eniştem, buna hiç inanmış görünmüyordu. "En son alışverişinde tekerlekli akvaryum aldın Didem. Bunun neresi gerekliydi?" "Ne var yani? Evcil balığımız Nemo çok sıkılmış görünüyordu. Onu gezdirmek istedim. O da bizim evladımız." Kavga ederek odadan çıktıklarında teyzem hâlâ söyleniyordu. İkisinin ardından gülerken başımı iki yana sallayıp ayaklandım. Banyoya girdiğimde alnıma yapıştırılmış gazlı bezi çıkarıp attım. Küçük yara çoktan kapanmış, iyileşmeye yüz tutmuştu. Yüzümü yıkadıktan sonra teyzemin getirdiği kahvaltıdan atıştırmış, doktorun verdiği ilaçları içmiştim. Hazırlanıp aşağı indiğimde ise teyzemin kollarını göğsüne bağlayıp enişteme sırtını döndüğünü gördüm. Eniştemle göz göze geldiğimizde ona acımıştım. Bir süre üçümüz de birbirimize baktık, daha fazla sabredemeyen teyzem birden sinirle söylendi: "Bade, enişten beni sevmediğini söyledi." Eniştem ellerini yüzüne sürüp kendini açıklamaya çalıştı. "Hayatım sadece tekerlekli akvaryuma ne gerek vardı dedim." "Aynı şey." Hızla içeri girip koltukların birine oturdu. Ellerimi iki yana açıp çaresizce baktım enişteme. O da yılmış bakışlarıyla bana karşılık vermiş, ardından beni kapıdan yolcu etmişti. Yağmur sonrası açan sabah güneşi evlerin çatısına vuruyor, ağaçların arasından geçerek yerde belirsiz turuncu şekiller oluşturuyordu. Müstakil evler yolun iki yanına düzenle dizilmişti. Oldukça temiz ve düzenli bahçelerin gölgelerinde hâlâ erimemiş karlar vardı. Karşı çaprazdaki evin bahçesinde ise sabahın erken saatlerine rağmen kitap okuyan yaşlı bir amca sandalyede oturuyordu. İçeriden çıkan kadın elinde tuttuğu bir kupa çayı kitap okuyan amcaya uzatmış, amca da memnuniyetle teşekkür ederek almıştı. Biraz ilerledikten sonra köşede acı bir inilti duymamla duraksadım. Hemen dönüp çalıların arasına baktığımda küçük bir köpek yavrusunun acınası mırıltılarla titreyerek yattığını gördüm. Onu korkutmamaya çalışarak kucağıma aldım. Sorunun ne olduğunu anlamak için baktığımda sol arka bacağında derin bir yara olduğunu fark ettim. Büyük bir ihtimalle diğer köpekler yapmıştı bunu. Etrafa bakınıp ne yapacağımı düşünürken, fazla oyalanırsam okula geç kalacağım da aklımdan çıkmıyordu. Şimdilik onu sıcak tutmak sanırım en iyisi olacaktı. Soğuktan titreyen tatlı yavruyu kucağıma koyup yürümeye başladım. Okula gidene dek gözlerim bir veteriner aramış, ama bulamamıştı. Bir süre sonra kucağımın sıcağına sığınıp acı mırıltıları kesildiğinde okulun kapısına gelmiştim. Çantamı açıp yavru köpeği dikkatlice yerleştirerek okula girdim. Sınıfta pek fazla kişi yoktu. Hemen sırama geçip çantamı dikkatlice sıranın altına yerleştirdim. O sırada Selin'in sesini duymamla kafamı kaldırıp ona baktım. "İyi görünüyorsun." Başımı salladım. "Daha iyiyim. Sana bir şey göstermem gerek." Yavaşça çantayı açtım ve yavru köpeği gösterdim. Selin'in sarı tenine renk katan al yanakları sevgiyle daha da pembeleşerek gülümsedi. "Nereden buldun bu tatlı şeyi?" "Sabah okula gelirken yaralı bir hâlde buldum. Okul çıkışında bir veteriner bulsam iyi olacak." Selin gülümseyerek köpeğin başını severken bana dönüp onaylarcasına başını salladı. "Okula yakın bir veteriner var mı sorup öğrenirim. Birlikte gidelim istersen?" "Olur." Okul çıkışı yorgunca uyuyan köpeği tekrar kucağıma alıp veterinerin yolunu tuttum. Selin arkadaşlarıyla takılacağını bahane ederek beni ekmişti. Neyse ki gitmeden veterinerin yerini öğrenerek bana tarif etti. Veterinerin kapısına geldiğimde içeri girmek için kapıyı itmiştim ki kapı açılmayınca duraksadım. Cama daha çok yaklaşıp bir elimle ışığı engellemek için siper ettim ve içeri bakmaya çalıştım. İçeride kimse görünmüyordu. Anlaşılan kapalıydı. Sıkıntıyla ne yapacağımı düşünürken hafifçe geri çekilmiştim ki aniden gelen hapşırık ve öksürükle köpek uyanmıştı. Burnumu çekerek boncuk gözlerine gülümsedim. Ardından başka bir veteriner bulma umuduyla etrafa bakınmıştım ki adımı duydum. "Bade." Dönüp sesin geldiği yöne baktığımda karşıdaki tenha sokakta Akın ve birkaç kişiyi görmemle kaşlarım çatılmıştı. Karşısında duran kendi yaşıtlarında bir çocuğa bir şeyler söyleyip bana doğru gelmeye başladı. Çocuğun yanındaki kısa saçlı, beyaz tenli kız ise hareket etmeden gözleriyle ikisini takip ediyordu. Burada ne yaptığımı sorgularcasına baktığında kucağımdaki köpeği göstererek burnumu çektim. "Bacağı yaralı, veteriner kapalıymış. Başka bir veteriner bulacağım." Akın gözlerini benden çekip köpeğe baktı ve eline aldı. Havaya kaldırıp bacağını inceleyerek tekrar bana döndü. "Buraya en yakın veteriner en az kırk dakika. Nerede olduğunu biliyor musun?" Nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Cevap vermeden öylece ona baktığımda derin bir nefes alıp tekrar köpeğe baktı. "İyilik etmeye neden bu kadar meraklısın?" diye mırıldanarak yürümeye başladı ve ekledi: "Beni takip et." Ardından yürümeye başladığımda konuştuğu çocuğun yanında durdu. Simsiyah gözleri olan, oldukça yakışıklı çocuk konuştu: "Hediyemi beğenmene sevindim. Sonra haberleşiriz." Kısa saçlı, cennet yeşili gözleri olan kızla göz göze geldiğimizde uzunca baktı bana. Ben gözlerimi ondan çekerken hâlâ bana bakmaya devam edişini sezebiliyordum. Anlaşılan pek utangaç bir kız değildi. Akın başıyla onayladığında çocuk bana öylesine bir bakış atıp çoktan yürümeye başlayan kızı takip etmeye başladı. Arkalarından bakarken Akın'ın çoktan binanın arka tarafından içeri girdiğini fark ederek ben de peşinden gittim. Karanlık koridorda ilerleyip on üç numaralı ahşap kapılı bir odanın başında durduğumuzda elleriyle ceplerini yoklamaya başladı. Cebinden bir anahtar çıkarıp içeri girdi. Tereddütle etrafa bir göz atıp içeri girdim. İçerisi en az dışarısı kadar soğuktu. Odanın iki duvarına gömülmüş kitaplıklar ve ortada büyükçe bir masa vardı. Kalın ciltli kitaplar uzun zamandır el sürülmemiş gibi kalın bir toz tabakasıyla kaplanmıştı. Kitapların hemen yanında dört katlı rafın içerisine dizilmiş çeşitli şişeler vardı. Akın köpeği masaya bırakıp masanın çekmecesinden deri bir çanta çıkardı. Ardından odanın içindeki diğer odaya girip elinde metal bir kapla geri döndü. Sessizce onu izlerken şişelerle dolu rafın karşısına geçip bakındı. Birkaç şişeyi alıp döndüğünde elindekileri masaya bırakmıştı. Ardından metal kabın içine seçtiği şişelerden birini boşalttı. Anında odayı keskin, kimyasal bir koku sararken çekmeceden çıkardığı deri çantayı açıp içinde bulunan çeşitli tıbbi aletlerden bazılarını metal kabın içerisine attı. Merakla yanına gittiğimde ellerine plastik eldiven giyiyordu. "Kanaması olduğu için bandanamı sardım." Akın bana baktıktan sonra yavru köpeği yan yatırıp bacağına bağlı bandanayı dikkatle çözmeye başladı. Ben birden hapşırınca köpek sıçrayarak Akın'ın elleri altında huzursuzca kıpırdandı. "Alerjin mi var?" Cebimden bir mendil çıkarıp burnumu sildim. "Hayır. Biraz üşüttüm sanırım." Önüne döndüğünde dikkatle eğilerek onu izlemeye başladım. İlk önce yarayı titizlikle temizledi. Sonra pamuğa sarı bir madde döktü ve yaraya sürdü. "Veterinerlik de mi yapıyorsun?" Akın işine davam ederken "Hayır," dedi ve ekledi: "Aslında hayvanlara dair bir bilgim yok." Tedirgince ona döndüm. "Hiçbir şey bilmeden ne yapmayı planlıyorsun?" "Risk alıyorum." Kabın içindeki aletlere uzandığında endişeyle elini tuttum. "Ben en iyisi bir taksi tutup onu veterinere götüreyim." Akın'ın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Alaycı bir bakışla beni dinlerken "Ona zarar verecek bir şey yapmayacağım." dedi. Ona inanmak istercesine baktım. "İlk yardımı yaptıktan sonra veterinere götürür, kontrol ettirirsin." Düşündüm bir süre. "Tamam." Onayladığımda bana bakmaya devam etti. Ben de ona baktığımda elini işaret etti. "İşim bitince tekrar tutmana izin veririm." Dönüp baktığımda hâlâ elini tuttuğumu görünce hızla geri çekildim. "Dalmışım." Utançtan yerin dibine girmiştim. O ise gayet eğlenmiş görünüyordu. "Masaya çık ve köpeği kucağına al." Sebebini merak etsem de sormadım. Biraz ona bakmış, ardından yüksek masaya çıkmaya çalışmıştım. Ama masa gerçekten yüksekti ve bir türlü becerip masaya çıkamamıştım. Akın derin bir nefes alarak doğruldu, tek koluyla eldivenleri bir yere değdirmemeye çalışarak beni kavradı ve masaya çıkardı. Diğer elindeki köpeği kucağıma bıraktığında tekrar işe koyuldu. O dikkatlice köpeğin bacağındaki uzun, bakır rengi tüyleri keserken ben de ayağını tutup sabitledim. Böylece Akın tüyleri daha rahat kesmiş, yara tamamen ortaya çıkmıştı. Tam olarak görememiş olmalı ki köpeğe doğru biraz daha yaklaşıp eğildi. O an hoş bir koku burnuma ulaştığında derin bir nefes alma isteğiyle dolup taşmıştım. Dikkatini tamamen köpek yavrusuna vermiş, işini ciddiyetle yapıyordu. "Bana öyle bakarsan odaklanamam." "Bıçak tutan ellerinin can aldığı gibi can verdiğine de şahit oluyorum. Şaşkınım sadece." Akın bir anlığına duraksadı. Kafasını kaldırmadan köpeğe bakmaya devam etti ve cevap verdi: "Her şey bıçağı kimin tuttuğuna bağlı."Sözlerimin onu kızdıracağını düşünmüştüm. O ise duru bir ses tonuyla cevap vermişti. "Keşke her zaman bir doktor olarak tutsaydın bıçağını." İşine devam edip "Keşke." diyerek onayladı beni. "Neden bıraktın okulu?" "Öyle olması gerekti." Ona sormak istediğim çokça soru vardı aklımda. Ama ne benim sormaya cesaretim ne de onun cevaplama isteği vardı. Kim bilir neler gizliyordu maskesinin ardında. En azından masum bir köpeğin acısını dindirmeye yardım edecek merhameti vardı. Kaçamak bakışlarla bazen ona bazen de etrafa bakmıştım işi bitene dek. İşi bittiğinde ise köpeği kucağımdan alıp masaya koymuştu. Masadan inmek için hamle yaptığımda Akın beni durdurdu. "İnme." Duraksayıp ses çıkarmadan ona baktığımda eldivenlerini değiştirmiş tekrar karşıma gelmişti. Bir süre bana baktığında önüme düşen saçlarımı geriye itti ve kafamı onu görebileceğim şekilde kaldırdı. "Ağzını aç." Ne yapmaya çalıştığını anlamayarak sordum. "Ne?" Soruma cevap vermeden sertçe bakmıştı bana. Yavaşça ağzımı açtığımda bir süre daha meraklı gözlerime baktı, ardından bir eliyle çenemden tutup diğer elindeki çubuğu dilime bastırmıştı. Birkaç basit muayenenin ardından önümden çekildi. Anlam veremeden, kafamda uçuşup duran sorularla ona bakmaya devam ettim. "Üşütmüşsün. Dikkat et." Şaşkınlığımın farkında olsa da oralı olmadan bunları söyleyerek beni daha çok şaşırtmıştı. Diyecek bir şey bulamadan başımla onayladım sadece. Ardından yavaşça masadan inerek hâlâ masada uzanıp mırıltılar çıkaran köpeğe döndüm. Garip bir şekilde içim daha rahattı. En azından yarası güzelce sarılmıştı. Tam köpeği alacağım sırada omuzlarımda iki el hissettim. Kafamı çevirip baktığımda Akın'ın siyah kapüşonunu omuzlarıma koyduğunu gördüm. "Dışarısı soğuk." Geri çekildiğinde kaşlarım çatıldı. "İyi biri misin kötü biri mi çözemiyorum." Akın etrafı toparlarken düşünmeden cevap verdi: "Muhtemelen tanıdığın en kötü insan benim." "O zaman neden bunları yapıyorsun?" dedim kapüşonu ve köpeği göstererek. O ise umursamaz bir tavırla şişeleri yerine geri koydu. "Doğrudan teşekkür etmeyi seven biri değilim." Bir süre düşündüm. Üç gün önce olanlardan bahsediyordu. "Teşekkür etmek utanılacak bir şey değil." Rafa doğru eğilip birkaç şişenin yerini değiştirdi. "Utandığımdan değil. Sadece minneti sözler yerine göstererek ifade etmenin daha doğru olduğuna inanıyorum." Her karşılaştığımızda beni şaşırtmayı başarıyordu. Bir şey söylemeden onu izlerken doğrulup kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Kapüşonu giyip köpeği kucağıma aldım ve peşinden çıktım. Kapıyı kilitleyip bana döndüğünde kapüşonu kafama geçirerek iplerini sıktı. "Yalnız, Akın..." "Hı?" "Bir sorun var." "Ne sorunu?" "Göremiyorum." dediğimde kafamı kaldırarak Akın'ı görmeye çalışıyordum ama sadece çenesini görüyordum. Kapüşonu alnımdan itip gözlerimi açtı. Burnumu çekip ona baktım. "Teşekkürler." Akın ellerini cebine sokarken bu soğuğa karşı hiç üşüyor gibi durmuyordu. "Dinlen, yoksa hastalığın daha kötüye gider." Başımı sallayarak birkaç adım geri geri gittikten sonra dönüp yürümeye başladım. Eve geldiğimde anahtarımı çıkarıp içeri girdim. İçeriden temizlik kokuları geliyordu. Sıcak ve temiz ev büyük ihtimalle teyzemin eseriydi. Ayakkabılarımı çıkarıp odama çıktığımda bir çırpıda üzerimi değiştirip içimi ısıtacak kalın bir şeyler giymiştim. Hemen ardından köpek yavrusuna yiyecek bir şeyler vermiş, Ömer'i arayarak köpek maması istemiştim. Çok geçmeden kapı çaldığında köpeği kucakladığım gibi kapıya koştum. Kapıyı açtığımda Ömer telefonuyla konuşmayı bırakıp bana ve köpeğe baktı. Yüzünde bir tebessüm oluşurken içeri girip elindeki poşeti bıraktı ve telefonu cebine koydu. "Bu ne böyle?" Gülerek köpeği ona doğru uzattım. "Sabah okula giderken yaralı hâlde buldum. Yeni ev arkadaşım." Ömer köpeği kucağına alarak sevmeye başladı. Mutfağa doğru ilerlediğimde beni takip ederek sordu: "Adı var mı?" "Hayır. Daha düşünmedim." Ben mamayı bir kaba boşaltırken o köpekle ilgileniyor, oyun yapıyordu. Bir süre konuşmadan köpekle ilgilenmeye devam etti. Bense düşünmekten bunalmış, kendimi tutamayarak sormuştum: "Ömer." "Efendim?" "Akın'ı nereden tanıyorsun?" Köpeğe yaptığı küçük oyunu bırakıp bana döndü. Yüzündeki gülümseme silinmiş, bir süre boşluğa bakıp düşünmüştü. "Küçükken arkadaştık. Yani beraber büyüdük diyebilirim. Evlerimiz yan yanaydı ve sürekli basketbol oynardık." Böyle bir hikâye beklemiyordum. Merakla bir sandalyeye çöküp onu dinlemeye koyuldum. "Akın'ın kendisinden üç yaş küçük bir kız kardeşi vardı: Esma. Çok güzel gelirdi gözüme. Uzun kahverengi saçları, açık kahverengi gözleri ve çenesinin sağ tarafında beyaz tenine kusurdan çok güzellik katan beniyle çocukluk aşkımdı işte. Yine sağ yanağında gülünce çıkan gamzesi vardı, hiç unutmam. Huyu Akın'a o kadar çok benziyordu ki... Akın ona her şeyden çok değer verirdi. Abisi olarak daima peşindeydi; koruyup kollar, onu mutlu edecek şeyler yapardı. Onun yanındayken kahkahalar atardı, hiç suratı asılmazdı," Birden güldü ve devam etti, "Esma biraz fazla sakardı. Sürekli düşer, kendini yaralardı. Akın ise büyüdüğünde doktor olacağını, Esma'nın tüm yaralarını iyileştireceğini söyleyerek onun ağlamasını bir şekilde sustururdu. Dediği gibi de tıp fakültesini kazandı. O zamanlar çok nazik biriydi; insanlara elinden geldiğince yardım eder, sanki herkesin mutlu olması için uğraşırdı. Esma da abisine çok bağlıydı. Her sırrını onunla paylaşırdı; birlikte ağlar, birlikte gülerlerdi. Ama..." dediklerini hayretle dinlerken cümlesini yarıda kesmesiyle merakla sordum: "Ama ne? Ne oldu? Onu bırakıp gitti mi?" Ömer başını iki yana sallarken gözlerindeki keder, gözyaşlarına dönüşmüştü hemen. Dolu dolu gözleri ve titrek sesiyle konuştu: "Bir daha dönmemek üzere gitti hem de." Bedenimi kaplayan soğuk boşluk, boğazımda bir acı oluşturdu. Yutkundum. Diyeceklerinden korkuyordum. Bir insanın sevdiğinden ayrılması kadar acı bir şey yoktu çünkü bu dünyada. Kopan bir hayat damarıyla yaşamak gerçekten çok ama çok zordu. "Bir gün Esma tek başına evden çıktı ve eve dönmedi. Akın ve ailesi her yerde Esma'yı aradı günlerce. Akın'ı ilk defa ağlarken görmüştüm. Eve geri döndüğünde bağırıp çağırıyor, her şeyi kırıp döküyordu. Birkaç gün sonra..." Tekrar duraksadı. Dayanamayıp ağlamaya başladığında hıçkırmamak için dudaklarını ısırıyor sakin kalmaya çalışıyordu. "Birkaç gün sonra evlerinin önü polis arabalarıyla dolmuştu. Evin bahçesinde kendi aralarında konuşan polisler, sandalyeye öylece çökmüş ağlayan Sami abi, polislerle konuşmaya çalışan Mesut amca, fenalaşıp bayılan Esila abla... Annemle babam duyar duymaz koştular tabi. Hâliyle ben de peşlerinden gittim. Ne olduğunu dahi bilmeden gözlerim Akın'ı aradı. Ortalıkta görünmüyordu. Hâlâ okuldan dönmemişti. Biraz sonra Akın çıkageldi. Kapıdaki polisleri görünce önce duraksamış, ardından sırtındaki çantayı attığı gibi bahçeye koşmuştu. Onu bir polis durdurduğunda Akın "Bulundu mu Esma?" diye sordu. Polis memuru elini Akın'ın omzuna atıp kapıdan biraz uzaklaştırdı. Ona bir şeyler söyleyen polis memuru ne yapacağını bilemeden karşısında dikilip kalmıştı. Akın'ın öylece diz çöktüğünü hatırlıyorum bahçede. İrice açılmış gözlerini öylece yere dikmiş, bir süre hareketsiz kalmıştı. Ardından kafasını gökyüzüne kaldırıp acı bir çığlık kopardı. Hemen ardından ağlamaya başlamış, tüm mahalleyi inletmişti adeta. Yerlere vurup polis memuruna "Yalan söylüyorsun!" diye bağırarak üzerine atıldı. Mesut amca ve Sami abinin koşarak onu tuttuğunu hatırlıyorum. İkisi de ağlayarak çıldırmış Akın'ı tutmaya çalışıyor, Akın'ın her çığlığıyla gözyaşları daha da artıyordu. O sırada iki komşunun konuşmasını duydum. Cesedinin nehirde bulunduğunu söylediler. Tecavüz edilip öldürüldükten sonra cesedi nehre atılmış. Akın'ın yaşadığı acıyı iliklerime kadar hissetmiştim o an. Üzüntüsünü, öfkesini, nefretini, acısını, kederini sığdırdığı çığlıkları hâlâ kulaklarımda. Söylenenleri duyduğumda kendimden geçmiş, beter bir hâle gelmiştim. Onun nasıl bir durumda olduğunu, ne kadar acı çektiğini tahmin bile edemiyorum. "Yemin ediyorum," diye bağırıyordu, "Hepsini öldüreceğim! Yemin ediyorum!" Onu tutmaya çalışan babası ve dedesinin de gücü tükenmiş, öylece yere çökmüşlerdi. Üzerine kaç polisin çullandığını sayamadım bile. Delirdiğini sandım. Ama ne yanına gidebiliyor ne de bir şeyler söyleyebiliyordum. Çivi gibi çakılmıştım olduğum yere. Sağlık görevlileri de koşup başına çöktüğünde polisler sakinleştirici vurulması için kolunu sabit tutmaya çalışıyordu. Ne yaptığını dahi bilmeyen Akın amansızca direnip yeminler ederken polisin biri kafasını tutup ağzını kapadı. O sırada göz göze geldik. Gözlerinden şakaklarına akan gözyaşlarıyla bana baktı öylece. Sanki bir şey yapabilecekmişim gibi çaresizce yardım dileniyordu benden. Susturulmuş çığlıklarını hâlâ duyuyordum. Elimden hiçbir şey gelmedi. Öylece acı çırpınışlarını izlemiş, gözlerindeki acıya bizzat tanık olmuştum. Olaydan aylar sonra Akın bambaşka birine dönüştü. Ailesi de Akın'dan farksızdı ama Akın hepsinden beter olmuş, kafayı yemiş gibi davranıyordu. O günden sonra bağırıp çağırmadı, ağlamadı da. Sadece sessizlik, derin bir sessizlik çöktü ona. Okul ve ev arasında mekik dokuyor, kimseyle konuşmuyordu. Sadece Ceyda, Emir ve Berke ile görüşüyordu. Sonra adam yaralamaya, barlarda dolaşmaya başlamıştı. Bir daha hiç Esma'nın yanındaki gibi güldüğünü görmemiştim. Hiçbir şeye tepki vermiyordu. Olayın üstünden üç yıl, hatta neredeyse dört yıl geçse de Akın'ın acısı hâlâ taze. O günden sonra yanına hiç gitmedim. Gitsem bile ne yapacaktım ki? Onu geri getiremezdim. Ne söyleyeceğimi dahi bilemiyordum. Sonra oradan taşındılar zaten. O nazik ve sevecen çocuk, gittikçe acımasız bir canavara dönüştü. Keşke... Keşke yanında olsaydım. Belki onu durdurabilirdim. Hayatımda hiç bu kadar pişmanlık duymadım. Keşke, keşke..." Dediklerini dinlerken her sözüyle dehşetle düşmüştüm. Ağlamaları hıçkırıklara dönüşünce sıkıca sarıldım ona. "Tamam, yeter bu kadar." diyerek susturdum onu. İnanamadım bir süre. Acı insanı bu kadar değiştirebilir miydi? Ya da onun birisini böyle sevmesinin imkânı var mıydı? Bir şeyler söylemeye çalıştım ama sesim çıkmıyordu. Sadece ağzımı birkaç kez açıp kapamakla yetinmiştim. Dolan gözlerimi silip Ömer'e bakmaya çalıştım. Tekrar o anı yaşıyormuş gibi ağlıyor, sürekli pişman olduğundan bahsediyordu. Uzun süre ağladı omzumda. Belli ki bunu daha önce anlatıp içini dökecek biri olmamıştı. Kendine geldiğinde ise eve gideceğini bahane ederek apar topar ayrılmıştı yanımdan. Etkisinden çıkamayıp bir süre daha oturdum mutfak masasında. Aklım almıyordu. Her zaman asık ve sert suratının arkasına gizlediği bir acısı vardı demek. Başım ağrımaya başladığında bir üşüme geldi içime. Bir bardak su içip odama çıktım. Üzerime bir kat pijamayla birlikte Akın'ın kapüşonunu da giydim. Kafamı da tıpkı Akın'ın yaptığı gibi örtüp bağlayarak biraz dinlenmek için yatağıma girdim. Üşüme hissi bir türlü geçmek bilmiyordu. Uykum da gelmişti. Saate baktığımda daha akşam dokuza dahi gelmediğini gördüm. Yorganımı kafamı da içine alarak iyice çektim. Çok sürmeden gözümü zar zor açtığımda saat akşam ondu. Titremem artmıştı, bir türlü üşümem geçmiyordu. Yorganın üzerine pikeyi de çekerek yatağımda küçük bir dağ oluşturdum. Aşağıdan kapının çalınma sesi geldiğinde yerimden dahi kıpırdayamamıştım. Gerçekten çok uykum vardı. Bilincim yarı açık yarı kapalı bir şekilde yalnızca sesler duyuyor, tepki veremiyordum. Öksürüp yorgana daha çok sokuldum. Kapı birkaç kez daha, sert bir biçimde çalındı ama bırak kapıyı, gözümü bile açacak hâlim yoktu. Tekrar öksürüp kıpırdandım. Bu kez kapı açılma ve kapanma sesi duyunca istemsizce tedirgin olmuştum. Teyzem mi gelmişti yoksa? Bir süre sonra Akın elinde küçük bir poşetle içeri girdiğinde aralık gözlerimle ona bakmaya çalıştım. Çatık kaşlarıyla üzerimdeki yorgan ve pikeyi çekti hızla. Kafama geçirdiğim kapüşonu çözerek elini alnıma koyduğunda eli buz gibi gelmişti. Emin olmak istercesine yanağıma ve boynuma dokunduğunda gözlerimi zorlukla açmıştım. "Çok üşüyorum." Mırıldanmamla Akın üzerimdeki kıyafetleri çıkarmaya başladı. "Yanıyorsun. Çıkar şunları." Üzerimdekileri çıkardıkça altından başka bir kıyafet çıkması Akın'ı deli etmişti. "Aptal, ateşin varken bunları giyerek kendini öldürmeye mi çalışıyorsun!" Ses çıkarmadan öylece yatarken Akın etrafa bakınmaya başladı. Odamdan çıktığında birkaç kapı açılıp kapanma sesinin ardından geri döndü. Tekrar üzerime çektiğim örtüyü aşağı attı, sertçe konuştu: "Kalk." Titreyerek cevap verdim: "Uyumak istiyorum." Akın sabırsızca eğilerek beni kucağına aldığında kokusunu içime çekmeden edememiştim. Bunu fark ederek eğilip bana baktı. Baygın bakışlarımı üzerinden çekmeden ona bakmaya devam ettiğimde neden burada olduğunu sormak istesem de vazgeçmiş, bir an için önemsememiştim. Birden tenimi saran soğuk suyla gözlerim iri iri açıldı. Can havliyle Akın'a tutunurken o da beni bırakmamıştı. "Alışmaya çalış." Soğuk su dolu küvetin içine bacaklarımı bıraktığında sırtımdaki elini de yavaşça çekmişti. Deli gibi titrememe rağmen gözlerimi tekrar kapadım, bir süre sonra bedenim uyuşmuş, titremem de geçmişti. Duvara yaslanıp ellerini göğsünde bağlayan Akın ara sıra eğilip ateşimi kontrol ediyor, saçlarımı ve alnımı ıslatıyordu. Yaklaşık yarım saat sonra kendi üzerinin ıslanmasını umursamadan beni küvetin içinden çıkarıp kucağına aldı. Gözlerimi hiç açmıyor, sadece kokusunu duyuyordum. Tekrar odama dönüp beni çalışma masamın önündeki sandalyeye oturttu ve elinde küçük bir havluyla karşıma çökerek beni kurulamaya başladı. "Üzerini değiştirebilir misin?" Sorusuna cevap vermeden ona baktığımda derin bir nefes alıp yüzümü kuruladı. Ardından yanında duran siyah kapüşonu giydirmiş, getirdiği ilaçlardan içirmişti. Tekrar yatağa uzanmamı sağladığında kendisi de yatağın köşesine oturup elini alnıma koydu. O da oldukça yorgun görünüyordu. Ardından hafifçe uzandı. "Neden buradasın?" Hâlsizce sorduğum soruya ilaçları göstererek cevap verdi: "Teşekkürüm sabahkinden ibaret değildi." Kapalı gözlerimi açmadan "Harika, şimdi de ben sana borçlandım." dediğimde üzerimi ince bir pikeyle örttü. "Senin teşekkür etmene gerek yok." Islak saçlarımı geri itip yanıma uzandı. "Şimdi uyuyabilirsin, Küçük Yalancı." Gözlerimi açıp ona baktığımda içimi derin bir hüzün kapladı. "Çok üzüldüm." Akın düşündü bir süre. "Ne için?" "Esma için." Sözlerimle bütün vücudu kaskatı kesilmişti sanki. Durgun bakan gözleri koyulaşmıştı, doğrulmaya çalışırken izin vermeden ona yaklaşıp sarıldım. "Sarılınca geçer derler." Akın öylece kalmıştı. Tekrar konuştum: "Şimdi gidersen acın da peşinden gelecek. Gitme." Bir süre bekledi, sustu, ardından bakışlarını benden çekip tavana dikti. Olanları tekrar hatırlamış olmalı ki derin bir keder sardı bedenini. Dinlenmeye ihtiyacı olduğu açıktı. Ama bu yorgunluk fiziksel olarak dinse de zihnen dinmiyordu. Geçmişte bastırdığı acısı zaman zaman onu yoklayarak her seferinde daha çok yoruyordu anlaşılan. Ona gerçekten üzülmüştüm. Çok zor olmalıydı. Uyandığımda gördüğüm ilk şey Akın'ın yakışıklı yüzüydü. Neredeyse hiç hareket etmemişti, bir eli benim üzerimde öylece uyuyordu. Elini karnımdan indirip doğrulduğumda kendimi daha iyi hissettiğimi fark ettim. Deliksiz uyumuş, uykumu almıştım. Elimi hastalığın ağırlığını taşıyan başıma götürerek dönüp ona baktım. Uyurken Ömer'in anlattığı o nazik çocuğa benziyordu. İfadesiz yüzü hâlâ yorgundu ve derin bir uykuda gibi görünse de avuçlarında sımsıkı tuttuğu pike her zaman tetikte olduğunu gösteriyordu. Tüm vücudu ani bir hareketimle hemen boğazıma yapışacak gibi gergindi. Yataktan çıkıp üzerini örttüğümde birkaç kıyafet aldım ve banyoda üzerimi değiştirdim. Ardından aşağı inip kahvaltı hazırlamaya başladım. Dün akşamdan beri hiçbir şey yememiştim. Midem kazınıyordu. Bir yandan kısık sesle radyoda çalan şarkıya eşlik ediyor, diğer yandan dilimlediğim salamları masaya koyuyordum. Yanlışlıkla bir dilimi yere düşürdüğüm sırada köpekçik salamı kaptığı gibi koşarak kaçmıştı. "Hey! Hani senin bacağın yaralıydı?" Kapıda dikilen Akın'ın yanından geçen köpeğe bağırırken Akın'a baktım. Geldiğini fark etmemiştim bile. Saçımı toplayıp tutturduğum kalem yere düştüğünde saçlarım omuzlarıma dağılmış, bir anlığına ne diyeceğimi unutmuştum. "Ben de seni uyandıracaktım." Akın göğsüne bağladığı ellerini çözüp saçlarını karıştırdı. "Gitsem iyi olacak, uyuyakalmışım." Saate bakıp kaşlarımı kaldırdım. "Daha saat dokuz buçuk." Akın elinde tuttuğu ceketini omzuna atıp kapıya yaslandı. "Benim için geç." "En azından kahvaltı yap. Teşekkür etmeyi bilen bir tek sen değilsin." Akın bir bana bir de hazırladığım masaya bakarak yaklaşıp oturdu. Ben de oturduğumda konuşmadan bir şeyler yemeye başladı. "Evime nasıl girdin?" Akın bana bakarak cebinden bir anahtar çıkarıp masaya koydu. Bu benim anahtarlığımdı. "Anahtar kapının üzerindeydi." Duraksayıp düşündüm. Köpekle ilgilenirken unutmuş olmalıydım. "Anahtar olmasa da sorun değildi." Eklediği sözleriyle ona döndüm. Alay mı ediyordu yoksa ciddi miydi anlaşılmıyordu. "Senden beklenildiği gibi." Söylediklerimle o da bana döndü. "En azından kapını çaldım." O sırada kapının çalmasıyla ayaklandım. "Ben açarım." Yan komşum Nisa ablaydı gelen. "Günaydın Nisa abla." "Günaydın canım nasılsın? Bayağıdır görünmüyorsun." "İyiyim, teyzemlerdeydim. Bir süre orada kaldım." "Anladım. Şey, ben senden bir şey isteyecektim. " Başımı devam etmesini istercesine salladığımda tekrar konuştu: "Annem rahatsızlandığı için hastaneye gitmem gerek. Eğer bir işin yoksa birkaç saatliğine Metin ve Öykü'ye bakabilir misin?" Metin ve Öykü, Nisa ablanın çocuklarıydı. Metin beş yaşında, Öykü ise daha altı aylıktı. Oldukça çaresiz ve endişeli görünüyordu. Anlaşılan ilk aklına gelen bendim. Gülümsedim. "Tabii, elimden geldiğince yardım ederim." Nisa abla teşekkür ederek çocukları bana teslim etti. Kucağımda Öykü elimde Metin, Akın'ın yanına geldiğimde Akın, Metin ve Öykü'ye bakarak kaşlarını kaldırmıştı. "Bunlar kim?" "Kuma olarak gittiğim kocamdan çocuklarım." deyip hıçkırdım. Akın yaptığım espriyi beğenmemiş olacak ki tepki vermeden bana baktığında Metin'i sandalyeye oturtup ona döndüm. "Yan komşumun çocukları. Birkaç saatlik işi varmış, bana emanet etti." Metin elimi çekiştirerek "Bade kim bu suratsız abi?" diye sorunca Akın kaşlarını çatarak çocuğa bakmaya başladı. "Bu Akın, misafirim." Metin kalbini tutarak bana döndü. "Bir an evlendin sandım." Gülerek saçlarını karıştırdım. "Evlenmek için çok küçüğüm. Ben seni bekleyeceğim, unuttun mu?" Metin pek ikna olmuşa benzemiyordu. "Ellerine bakacağım, yüzük var mı?" Benim ve Akın'ın ellerine baktığında ikna olmuştu. "Aç mısın?" Başını salladı. Ona bir tabak hazırlayıp yemesi için önüne koyduğumda Akın'a çocuğu işaret edip "Hemen döneceğim. Biraz ona göz kulak ol," diyerek mutfaktan çıkmıştım. Arkamdan beklemem için bağıran Akın'ı dinlemeden yukarı çıktığımda Öykü'yü uyutmaya çalıştım. Yavrucağız uykusuz olacaktı ki fazla direnmeden hemen uyumuştu. Sessizce kapıyı kapayıp aşağı baktım. Oturma odası sanki saatler geçmiş de bir meydan savaşı verilmiş gibi darmadağın olmuştu. Eşyalar yerdeydi, halı kaymıştı ve parçalanmış yastıkların tüyleri havada uçuşuyordu. "Bu evin hâli ne?!" Sinirle bağırdığımda sesimi çok yükselttiğimi fark ederek susmuş, aşağı inmiştim. Metin köpeğin ısırdığı yastığı çekiştiriyor, Akın kapının önünde ceketini almış gitme planları kuruyordu. Koşarak kapıyı tuttuğumda Akın dönüp bana baktı. "Üçüyle tek başıma başa çıkamam. Hiçbir yere gitmiyorsun." "Bakıcılık yapacak vaktim yok." Bunları söyleyerek bir adım attığında önüne geçtim. "Bu hasta hâlimle üstelik. Hiç acıman yok mu senin?" Akın bir süre bana bakıp başını yok anlamında iki yana salladı. "Bugün birazcık acı." Kollarından tutup eve doğru ittim onu. "Hadi Metin, oyun oynayalım." Metin sevinçle köpeğin ağzındaki yastığı bıraktı. "Yaşasın!" Akın'ı ve Metin'i koltuğa yan yana oturtup karşılarına geçtim. "Öncelikle evi bu hâle getiren kim?" İkisi de aynı anda birbirlerini gösterirken derin bir nefes alıp parçalanmış yastığı gösterdim. "Yastıktan ne istediniz peki?" Akın ve Metin bu kez köpeği gösterdi. Tekrar derin bir nefes aldım. "Hadi kalkın düzenleyelim şuraları." Neyse ki ikisi de itiraz etmeden bana yardım etmeye koyulmuşlardı. Etrafı biraz topladıktan sonra Metin elindeki yastıkla Akın'ın bacağına vurdu. Akın ona tepeden bir bakış atarken bir kez daha Akın'a vurunca, elindeki yastıkla Metin'e sanki tüm gücünü kullanmış gibi vurmuştu. Metin geri geri sendeleyip hızla koltuğa çarptığında elimdekileri bırakıp koştum. Metin gülüyordu. "Ne yaptığını sanıyorsun!?" Akın sözlerimle yastığı koltuğa attı. "Ne? O da bana vurdu. Hafifçe dokundum sadece." Metin'i yerden kaldırırken söylendim: "İki değil üç çocuğa bakıyorum!" Metin gülmeyi kesip zıplamaya başladı. "Çok eğlenceliydi! Akın abi bir daha yap!" Akın bana baktı. "Bak, eğlenmiş işte." Gözlerimi devirerek alayla ona döndüm. "Akın ben Metin'i havaya atıyorum, sen de havadayken vuruyorsun tamam mı?" Akın sinirle bana bakarken bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Ardından geri dönüp işime devam ettim. Nihayet evi toparladığımızda "Hadi oyun oynayalım!" diyerek heyecanla ellerini çırpmıştı Metin. "Söyle bakalım, ne oynamak istersin?" Metin elini çenesine koydu ve çocuksu edayla düşündü. "Immm, ben baba olacağım. Bade sen anne olacaksın. Akın da ımm... Çocuk olsun!" Başımı sallayıp Akın'a döndüğümde sıkıntıyla "Bir evcilik oynamadığım kalmıştı." diye homurdandı. "Oyunbozan olma, bir şey yapmayacaksın zaten." Metin zıplayarak ellerini çırptı. "Hadi başlıyoruz oyuna." Onu onayladığımda Metin koşup çıkardığı ceketini beceriksizce giymeye çalıştı. Ona yardım ederken "Hayatım ben işe gidiyorum." deyip kapı açar gibi yapmıştı. "Tamam hayatım." Metin bana doğru yaklaşarak devam etti: "Öpücük yok mu?" Eğilip öpeceğim sırada Akın'ın yastık fırlatmasıyla geri çekildim. Yastık doğrudan kafama çarpmıştı. "Yanınızda çocuk var, psikolojim bozuluyor." Akın, bizim kötü bakışlarımıza çatık kaşlarla karşılık veriyordu ve bizden binlerce kat daha etkili olduğu tartışılmaz gerçekti. Metin etrafta dolanıp geri geldi. Yalancıktan yemek yemiş, televizyon izlemiş, sohbet etmiştik. "Hadi aşkım uyuyalım." Koltuğa yan yana uzanıp sarıldık. Metin yanağımı öperek "İyi geceler aşkım," dedi. Ben de onun burnundan öperek "İyi geceler," dedim. Tam ikimiz de gözlerimizi kapatmıştık ki birden Akın bizi ayırıp aramıza yattı. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken Akın beni itekleyip "Çocuk değil miyim? Rolümü oynuyorum. Korktum." dedi muzip bir ifadeyle. Gözlerimi devirip kafamı geri koyduğumda Metin, Akın'a vurup "Kalk yerine yat eşek sıpası!" deyince kendimi tutamayarak kahkaha atmaya başlamıştım. Akın da istemsizce gülmüş, ona dönmüştü. Yukardan ağlama sesleri geldiğinde ise doğruldum. "Öykü uyandı." Koşarak merdivenleri çıkarken ayağım takılıp düşmüş, aldırmayarak tekrar doğrulup yukarı çıkmıştım. Öykü uyanmış ağlıyordu. Hemen kucağıma alıp susturdum. Terlemişti, üzerini değiştirip aşağı indiğimde yere yüzüstü uzanmış Metin'in sırt çantasından çıkardığı birkaç oyuncağın, kâğıdın ve kalemin yere saçılmış olduğunu görmüştüm. Ama o kâğıtlara resim çizmektense yanında oturan Akın'ın yaptığı uçaklara bakıyordu. Anlaşılan kâğıttan uçaklar daha çok ilgisini çekmişti. Yarış yapmışlar, Metin araba ve uçak satıcısı olmuş, Akın hepsini satın almıştı. İlk başta birazcık çatışsalar da şimdi ikisi de iyi anlaşıyor, sakince birbirlerine ayak uyduruyorlardı. Öykü'ye süt içirirken Akın'a döndüm. Elindeki kâğıttan uçağı evirip çevirirken uçak yapmaya çalışan Metin'i izliyor, yapamadığı katlamalara yardım ediyordu. Zihninin bir an olsun kirli işlerden sıyrılıp huzur bulduğunu görmek beni mutlu etmişti. Kendisi bunun farkında olmasa da ruhunun bu çalkantılı hayattan uzak durmak istediği açıktı. Bir çocukla vakit geçirmek dahi onu dinginleştirmişti. Her zaman düşünceli görünen yüz ifadesi kaybolmuştu, sadece karşısındaki küçük çocuğa kâğıttan uçakların nasıl yapıldığını anlatmakla meşguldü. Kapı çalınca Akın bakışlarını Metin'den çekip bana baktı. Ardından ayağa kalktı ve kapıyı açtı. Nisa abla şaşırmış bir ifadeyle Akın'ı süzdü. Ben de ayağa kalkıp kapıya gittim. "Ay canım ben de çocukları almaya gelmiştim. Nasıldı, yaramazlık etti mi Metin?" Gülerek başımı iki yana salladım. "Hayır, çok usluydu." deyip hıçkırdım. Kadın hiçbir şey anlamadan gülerek çocukları aldı ve teşekkür ederek gitti. Kapıyı kapar kapamaz derin bir nefes aldım. "Sonunda." Kapının önünden çekilirken Akın saatine baktı, eğildi ve ceketini aldı. Yanıma geldiğinde bana kısa bir bakış atıp kapıyı açtı. "İlaçlarını almayı unutma." Başımla onaylayıp arkasından kapatmak için kapıyı ittiğimde Akın birden kapıyı tuttu. "Bade." Kapıyı hafifçe aralayıp ona baktım. "Ne oldu?" Kapı aralığından bana bakıp bir süre sustu. "Esma'yı nereden öğrendin?" Esma'yı öğrenmemden pek hoşnut değildi gözleri. Yutkunarak ona baktığımda dün boş bulunarak ona Esma için üzgün olduğumu söylediğimi hatırladım. Yalan söyleyemezdim ama doğruyu söyleyip Ömer'in başını belaya sokmak da istemiyordum. "Sana sordum." Tuttuğu kapıyı sinirle sıkmış, sabırsızca benden cevap beklemişti. Tıpkı Ömer'in anlattığı gibi, bu konuda hassas olduğu açıktı. "Bak Akın, gerçekten onun için üzgünüm-" "Üzülme!" Aniden bağırmasıyla irkilirken kapıyı itmeye çalıştım. Onunla ilk karşılaştığım günkü gibi bakıyordu gözleri. Öfkesi uçsuz bucaksız bir umman, nefreti sönmeyecek cehennem kapısı... "Sana ne hissettiğini sormadım!" Gittikçe yükselen sesi yankılanırken korkuyla kapıyı kapatmaya çalışıyordum. Akın ise tek eliyle kapıyı geri itiyor, inatla cevap vermemi bekliyordu. Güç bela kapıyı kapatıp birkaç adım geriledim. "Kapıyı aç Bade!" Her bağırışında onu ilk kez duymuş gibi korkuyla irkiliyor, kulaklarımı kapatmak istiyordum. Titreyerek kapıyı kilitleyip ellerimi kapıya dayadım. Dışarıdan zorlanan kapının gürültüsü aniden kesildiğinde bir süre nefes dahi almadan kapının ardını dinledim. Tamamen sessizlik çökmüştü etrafa, yalnızca duvarda asılı olan saatin sesi yankılanıyordu. Gittiğini umarak alnımı kapıya yasladım. İçime gelen bir rahatlamayla derin bir nefes alırken dolu gözlerimi kapatmamla yanaklarıma yaşlar süzülmüştü. Ama çok geçmeden bir ses duyuldu. Oldukça sakin, nazik bir ses beni çağırıyordu: "Bade..." Kapalı gözlerim aniden açıldı. Kapının ardında bıraktığım canavardan eser kalmamıştı âdeta. "Aç kapıyı, konuşmamız gerek." Yumruklarımı sıkıp sessizce ağlamaya başladım. "Git... Lütfen..." Sözlerimin hemen ardından birden bağırdı: "Aç kapıyı Bade!" Çığlıklarımı bastırmak için ellerimle ağzımı kapatırken Akın sertçe konuşmaya devam etti: "Seni yaşattığıma beni pişman etme, aç kapıyı!" Söz konusu Esma olunca inanılmaz bir duygu değişimi geçiriyor, bambaşka birine dönüşüyordu. Sözlerindeki yemin sadece ölüme adanmıştı, hayattaki tek gayesiydi sanki bu. Bir süre sessizce beni bekledi. Açmayacağımı anladığında ise kapıya sertçe vurdu. Adım sesleri uzaklaşmaya başladığında sessizce yere çöküp bir süre daha bekledim. Tüylerimin ürperdiğini hissediyor, inanılmaz bir mide bulantısı baş gösteriyordu. Ayağa kalkıp mutfaktan bir bardak su içtim. Gün geçtikçe korkuyu daha iyi tanıyan ben, ölümün soğuk ellerinin de boğazıma yapıştığını hissediyordum. Önce şok, şaşkınlık ve korku; sonra ölüm... Her bir his bir sonrakini peydahlıyor, daha önce tanımadığım duyguları doğuruyordu. Derin bir nefes alıp olanlardan sıyrılmaya çalışırken odama çıkmış, kapalı perdenin arkasından dışarıya göz atmıştım. Aradan zaman geçtikçe ara ara gelen üşüme hissi yine artmaya başlamıştı. Başımın ağrısıyla ayakta duramaz hâle gelince masadan kalkıp Akın'ın getirdiği ilaçlardan içtim ve yatağıma uzandım. Birkaç gün okula gitmeden toparlanmaya çalışmıştım. Hastalığı henüz atlatamamış, ilaçlarla ayakta durabiliyordum. Üşütmeyle başlayan rahatsızlık gün geçtikçe sesimi değiştirmiş, gribe çevrilmişti. Neyse ki bugün önceki günlere göre daha iyiydim. Telefonum çalınca komodinin üzerinde duran telefonu elime aldım. Emir arıyordu. Onunla uğraşacak keyfim yoktu. Telefonu sessize alıp rahatlamak için duşa girdim. Uzun bir süre sıcak küvetin içinde oyalanıp iyice temizlendiğimde bornozumu giyip çıktım. Kendi kendime şarkı mırıldanırken birden odamda birinin varlığını fark eder etmez duvara yaslanıp korkuyla nefesimi tuttum. Bu saatte kim olabilirdi? Yoksa Akın mı gelmişti? Ses çıkarmamaya çalışarak yanda duran vazoyu elime aldım. Teyzemlerle Kapadokya gezisinde kendi ellerimle yaptığım kil bir vazoydu bu. Keyifli bir ıslık sesi geliyor, etrafta dolanan adım sesleri gittikçe bana doğru yaklaşıyordu. Tam önümde biri belirdiğinde vazoyu indirmiş, geri çekilerek vuracak başka bir şeyler aramıştım. Emir sırtını tutarak bağırdı ve bana döndü. Hemen ardından iki elini de havaya kaldırdı. "Ne ara düşman olduk!? Ah! Sırtım..." Hızla ona birkaç kez vururken konuştum: "Ne işin var evimde senin!? Nasıl girdin buraya?" Emir geri geri çekilirken Berke konuşarak içeri girmişti: "Ne bağırıyorsun-uz b-böyle..." Beni görmesiyle gözlerini kapadı hemen. Ama araladığı parmaklarının arasından bana bakmaya devam ediyordu. "Çıkın odamdan!" Hemen ardından Ceyda girmiş, özür dileyerek ikisini de odadan çıkarmıştı. Üzerimi giyindikten sonra aşağı indiğimde hepsinin koltuklara oturduğunu gördüm. Beni fark ederek konuşmayı kestiklerinde oturmamı bekleyip bir süre sessizce hareketlerimi izlediler. İlk konuşan Ceyda oldu: "Nasılsın?" Ona bakıp gülümsedim. "Daha iyiyim." Ceyda pek ikna olmuşa benzemiyordu. Yanıma yaklaşıp elini alnıma koydu. "Solgun görünüyorsun. Gözlerin de şişmiş." "Uyuyordum, o yüzdendir." Sözlerime şaşıran Berke araya girdi: "Bade, saat akşam yedi." Kafamı kaldırıp saate baktım. "O kadar oldu mu?" Emir öne eğilip kollarını dizlerine koydu. "Bu saate kadar uyudun mu?" Ona döndüm. "Uyuyakalmışım sadece." Ceyda huzursuzca yerinde kıpırdandı. "Yemek yedin mi?" Elimi ıslak saçlarımın arasından geçirirken başımı iki yana salladım. "Daha sonra yerim. Siz içeri nasıl girdiniz?" "Telefonlara bakmayınca merak ettik." Soruma cevap veren Emir'e döndüm. "Hastalığım geçti sayılır ama başımdaki ağırlığı atamıyorum. Uyuyup dinlenmek iyi geliyor." Yavaşça ayağa kalkıp utana sıkıla içimden geçeni söyledim: "O yüzden sizi iyi olduğum bir gün misafir etmek isterim. Ayakta duracak hâlim yok gerçekten." Ceyda endişeli gözlerle bana bakıyordu. Sarılmak ister gibi bir hâli vardı. "Biraz daha uyu istersen. Biz de-" Ceyda'nın cümlesi kapının çalmasıyla yarıda kesildi. Beni beklemeden ayaklanan Berke, koltuğun üzerinden atlayarak kapıya yöneldi. "Ben açarım!" Kapının ardında duran Akın'ı görür görmez içimi kaplayan huzursuzluk başımı daha da ağırlaştırmıştı. Yine elinde bir eczane poşeti vardı. Ne yapacağımı şaşırıp "Evet, biraz uyusam iyi olacak." diye mırıldanarak geri dönüp odama çıktım. Yatağa girene dek ne yaptığımın farkında bile değildim. Ceydalara hoşça kalın bile demeden öylece kaçmıştım. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum. Fazla mı saygısız davrandım? diye düşünerek sırtımı kapıya döndüm. Aşağıdan hâlâ sesler geliyordu. Belli belirsiz birkaç konuşmanın ardından bir süre sessizlik çöktü. Gitmişler miydi? Hayır, hâlâ Berke'nin sesini duyuyordum. "Neyin peşindeler bunlar?" Kendi kendime söylenirken gitmelerini umarak bir süre daha bekledim. Aradan yirmi dakika kadar geçmişti ki odamın kapısının açıldığını duydum. Küçük bir çocuk gibi panikleyerek gözlerimi tekrar yumduğumda Emir'in sesi duyuldu: "Bade? Uyudun mu?" Sesimi çıkarmadan uyumuş numarası yaparken kendimi tutamayarak hıçkırmamla oyunumun ortaya çıkması bir oldu. Emir keyifle güldü. "Uyumadığını biliyordum, hadi yemek vakti." "Daha sonra yiyeceğimi söyledim ya." "Olmaz, öleceksin açlıktan." Yorganıma iyice sarılırken o da inatla ucundan çekiştiriyordu. Tekrar çekip ona sırtımı döndüm. "Bade, yeter ama! Sendeki inat kimsede yok." "Akın'da daha çok," diyerek Emir'e döndüğümde ciddi yüz ifadesini bozup güldü. "Evet ama şimdi önemli olan senin yemek yemen." Tekrar sırtımı döndüğümde sabırsızca nefesini dışarı verdi. O sırada başka bir ayak sesi yaklaştığında Emir konuştu: "Anlamıyor." Adım sesleri daha da yaklaştığında birden üzerimdeki yorgan sertçe çekildi. Ne olduğunu anlamadan kendimi Akın'ın omzunda bulduğumda konuştu: "O zaman anlayacağı dilden konuşmak lazım." Arkadan gelen Emir'e baktığımda yüzünde keyifli bir ifadeyle bana bakıyordu. "Bırak beni!" Beni duymamış gibi merdivenlerden inmeye başladı. Rahat vermeyeceklerini anladığımda daha fazla direnmeden gözlerimi kapadım. Emir saçlarımı karıştırıp keyifle güldü. "Bu hâldeyken bile uyuyor, inanamıyorum."İstemsizce gülüp Emir'e sinirle baktığım sırada Akın beni mutfak sandalyesine oturtmuştu. Ceyda önüme kahvaltı tabağı koyup mahcup bir şekilde gülümsedi. "Mutfağını kullandığımız için özür dileriz ama seni bu hâlde bırakıp gidemezdik." Bir şey söylemedim. Emir ve Berke'yi gösterdi. "Beni ikna etsen bile onlar ikna olmazdı." Emir parmağını şıklatıp bardağa doldurduğu portakal suyunu önüme koydu. "Aynen öyle." Berke de giydiği önlükle önüme dilimlenmiş ekmekleri koymak için uzandı. "Yamyam aç kalırsa kulaklarımı yer." dediğinde sinirlenip hızla kolunu tutarak onu ısırmak için ayaklandığımda Berke çığlık çığlığa geri çekilmeye çalışmış, Akın ise beni tutarak geri sandalyeye oturtmuştu. Berke, Ceyda'nın arkasına geçip elleriyle kulaklarını kapattı ve ürkek gözlerini bana dikti. "Az kalsın ham yapıyordu." Emir başımı okşayıp gülerek Berke'ye baktı. "Korkma abisi oyun istiyor sadece." Sinirle Emir'e döndüğüm sırada Akın sabırsızca tek eliyle yanaklarımı sıkıp diğer eliyle ağzıma bir şeyler tıkıştırdı. Diğerleri gülerken onları azarlamama dahi fırsat vermeyen Akın lokmamı bitirir bitirmez bir şeyler tıkıştırıyor, hemen ardından Emir portakal suyunu içiriyordu. En sonunda beni tıka basa doyurduklarında isyan ettim: "Yeter. İki lokma daha alırsam kusacağım şuraya." Ağzımın dolu olmasını umursamadan konuşuvermiştim öyle. "İyi o zaman bir lokma daha alabilirsin." diyerek elindeki son lokmayı ağzıma tıkan Akın geri çekildi. Ona ters bir bakış attığımda Ceyda sordu: "Doydun mu?" Başımı salladım. "Evet, teşekkür ederim." Gülümseyerek ayağa kalktı ve ellerini çırptı. "Rica ederim. O zaman hadi hazırlan dışarı çıkalım." "Ne dışarısı? Orası neresi? Ben gelmiyorum." Ceyda'yı geçiştirdiğimi duyan Emir sanki kaçacakmışım gibi omuzlarımdan tutup yüzüme doğru eğildi. "Senin fikrini sormadık." Bir süre sessizliğin ardından Ceyda beni iteklemeye başladı. "Hazırlanmana yardım edeyim." Benimle birlikte yukarı çıkan Ceyda kapıdan odama bir göz atmış, sessizce beklemişti. Onu içeri davet ettiğimde ise odaya girip kapıyı nazikçe örttü. "Evde vakit geçirsek nasıl olur? Gerçekten hiç hâlim yok." Ceyda ısrar etmeye devam etti: "Hadi ama, yorulacak bir şey yapmayacağız ki." Sıkıntıyla ona bakmaya devam ettiğimde ellerimden tutarak "Lütfen, lütfen, lütfen." demişti. Onu kırmak istemiyordum. "Söz çok durmayacağız." Beni ikna etmek için bütün yolları deniyordu. "Peki." Onayımı alır almaz gözleri bir parıltıyla kaplandı. Genişçe gülümsedi ve "O zaman vakit kaybetmeden hazırlanalım," dedi. Dolabımı açıp önünde dikildiğimde uzanıp birkaç parça seçti. "Bunlar güzelmiş." İtiraz etmeden giydim seçtiklerini. Kısa sürede hazırlanmıştım, Ceyda benim için saçlarımı örüyordu. Havadan sudan konuşurken birden beklenmedik bir soru yönelttim: "Neden bunu yapıyorsunuz?" Ceyda "Hı?" diyerek bana dönmüş, kısa sürede neyden bahsettiğimi anlamıştı. "Biz... Seni sevdik." Verdiği kaçamak cevaba karşılık biraz daha üzerine gittim. "Sevdiğiniz herkese böyle misiniz?" "Hayır tabii ki..." "O zaman neden?" Ceyda saçlarımı örmeyi bitirip omuzlarımı tuttu ve aynadan bana baktı. "Seni korumak istiyoruz." Kaşlarım çatıldı. Yüzümü ona döndüm. "Neyden?" Kapının çalınmasıyla konuşmamız yarıda kesilirken Berke içeri kafasını uzattı. "Hazır mısınız?" Ceyda onaylayıp geri çekildi. "Hazırız, hadi gidelim." Ceyda bana hadi der gibi baktığında ayağa kalkıp ceketimi ve çantamı aldım. Önden inen Ceyda'nın elini tutup öpen Emir, içtenlikle gülümsedi. "Harika olmuşsun bebeğim." Berke'den de güzel iltifatlar topladığı sırada, Emir bana göz kırpıp ağzını oynatarak: "Sen daha güzel olmuşsun." demişti. Gülerek ona baktığımda Ceyda da gülmüş, Emir'in omzuna vurmuştu. Yine önden dışarı çıkan Ceyda'yı gören Akın gülümseyerek, yaslandığı arabadan doğruldu, cebinde olan bir elini çıkardı ve onu sarmalayarak kendine doğru çekti. Çok sürmeden araya giren Emir, Ceyda'yı ondan ayırmıştı. "Üzgünüm ama bu güzel kız bugün benim Akın." Akın arabaya binene dek gülümseyerek onları izlerken Ceyda'yı kıskandığımı hissetmiştim. Bu üç adam ona fazlasıyla değer veriyor, koruyor ve öz kardeşleri gibi seviyordu. Yerimde kim olsa kıskanırdı. Akın bana döndüğü sırada yüzündeki gülümseme silinmiş, bir süre öylece bakmıştı. Ardından sigarasını yere atıp arabasına bindi. Ben de Berke'yi takip ederek arabaya bindim. Yol boyunca Berke'nin izlediği son film hakkında yaptığı yorumları dinlemiştik. Akın her ne kadar onu dinliyormuş gibi gözükse de bakışları dalgın, kafası dağınıktı. Benim varlığım bir hiçe karışmış, arabada olduğum unutulmuş gibiydi. Akın tuttuğu direksiyondaki elinin birini çenesine götürüp sıvazladı. Berke'nin yorumlarından tamamen kopmuş görünüyordu. Benim de dikkatim dağılmış, kafamı cama çevirip dışarı izlemeye koyulmuştum. Nihayet bir mekânın park yerine girdiğimizde Berke arkadan atladı. "Şurada boş yer var." İşaret parmağıyla gösterdiği yere giren Akın arabayı park ettiğinde inip, kapıda bizi bekleyen Ceyda ve Emir'in yanına gittik. İkisi kol kola içeri girdiğinde peşlerinden Berke ve Akın da girdi. Onların biraz gerisinde kaldığımda Akın bir şey hatırlamış gibi etrafına bakınmış, gözleri beni bulunca duraksayıp onlara yetişmemi beklemişti. Mekânın giriş kapısının hemen karşısında bir sahne, sahnenin üzerinde grubuyla birlikte şarkı söyleyen bir solist vardı. Masalara oturan gençlerden bazıları onlara eşlik ediyor, bazıları ise dans ediyordu. Köşeden bir masaya oturduğumuzda karşımdaki Emir birine işaret ederek çağırdı. Büyük bir ilgi ve saygıyla yanımıza gelen çalışanın siparişlerimizi alışının ardından, Ceyda ve Berke birbirlerine bakarak bağıra bağıra şarkı söylemeye başlamışlardı. Zaman geçtikçe sarhoş olan Emir ve Berke'nin hareketlerine gülmeden duramıyordum. Her ne kadar dışarı çıkmak istemesem de keyfimi yerine getirmişlerdi. Berke, Ceyda'nın ellerinden tutup ayağa kaldırdığında dans etmeye başladılar. Kahkahalarla gülen Ceyda'nın neşesi, diğerlerinin de yüzünü güldürüyordu. O sırada benim yanıma geçen Emir, önümdeki meyve tabağından bana üzüm yediriyor, bol vitamin alırsam hemen iyileşeceğim konusunda ısrarla konuşuyordu. Hiçbir şeye karışmadan kalabalığın arasındaki Ceyda'yı izleyen Akın, ona baktığımı fark etmiş gibi bana döndüğünde bir süre daha baktım yüzüne. Hissiyattan yoksun, donuk bakışlarını üzerimden çektiğinde bardağını kafasına dikip masaya bıraktı. Ardından bu kadar eğlencenin yeterli olacağını söyleyerek herkesi toplayıp dışarı çıkarmıştı. "Benim başka yere gitmem gerek. Sen de bu hâlde araba kullanamazsın." Emir tam arabasına bineceği sırada Akın kapısını tutmuş ve bu sözleri söylemişti. "Ben sarhoş değil-" Cümlesini bitiremeden Akın kafasını kaldırıp birkaç adım ona yaklaştığında Emir elini kaldırıp geriledi. "Tamam sarhoşmuşum." O sırada bir köşeye çökmüş kusan Berke'nin sırtını sıvazlayan Ceyda bana döndü. "Araba kullanabilir misin?" Başımı iki yana salladım. "Ehliyetim yok." Akın derin bir nefes aldı. "Burada bekleyin birini ayarlayacağım." Tekrar mekâna yürüyen Akın'ın ardından bakarken Emir de Ceyda'nın yanına çökmüş, nihayet kusmayı bırakan ve kendine gelen Berke ile dalga geçiyordu. O sırada telefonum çaldığında çantamı açıp karıştırmaya başladım. Telefonu bulup açtığımda yengemin sesi duyuldu: "Alo, Badecim nasılsın?" "İyiyim yenge sen nasılsın?" "İyiyim canım. Yarın küçük bir kaçamak için- gidi- tatil- düşünüyor-" Son cümlesiyle sesi kesik kesik gelmeye başladığında yaslandığım arabadan doğrulup yürümeye başladım. "Alo?" "Sesim- mu?" "Alo yenge?" Çekmiyor muydu? Arama kapandığında tekrar aramak için telefonuma bakarken birden şakağıma dayanan soğuk namluyla neye uğradığımı şaşırıp donakaldım. Kafamı kaldırdığımda şakağıma silah dayayan adamın sesi duyuldu: "Sakın sesini çıkarma. Bu taraftan." Arabanın arkasına saklanmış, diğer eliyle telefonumu almıştı. Telefon çeksin diye yürürken ne kadar uzaklaşmış olabilirdim ki? Kalbim hızla çarpmaya başladığında diğerlerinin dikkatini çekmek için onlara dönmek istemiştim ama adamın silahın horozunu çekmesiyle olduğum yerde kalmıştım. "Bana bak." Yutkunarak ona döndüm yavaşça. Adamın tanıdık simasını hatırlamaya çalıştım. "Şaka yaptığımı mı zannediyorsun?" O an, Gülçin'in yaptıklarından sonra Akın'la arabaya dönerken otoparkta karşılaştığımız sarışın adam olduğunu hatırladım. "Tekrar karşılaşacağımızı söylemiştim." İlerlemem için beni ittiğinde yürümeye başladım. "Ne istiyorsun benden?" Arkama geçip silahı belime dayadı. Güldüğünü hissediyordum. "Aslında hedefim Ceyda'ydı. Ama o lanet çocuklar bir an olsun yanından ayrılmıyor!" Son cümlesiyle sesini yükselttiğini fark ederek bir anlığına duraksadı. Ardından devam etti: "Ama seni gördükten sonra unuttuğum bir şeyi hatırladım." Sözleriyle duraksadım. "Ne?" Durmama sinirlenerek sertçe beni ittiğinde bana iyice yaklaştı. "Sen anlamasan da olur." "Beni Akın'ın günah keçisi yapmaya mı çalışıyorsun?" Daha da sinirlenerek "O Akın denen şerefsiz benim canımı, kardeşimi öldürdü! Gözünü kırpmadan, hiç acımadan!" dedi. İki eski binanın arasına girip merdivenlerden yukarı çıkardı. Bir damı andıran boş, beton zeminde yürüyüp zeminin bittiği yerde durdum. Ayaklarımın hemen önünde fazla yüksek olmayan bir boşluk vardı. Aşağı baktığımda ise bir arabanın duvarın kenarına park edildiğini görmüştüm. "Atla." Arkamda bana emir veren adamı duymamla şaşkınca sordum: "Ne?" Birden başımın yanında patlayan silahla çığlık atarak çınlayan kulaklarımı kapatırken adam bağırdı: "Ya şimdi atlayarak sadece kolunu bacağını kırarsın ya da beynini dağıtan mermiyle şuracıkta ölürsün!" "Bade!" O sırada adımın duyulmasıyla adam duraksayıp kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Merdivenlerin başında dikilen Akın bize doğru koşmaya başladığında adam beni rehin almış, silahı yine şakağıma yaslamıştı. "Yaklaşma Akın!" Ona olan kini ses tonundan anlaşılıyordu. Akın duraksayıp sinirle ona baktığında adam konuşmaya devam etti: "Kardeşimi nasıl öldürdüğünü hatırlıyor musun?" Akın cevap vermeden bakmaya devam etti. Soğuk bakışları tehditkâr olsa da onu kışkırtacak ne bir hareket ne bir kelime ediyordu. Adam titreyen elleriyle beni daha sıkı tuttu ve gittikçe yükselen sesiyle konuşmaya devam etti: "Yüksek bir yerden, sana göre 'kazayla' düşmüştü değil mi!?" Akın tahammül edemeyen bir ifadeyle birkaç adım attığında adam beni köşeye çekti. Kafamı çevirip aşağı baktığımda ayaklarımın altındaki beton zemin sanki gittikçe daha çok yükseliyordu. "Yoo! Orada dur bakalım. Sen yalnızca seyredeceksin." Akın tekrar durduğunda yanaklarıma süzülen gözyaşlarıyla sessizce sordum: "Bana bunu neden yapıyorsun?" Tüm bunlar bir haksızlık gibi geliyordu. Neden ben? Neden başkası değil? Neden, neden ve Neden?.. Aklımın içinde bastıramadığım bir isyan başlamıştı. "Neden mi!? Neden olacak, intikam için!" Adamın tüm vücudu deli gibi titriyordu. Daha fazla tahammül edemeyerek bağırdım: "O zaman git ve intikamını ondan al! Benim onunla bir alakam yok." Adam şaşkınca benim öfkemi izlemişti. Duraksadı, sessizleşti ve boynumu sardığı kolu gevşedi. Ama çıktığı bu ipsiz sapsız yoldan dönmeye niyeti yoktu. Kısa sürede şaşkınlığını dizginleyip beni daha sıkı tuttu. "Kes sesini! Ben ne yaptığımı biliyorum-" "Ne yaptığını bilmiyorsun!" Sözünü bitirmesine dahi fırsat vermeden bağırdım. Boynumu sardığı koluna geçirdiğim tırnaklarım etine gömülmesine rağmen o bunun farkında dahi değildi. "Onunla yüzleşemeyecek kadar korkak, kendinden zayıf ve masumları onu incitmek için kullanacak kadar alçaksın!" Son sözlerimle bir süre sessizlik oldu. Kin ve nefretle boyanan gözleri intikamdan başka bir şey görmüyordu. "Masum olduğunu mu zannediyorsun?" dedi ve hafifçe gülmeye başladı. Gittikçe yükselen sesiyle gülüşü kahkahalara dönüştüğünde gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Gerçekler yüzüne sert bir tokat gibi çarpmış olmalıydı. Ve sözlerim bardağı taşıran son damla oldu. Aniden gülmeyi kesti. "Bay bay." diyerek beni aşağı itti. İrice açılan gözlerimle çaresizce ona tutunmaya çalıştığımda bir anlığına her şey yavaşladı. Zaman, sesler, görüntüler... "Bade!" diye haykırarak bana doğru koşan Akın'ı gördüğümde ise bedenim yavaşça boşluğa teslim olmuş, sertçe arabanın ön camına düşmüştüm. Tuz buz olan camın küçük parçaları etrafa saçılırken yukarıdan bana bakan adamla göz göze gelmiştim. Gözlerinde ne bir pişmanlık ne bir suçluluk duygusu vardı. Soğuk, çürümüş bir cesede bakar gibi bana bakıyor, kendince aldığı intikamın soğukluğuyla rahatlamış görünüyordu. Bana bakmayı kesip döndü ve gözden kayboldu. Bütün bedenimi kaplayan müthiş acıyla inledim. Nefes alamıyor hareket edemiyordum. Öylece karanlık gökyüzüne bakarken gözlerimden yavaşça şakaklarıma yaşlar süzülüyor, acıyla çığlık atmak istesem de sesim çıkmıyordu. Akın koşarak yanıma geldi. Bir çırpıda arabanın üzerine çıkıp yüzümü ellerinin arasına aldı. "İyi misin?" Baygın gözlerim yüzünü dahi seçemiyordu. Almaya çalıştığım nefesler iniltiyle ağzımda dağılıyor, bana yardım etmesi için katilime yalvaran gözlerle bakıyordum. "Senin canına okuyacağım Yağız!" Kendini tutamayarak hiddetle bağırdı. Gürültüyle evlerinden dışarı çıkan insanlar etrafımızda toplanmış, kendi aralarında fısıldaşıyordu: "Yukarıdan mı düştü?" "Sen gördün mü?" "İntihar mı etmiş?" "Kız mı?" "Öldü mü?" Kulağıma ilişen cümleler daha çok canımı yakıyordu. Acı içinde kıvranırken yardım etmeye çalışmak yerine ölüp ölmediğimi merak ediyorlardı. Kalabalığın arasından sıyrılıp gelen Berke ve Emir beni görmeleriyle oldukları yere çivi gibi çakılmışlardı. "Ne bakıyorsunuz!? Ambulansı arayın!" Akın'ın bağırmasıyla Emir ve Berke kendine gelmişti. Zil zurna sarhoş olan onlar değildi sanki. Berke telefonunu çıkarırken Emir de bir hamleyle arabanın üzerine çıkmış, dehşetle bana bakmıştı. Bana doğru uzandığında ise Akın sertçe uyardı: "Sakın dokunma! Kolu kırık. Bacak ve kaburgaları da kırık olabilir." Akın'ın sözleriyle duraksayan Emir tek kelime dahi edemedi. Kalabalığın arasından biri daha bize doğru yaklaşmaya başladı. "Çekilin!" Elinde bir bira şişesi sallanarak yürüyen adam, arabaya yaklaşınca durdu. Şişman göbeğinin yarısına kadar çıkmış eski tişörtü leke ve kir kaplıydı. Pantolonunun ise kemeri ve düğmesi açıktı. Elini kel kafasına götürüp kaşıdı. "O benim arabam," dedi, "Hemen şimdi arabamın parasını verin." Emir ve Akın, adamın son sözleriyle ona dönmüşlerdi. Berke yaklaşıp adamın önüne geçti. "Şimdi bunun sırası mı?" Adam umursamazca elini havaya savurdu. "Burada mağdur olan benim! Kadını da alın arabamın üstünden." Berke sinirle adama doğru yürüdü. "Yaralı, görmüyor musun?" Adam da Berke'ye doğru yürüdü. "Bana ne? Paramı verin!" Berke tekrar cevap vereceği sırada Akın araya girdi: "Zararın neyse karşılayacağız." Adam ellerini iki yana açtı. "Hani? Nerede?" Kimse ona cevap vermedi. "Size diyorum!" diyerek elindekini fırlatmasıyla Berke'nin kafasına çarpan şişe yere düşmüş, yuvarlanarak arabanın önünde durmuştu. Başını tutan Berke yalpalayarak geri çekildiğinde Akın arabanın üzerinden bir hışımla indi. O kadar hızlıydı ki gözlerim onu takip edememişti. "Heh şöyle. Şimdi paramı ver. Gelirken şişemi de getir." Adam zafer kazanmış bir edayla gülerken Akın yerdeki şişeyi aldı. Ona doğru yürüyüp önünde durdu ve konuştu: "Başın..." Elini uzatan adam anlamayarak sordu: "Ne?" Akın cevap verdi: "Başın kanıyor." Bir süre Akın'ın yüzüne bakan adamın kabaca "Ha?" demesiyle Akın birden şişeyi adamın kafasına geçirdi. Parçalanan şişe saçılırken etraftakiler geri çekilmişti. Adam şaşkınlıkla elini kanayan başına götürdü. Önce Akın'a, sonra kana bulanmış eline bakıp öylece yere yığıldı. Benim de gözlerim yavaşça kapanmıştı; son duyduğum yaklaşan ambulansın siren sesi, son gördüğüm ise mavi kırmızı ışığın yansımasıydı.*** Kulaklarımda boğuk sesler, gözlerimde bir sis bulutuyla birlikte bedenimi ince bir sızı sardı. Biri mi konuşuyordu yoksa yalnızca zihnimin gürültüsü müydü? Anlam veremediğim boğuk sesler netleşmeye başladığında tanıdık bir ses duyuldu. Bu Ceyda'nın sesiydi. "Hayır anlamıyorum. Neden biz değil de Bade? En yakın arkadaşların biziz. Bade'yi tanımıyor bile." Oldukça öfkeli, bir o kadar da endişeliydi. Sol kolumun sızısıyla kaşlarım çatıldı. Yavaşça gözlerimi açtığım sırada tam karşımda duran yarı açık pencereden gökyüzünü görmüştüm. Birkaç kuş ardı ardına, hızlıca geçtiğinde kafamı çevirdim. Kapının hemen önünde duran Ceyda, Berke, Akın ve Emir konuşuyordu. Berke benim uyandığımı görünce diğerlerine işaret etti. Yavaşça yanıma yaklaştıklarında doğruldum. Elimi başıma götürmek istedim ama kolumda bir ağırlık hissettim, dönüp baktığımda alçıyı fark ederek durdum. "Daha iyi misin?" Endişeyle bana bakan Ceyda'nın sorusuna cevap dahi vermedim. Müthiş bir sinir peydahlanmıştı içimde. "Bade?" Berke'nin seslenişiyle gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. "Neden sizin günahlarınızın cezasını ben çekiyorum?" Emir bir adım atınca elimle dur yaptım. Dilimi zehirleyen öfke gittikçe büyüyordu. Kapının girişinde öylece duran Akın'a baktım sinirle. "Başıma ne geldiyse senin yüzünden geldi!" Benim öfkeme karşılık Akın sakince sözlerimi dinlemişti. Gözlerini benden çekmeden konuştu: "Çıkın dışarı." Emir bir şey söylemek istercesine ağzını açtığında Akın daha sert ve yüksek sesle tekrarladı: "Dışarı!" Oldukça sakin görünse de içten içe yanıp dışarıya belli etmediği öfkesi, odayı sessizliğe boğmuştu. Ceyda sıçrayarak ürkek gözlerle Akın'a ve bana baktı. Emir Ceyda'yı belinden iterek Berke ile birlikte dışarı çıktı. İğrenir gibi başımı iki yana sallayıp ona döndüm. "Sen insan değil, etrafa bela saçan iblisin tekisin!" Cümlemi bitirir bitirmez cevap verdi: "Eğer insanlık buysa evet, insan değilim." Sustum şaşkınlıkla. İnsanları öldüren bir katil olduğuyla mı övünecekti? Bana yaklaştı ve devam etti: "Ben insanların değil, kötülerin katiliyim." İnatla gözlerimi cayır cayır yanan gözlerine diktim. Her durumda takındığı duygusuz tavırları, sakinliği, umursamazlığı beni çıldırtıyordu. Olacak her şeyi çoktan kabul etmiş, bütün olanlara tepki vermeden geçip gitmesini bekliyordu. "Yine de onları öldürmen gerekmiyor. Ülkemizdeki adalet-" Akın sinirle gülerken birkaç adım uzaklaştı. "Çocuklara tecavüz eden sapık adamları, kadınları sadece birkaç yıl içeriye atıp beslemek adalet mi?" Sustum. "Onlarca pisliğin, masum insanların hayatını karartıp öldürürken adalet yok da ben bu insan olarak sıfatlandırdığın şerefsizlere hak ettikleri ölümü verirken mi var?" Yutkunarak, dolan gözlerimi cama doğru çevirdiğimde devam etti: "Adalet paranın sıcak yüzünü görene kadar sürer. Benim kardeşimin dosyası parayla kapatıldı. Dosyayı inceleyen her savcı her polis ya parayla susturuldu ya da şehit edildi. O mazlum insanlar ölürken adalet neredeydi?" Bana tekrar yaklaştı. "İnsanların sağladığı adaletin kime faydası var, hayatın kendisi adaletsizken?" Tekrar ona döndüğümde hâlâ taze olan acısı yüzünden okunuyordu. "En başından beri seni uzak tutmaya çalıştım ama artık çok geç. Çünkü artık ateş çemberinin tam ortasındasın." Yolumu kaybetmiş, büyük bir çıkmazın içine girmiştim. Tek yapabildiğim, çıkışı ararken bu çıkmazda daha da kaybolduğumdu. Kapı tıklatıldığında Akın kapıya döndü. İçeri giren Berke ona bakıp "Abi polisler Bade'nin ifadesini almak için geldi." dedi. Akın doğrulup bana baktı. Ben de ona döndüğümde endişeyle kıpırdandım. "Ben..." Akın sakince konuştu: "Doğruları anlat." Ardından dönüp kapıya doğru yürümeye başlamıştı ki duraksadı. Kafasını çevirip tehditkâr bakışlarını üzerime dikti. "Dün olan olay hakkındaki doğruları." "Ayrıca-" diye ekledi, "Sana su ikram ederlerse kabul et ama içme." İçeri selam vererek giren iki polis önce Akın'a, sonra bana baktı. Akın yanlarından geçerken arkadaki orta yaşlı polis gözünü ona dikti. Odadan çıktığında diğerine göre daha yaşlı olan polis kendini tanıtmaya ve neden burada olduğunu anlatmaya başlayarak yatağın kenarına bir sandalye çekip oturdu. Diğeri ise etrafta gezinmeye başlamıştı. Polisin ne dediğini dahi duymadan sakinleşmeye çalıştım. Akın hakkında soru sorarlarsa ne yapmalıydım? "Bade'ydi değil mi?" Sandalyede oturan polisin konuşmasıyla dikkatimi ortalıkta gezinen polisten çektim. "Evet." "Öncelikle geçmiş olsun." "Teşekkür ederim." "Bize olay gününü anlatır mısınız?" Başımı sallayarak yutkundum. "Arkadaşlarımla eğlenmek için dışarı çıkmıştık-" Polis sözümü yarıda kesip sordu: "Arkadaşların kimlerdi?" "Berke, Emir, Akın ve Ceyda." Polis kapıyı gösterdi. "Kapıda olan arkadaşların mı?" Başımı salladım. O sırada ortada gezinen polis, elindeki su dolu bardağı bana uzattı. Akın'ın söyledikleri aklıma geldi, bozuntuya vermemeye çalışarak suyu aldım ve teşekkür ettim. Bardağı ağzıma götürüp sadece dudağıma değdirip çekerek devam ettim: "Mekânda eğlendik birkaç saat-" "Mekânın adı neydi?" "Hatırlamıyorum, ilk defa gittim." "Alkol aldınız mı?" "Evet ama ben ve Akın çok almadık." Elindeki deftere birkaç not aldıktan sonra devam etmemi ister gibi başını salladı. "Eve dönmek için mekândan ayrıldığımızda Akın, Emir'in sarhoş araba sürmesine izin vermedi." "Neden arabayı Akın sürmedi?" "İşi olduğu için yanımızdan ayrılması gerektiğini söylemişti. Benim de ehliyetim yoktu." "Anladım." "Akın arabayı sürecek birini ayarlamak için tekrar mekâna girdiğinde beni amcamın eşi aradı ama telefon çekmediği için konuşamadık. Ben de çeken bir yer bulmak için etrafta dolanmaya başladım. O sırada bir arabanın arkasından başıma silah dayandı." "Arabanın modelini ve plakasını hatırlıyor musun?" "Hayır. Arabalar hakkında pek bilgim yok ama rengi siyahtı." "Saat kaç sularında gerçekleşti bu olay?" "Gece yarısını geçmişti." Tekrar defterine not aldığı sırada devam ettim: "Telefonu elimden alıp yürümem için zorladı." "Saldırganı tanıyor muydun?" "Tanımıyorum ama daha önce bir kez daha gördüm. Akın ile birlikte bir otoparkta karşılaşmıştık. Önümü kesmişti." "Ailenizin daha önce bir hasmı var mıydı?" "Hayır. Benim değil, Akın'ın hasmıydı." "O zaman neden Akın'a değil de sana saldırdı?" "Bilmiyorum. İntikam almaktan falan bahsetti." "Karşılaştığınız ilk gün Akın onu kışkırtacak bir şey söyledi mi veya yaptı mı?" "Hayır." "Aralarındaki düşmanlığın sebebini biliyor musun?" Yutkundum. "Akın daha önce bundan bahsetmedi. Ama saldırganın, beni rehin aldığında kardeşinin ölümüne Akın'ın sebep olduğunu söylediğini hatırlıyorum." Polis defterine birkaç şey daha karaladı. Ardı arkası kesilmeyen sorularla olan biten her şeyin doğrusunu anlattım. Nihayet soruları kesip gittiklerinde içeri önce Ceyda, daha sonra Berke girdi. Belli etmek istemeseler de endişeleri gözlerinden okunuyordu. "İyi misin?" Onlara olan öfkem de nedense yatışmıştı. Yaşananlardan ötürü duydukları suçluluk duygusuyla, olanları telafi etmek için oldukça çabalıyorlardı. "İyiyim. Eve gitmek istiyorum." Ceyda gülümseyip elimi tuttu. "Doktordan onay gelirse çıkarız." Berke bir şey söyleyeceği sırada içeri doktor girdi. Gerekli kontrolleri yaptıktan sonra ise taburcu olacağımı söyleyerek odadan çıktı. "O zaman siz hazırlanana kadar ben çıkış işlemlerini yaptırayım." Ceyda hazırlanmama yardım edip koluma girdi. Sırtımın ağrısıyla yüzümü ekşiterek yürümeye başladım. Dışarı çıktığımızda bankta başını ellerinin arasına alarak kollarını dizlerine yaslamış Akın'ı ve ona bir şeyler söyleyen Emir'i görünce durduk. Emir bize bakıp bir şeyler daha söyledi. Akın kafasını kaldırıp bana bir süre baktıktan sonra yavaşça ayağa kalkıp bize doğru gelmeye başladı. "Çıkışı yaptınız mı?" Berke kafasını sallayıp onayladığında Akın arkasını dönüp yürümeye başladı. Ağrıyan sırtımla oldukça yavaş hareket ederken çektiğim acıyı fark eden Ceyda durdu. "Bu böyle olmayacak, canı daha fazla yanıyor, Emir yardım eder misin?" Emir arkasını dönerek güldü ve saçlarımı karıştırdı. "Zevkle." Dikkatle beni kucağına aldığında bana bakıp gülümsedi. Arabaya geldiğimizde arka koltuğa oturdum. Ceyda ve Berke iki yanıma, Emir ise sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa oturdu. Akın da arabaya bindiğinde yola çıktık. Ceyda ve Emir dışında konuşan olmamış, onlar da havadan sudan bahsederek gerginliği dağıtmışlardı. Garip bir şekilde hiçbiri polislerden bahsetmedi. Bana ne sorduklarını, benim ne cevap verdiğimi sormamaları beni şüphelendirmiş, hatta daha çok germişti. Gözümü ayırmadan diğerlerinin ne konuştuğunu dinlemeden yalnızca Akın'ı izliyordum. Düşünceli görünüyordu ama genelde takındığı tavırdı bu. Konuşmuyor, benim gibi o da diğerlerinin ne dediklerini dinlemiyordu. Ve en az benim kadar gergin görünüyordu. Bu belki ifademi alan polislerden, belki de Yağız'dandı. Eve geldiğimizde bu sefer Berke beni kucağına alıp sızlana sızlana eve girmiş, merdivenlerden zar zor beni odama çıkarmıştı. Soluk soluğa kendini yatağa bıraktı. Arkamızdan bizi takip eden Ceyda içeri girdiğinde, Berke'nin yorgun bakışlarına tebessümle karşılık vermişti. Aşağıdan Emir'in sesi yankılandı: "Berke! Aşağı gel!" Ceyda elindeki poşetle yanıma otururken konuştu: "Emir sana çorba yapacakmış, geçmiş olsun hediyesi alma fırsatı olmamış." Güldüğümde eliyle yatağa yavaşça iki kere vurup uzanmamı söyledi ve elindeki kremi gösterdi. "Bunu sürmem gerekiyor." "Ne ki bunlar?" "Ben de bilmiyorum, doktor söylemiş." Başımı sallayarak Berke'ye döndüğümde bizi dinliyordu. Ceyda da Berke'ye dönüp eliyle kapıyı gösterdi. Berke muzip bir ifadeyle gülüp "Yardım edebiliri-" diyemeden Ceyda onu kovalamıştı. Gülerek bana döndü ve üzerimi çıkarıp uzanmama yardım etti. Sırtımda hissettiğim soğuk jelle ürperdiğimde Ceyda nazikçe kremi sürmeye başladı. Sesimi çıkarmadan bir süre sessizliğin odamda dolanmasına izin verdim. Ama dayanamayıp merak ettiğim soruyu sorduğumda Ceyda duraksamıştı. "Yağız kim?" Kafasını kaldırıp bana baktı. "Paranoya hastası. Hatta şizofreniden dahi şüpheleniliyor. Erkek kardeşi bir süre önce öldü. Neden ve nasıl olduğu bilinmiyor. Akın'ın yapmadığı ortada ama bunu kabullenmeden kendi uydurduğu hikâyeye inanıp kardeşinin katilinin Akın olduğunu söylüyor. Akın'ın iş yerlerini yakıp verdiği maddi zararı hasta olduğu için Akın umursamadı ama dün olanlar bardağı taşıran son damlaydı. Her yerde onu arıyorlar." Susup derin bir nefes aldı. Ben de dikkatlice doğrularak yüzümü ona döndüm. "Ben... Ben gerçekten her şey için üzgünüm. Hatta hepimiz üzgünüz. O kadar ısrar etmeseydim bunlar olmazdı." Sessizce onu dinlerken gözlerinden akan birkaç damla yaş önünde birleştirdiği ellerine döküldü. Bir şey söyleyip onu rahatlatmaya çalışmanın manası yoktu. O da bir şey söylememi beklemiyordu. Gözlerini elinin tersiyle silerken burnuma gelen yanık kokusu ile kendime gelip aşağıdaki seslere kulak verdim. Ceyda'yla göz göze gelmemizle bağırmamız bir oldu: "Mutfak!" Yavaşça yatağımdan kalkıp odadan çıktım. "Ceyda, Emir daha önce hiç çorba yaptı mı?" Ceyda endişeli gözlerini bana çevirip dudağını ısırdı. "Hiç sanmıyorum." Mutfağın kapısına geldiğimde içeri göz attım. Akın mutfak masasına oturmuş telefonla uğraşıyordu. Emir şef şapkasını kafasına geçirmiş, önünde önlük ve elinde tahta kaşıkla Berke'ye kızıyor, Berke ise üstü başı un olmuş bir hâlde Emir'e karşılık veriyordu. Ceyda'ya döndüğümde ellerini ağzına kapatarak şaşkınlıkla onlara baktığını gördüm. Cebinden telefonu çıkarıp onları çekmeye başladığında tekrar Emir ve Berke'ye döndüm. Mutfak tezgâhının üzerinde kırılmış yumurta, ezilmiş domates ve birçok canı çıkmış sebzenin olduğunu görünce sinirle başımı eğdim ama yerin de tezgâhtan farksız olduğunu görünce kendime engel olamayıp bağırdım: "Emir!" Bu öfke dolu çığlığımla korkan Emir, elindeki tahta kaşığı fırlatıp küfretti. Berke ise zıplayarak Emir'in arkasına geçmiş, kulaklarını saklamıştı. Akın da bizi fark etmemiş olacak ki çığlığımla sıçradı. Kaşlarını kaldırarak bana baktığında elimi alnıma koydum. "Mutfağımın bu hâli ne?" Emir otuz iki dişini göstererek sırıtmaya başladı. Berke de ona bakıp sırıtmaya başladığında Akın yeni fark etmiş gibi mutfağa bakmaya başladı. Yanlarına giderek büyük bir bıçağı elime aldım. Emir ve Berke'nin önüne geldiğimde doğruca bıçağı uzattım. "Hanginiz yaptı bunu?" Emir burnunun ucunda duran bıçağa bakıyor, geri geri gidiyordu. Bıçağı daha da yaklaştırarak kaşlarımı kaldırdım. Emir tezgâha düşen tahta kaşığı alarak kendisine siper etti. "Berke sen gördün mü kimin yaptığını?" Berke elimdeki bıçağı alıp tahta kaşığı verdi. "Şey..." Onlara bir adım daha atıp "Ne?" diye üstelememle ikisi de birden Akın'ı gösterdi. "Akın yaptı." Suçun ona atılmasıyla Akın kaşlarını çatarak yerinden kalktı ve yanıma geldi. Tezgâhtan başka bir bıçak alıp doğruca Berke'ye doğrulttu. "Bu şekilde tutarsan onları öldürmek daha kolay olur." Emir ve Berke titreyerek yutkundu. Berke gülümsemeye çalıştı. "Bir taneydi, iki oldu." Emir siper ettiği tahta kaşıkla arkasına saklanan Berke'ye döndü. "Bunlar çok tehlikeli oğlum, bakışlara bak." Akın bana döndüğünde ben de ona dönmüştüm ki aradan kaçan Emir ve Berke doğruca içeri koşmuşlardı. Bıçağı bırakıp elime geçen domatesi ona doğru fırlattığımda Emir şef şapkasını tutarak eğildi. Domates duvara çarpınca Emir sırıtarak doğruldu. Bana göz kırpıp öpücük attı ve tekrar koşmaya başladı. Tam o sırada içeriden bağıra çağıra gelen Berke'ye çarpınca ikisi de yere düştü. Berke ayağını sallayıp paçasına yapışmış köpekten kurtulmaya çalışırken bağırdı: "Bu pitbull beni yiyecek!" Altında kalan Emir, Berke'yi üzerinden itmeye çalışırken konuştu: "Ne yapıyorsun? Çekil üzerimden!" Akın derin bir nefes alıp bıçağı bıraktı ve onlara ilerledi. O Berke'yi Emir'in üzerinden sürüklerken, ben de Berke'nin paçasına yapışmış yavru köpeği almaya çalışıyordum. Köpekçik Berke'nin paçasını bırakıp bu kez parmağını ısırdığında, Berke bağırıp daha çok çabalamaya başladı. O sırada dengesini kaybeden Akın, Emir ve Berke'nin üzerine düştüğünde Berke parmağını köpekten kurtarmıştı ki ben de sendeleyip onların üzerine düştüm. Düşerken alçılı kolum Akın'ın burnuna çarpmıştı. Altta kalan Emir zoraki çıkan sesiyle bağırdı: "Öleceğim! Kalkın üzerimden!" Canının derdinde olan Berke işaret parmağına bakıp üflerken, ben ağrıyan sırtımın derdine düşmüştüm. Bir yandan doğrulmaya çalışıyor, bir yandan gülüyordum. Fırsatı kaçırmayan Ceyda elindeki telefonla bizi çekmeye devam ediyordu. Gülerek bize yaklaştığında yerdeki domatese basıp kaydı ve Akın'ın üzerine düştü. Dolu dolu kahkahası düşmesine rağmen dinmemişti. Onun gülüşüne daha çok gülüyor, bedenimin acısını unutuyordum. Akın bir çırpıda ikimizi de üzerinden itip ayağa kalktı. Berke parmağını öperek buzdolabına yaslandığında kâğıt gibi yerde uzanan Emir derin bir nefes aldı ve elini havaya doğru uzattı. "Beyaz bir ışık gördüm..." Zar zor kalkıp sandalyelerden birine oturduğumda Ceyda gülerek yerde oturuyordu. "Abi burnun... Burnun kanıyor." Ceyda'nın Akın'ı işaret etmesiyle ona döndüm. Akın'ın burnundan akan kan dudaklarına süzüldüğünde elini burnuna götürdü ve parmaklarına bulaşan kana baktı. O sırada Ceyda olduğu yere yığılmıştı. Emir doğrulup Ceyda'yı uyandırmaya çalışırken Akın'a peçete uzatmıştım. Bir peçeteye bir bana bakarak "Elin ağırmış." dediğinde güldüm. "Hak ediyorsun." Kaşlarını kaldırıp muzip gülüşüne karşılık verdiğimde Berke hızla ayağa kalkmış, Akın'ın yanına koşmuştu. "Doktor! Akın! Kuduz olacak mıyım?" Akın, Berke'nin parmağına bakarken Ceyda kısa sürede kendine gelmeye başladı. Parmağına yara bandı yapıştırılıp kuduz olmayacağına nihayet ikna olan Berke, yerdeki kırılmış yumurtayı yalayan yavru köpeğe ters ters bakıyor, yanından dahi geçmiyordu. Herkes toparlandığında hep bir elden mutfağı temizlemeye başlamıştık ama Ceyda benim bir şey yapmama izin vermeden sadece oturup dinlenmemi istemişti. Sessizce oturup onları izledim. Birbirlerine yardım ediyor, şakalaşıyor, gülerek konuşuyorlardı. "Bade bak." Biberden kendine bıyık yapan Emir'in şebekliğine bakıp güldüm. Mutfak temizlendikten sonra, buna sebep olan Berke ve Emir'e ceza olarak halı yıkatmaya başlatmıştım. Ceyda "Bastır, bastır," diyerek onlarla dalga geçerken Akın terasın korkuluklarına yaslanmış gülerek ikisine bakıyordu. Emir halıyı kaslı kollarıyla sürterken belini tutup doğruldu. "Hayatımda ilk defa böyle bir şey yapıyorum." Elimdeki oklavayla onu dürtükledim. "Hadi, devam." Yavaş yavaş binaların arasından batan güneşi seyrederken Emir ve Berke nihayet halıları yıkamayı bitirmişti. Akşamın serinliği içimi ürpertmeye başladığında tekrar içeri girdik. Emir ve Berke kendilerini öylece koltuğa bıraktıklarında, Emir karnını tutarak söylendi: "Acıktım." Berke de onu onaylamış, o sırada Akın'ın karnından gelen gurultularla hepimiz gülmüştük. Berke başını koltuğa yaslayıp gözlerini kapattı. "Keşke patates kızartması olsa." Emir de parmağını şıklatarak ona katıldı. "Off yanına da sucuklu yumurta." Ardından birbirine dönüp aynı anda konuştular: "Ve menemen!" Onlar koltukta uyuklarken biz tekrar mutfağa girmiştik. Akın ve Ceyda yemekleri hazırlarken ben de onlara yavaşça yardım ediyor, masayı hazırlıyordum. Kısa süre içinde hazırladığımız yemekleri yerken Ceyda masadaki sessizliği bozdu: "Aklımda bir fikir var." Herkes bir yandan yemek yerden bir yandan onu dinliyordu. "Bu geceyi hep birlikte geçirelim, ne dersiniz?" Kırılmış kolumu havaya kaldırıp ona gösterdim. "Bu fikri en son kabul ettiğimde az kalsın ölüyordum." Berke kendini tutamayıp güldüğünde ona ters ters bakan Akın'ı görünce gülmeyi kesti. "Hayır bu kez bir yere gitmeyeceğiz. Kahve yaparız, sohbet ederiz, film izleriz. Yanına mısır da patlatırız. Ne dersin?" Dünkü fikrinden daha iyi görünüyordu. Anlaşılan sıcak ve rahat bir gece geçirmeye onun da ihtiyacı vardı. Biraz da benim güvenliğim hakkında endişeli görünüyordu. Ya da dünkü geceyi telafi etmeyi düşünüyordu. Diğerleri kafalarını dahi kaldırıp ona bakmadılar. Dün yaşananlardan sonra Ceyda'nın bu fikrini kabul edeceğimi pek düşünmüyorlardı anlaşılan. "Kulağa güzel geliyor." Sözlerimle duraksayıp bana baktıklarında Ceyda'nın umutsuz ve sönük gözleri anında parlamıştı, eline bir şans geçtiği için oldukça mutlu görünüyordu. "Gerçekten mi? O zaman Emir hadi abur cubur ve meyve al gel sen." Heyecanlı sözlerini bitirir bitirmez, Emir tam ağzına atacağı lokmayla öylece kalmıştı. "Her şey var evde. Gerek yok." Gülerek söylediğim sözlerimle Emir rahatlamış, lokmasını ağzına atmıştı. Yemek bittiğinde masayı toplayıp üzerine kahve içmiş, tüm geceyi Ceyda'nın planına göre geçirmiştik. Son olarak yine Ceyda'nın seçtiği bir romantik dram filmini izlemeye koyulmuştuk. Çok geçmemişti ki kafamı çevirdiğimde Akın, Emir ve Berke'nin uyuyakaldığını gördüğümde kendimi tutamayarak güldüm. Berke kolunu ve bacağını Akın'ın üzerine atmış, ona sarılarak uyuyordu. Ceyda ise kafasını Emir'in göğsüne yaslamıştı. Ceyda filme ağlarken benim güldüğümü fark ederek bana döndü. Diğerlerini işaret ettiğimde onlara baktı, doğrulup hepsine birer tane vurdu sinirle. "Duygusuzlar. Böyle aşk ve dram dolu efsane bir filmde nasıl uyursunuz?" Akın kaşlarını çatarak Ceyda'ya öylece bakmış, Berke'yi üzerinden itip kollarını göğsünde birleştirerek koltuğa daha da yerleşmişti. Emir neye uğradığını şaşırarak sıçradığında "Kapatma, ben izliyorum." diye mırıldanarak tekrar uyumuştu. Berke ise sertçe yere düşmesine rağmen uyanmaya tenezzül dahi etmedi. Bu beni daha çok güldürmüş, Ceyda'yı daha çok sinirlendirmişti. Film bittiğinde çoktan uyumuş olan Berke, Akın ve Emir'in üzerini örterek, Ceyda'yla odama çıkmıştık. Yatağımda gözleri kapalı uzanan Ceyda'nın yanına yattığımda ona doğru döndüm. "Her zaman böyle birlikte misiniz?" Ceyda gülümsedi. "Çoğu zaman." Biraz çekinsem de sordum: "Aileniz var mı?" Ceyda acıyla gülümsemeye devam etti. "Benim sözde bir ailem var. Babamı ben çok küçükken kaybettim. Annem de başka bir adamla evlendi. Annemin gözlerinin önünde o adamdan her Allah'ın günü dayak yedim. Akın çekip kurtardı beni o adamın elinden. Daha sonra bebekken terk edilen Berke'ye ve annesini gözlerinin önünde öldürüp kaçan babasıyla Emir'e, Esila annem, Sami babam ve Mesut dedem sahip çıkıp büyüttü." Hemen ardından geride bıraktıkları kötü yaşamları hatırlamış gibi derin bir nefes aldı. "Hepiniz Korel'siniz o zaman." Ceyda bana döndü. "Benim annem yaşadığı için hâlâ onun soyadını taşıyorum. Emir ve Berke, Korel ailesince evlat edinildiğinden Akın'ın üvey kardeşleri." "Demek böyle bir bağınız var." Tebessüm ederek onu dinlerken ikimiz de sohbet etmeyi kesmiş, kısa süre sonra uykuya dalmıştık. Gözlerimi zorla açtığımda hâlâ karanlık olan etrafa bakınıp telefonumu buldum. Saat: 03.42. Kuruyan boğazıma elimi götürdüm. Komodinin üzerindeki sürahi boştu. Sessizce ayağa kalkıp aşağı indim. İçeriye göz gezdirdiğimde hepsinin uyuduğunu gördüm. Üzerini açan Berke üşümüş olmalı ki bir kurtçuk misali kıvrılmıştı. Gözlerimi ovarak sessizce onlara yaklaştım. Yüzlerine baktığımda çektikleri acıyı görebiliyordum. Zorluklarla dolu geçmişlerini öyle ya da böyle geride bırakmış, üstesinden gelmişlerdi. Emir'in üzerini örtmemle kıpırdanıp yönünü değiştirdi. Hemen ardından Berke'nin yere düşen yorganını alıp örttüm. Dönüp Akın'a doğru ilerlediğimde kapalı gözlerine bakıp üzerini örttüm. Başının altında yastığı olmadığını fark ettiğimde esneyerek etrafa bakındım. Yere düşen yastığı alıp kafasının altına koymuştum ki birden gözlerini açıp bileğimi tuttu ve doğruldu. Korkuyla irkilirken benim olduğumu görünce bileğimi bıraktı. Saçlarını karıştırırken etrafa baktı. "Ne yapıyorsun?" Birkaç adım geri çekilip Berke ve Emir'i gösterdim. "Su içmeye inmiştim, üzerinizin açık olduğunu görünce örtmek istedim." Bir süre bana anlamsızca bakıp hafifçe güldü. Ardından sırtını dönüp örtüyü üzerine çekti. Neden güldüğünü bir süre anlamaya çalıştım. Öylece sırtına bakarken geri dönerek mutfaktan su içip bir bardak daha almış ve tekrar odama çıkmıştım. Elimdeki su dolu bardağı komodine bırakıp tekrar yatağa girdiğimde başımı yastığa koyup gözlerimi tavana diktim ki tavana paralel havada asılı bir varlığı görmemle tüm bedenim kaskatı kesildi. Ne bir yüzü ne de belirli bir şekli vardı. Yalnızca havada uçuşan uzun saçları andıran uzantıları ve siyah, eski, yırtık kumaş parçalarını seçebiliyordum. Birden üzerime çöküp iki kolumu tuttuğunda çığlık atmaya çalıştım. Ama uzun saçlara benzeyen uzantılar ağzımı ve boğazımı sararak var gücüyle sıkmaya başlamıştı. Ne sesim çıkıyor ne de bedenim hareket ediyordu. "Seni öldüreceğim!" Şekilsiz varlık Yağız'ın suretini aldığında nefesim git gide daralıyor, yanımda her şeyden habersiz uyuyan Ceyda'dan yardım istemek için ona ulaşmaya çalışıyordum. "Kardeşimin intikamımı alacağım! Akın kardeşimi öldürdü, ben de seni öldüreceğim!" dedi ve bir anda Yağız'ın bütün bedeni siyah alevler içinde yanmaya başladı. Tenimi âdeta yakan elleriyle acıyla çığlık atarken, elindeki kanla kaplı bıçağı havaya kaldırdı. Tereddüt etmeden bedenime saplamasıyla göğsüme yayılan sıcak kan ve göğüs kafesimi delip geçen tiz acıyla birden gözlerimi açıp doğruldum. Attığım çığlıklarla kollarımı tutan Yağız'dan kurtulmaya çalışırken oda aydınlanmış, karşımdaki bedene can havliyle tutunmuştum. "Yağız..." Bir süre öylece gözlerimi boşluğa dikmiş, gerçekle hayali ayırt etmeye çalışmıştım. Ne olmuştu öyle? "İyi misin?" Yanımda oturan Ceyda kolumu tuttuğunda bedenin sıcaklığını hissetmemle artık rüyada olmadığımı anlamıştım. "Berke su getirir misin?" Birden kulaklarımda ince bir gürültü duydum. Dikkatle dinlediğimde ise anlamsız gürültü belirli bir şekil almıştı. Bunlar kalp atışıydı. Hemen ardından vücudumu saran kolları fark etmemle irkildim. Bedenimi bir anlığına terk eden ruhum geri dönmüş, beraberinde hislerimi de geri getirmişti. Avucumun arasında sıktığım bir bez parçası vardı. Başımı yasladığım bir göğüs, tanıdık bir koku vardı burnumda. Ardından tanıdık bir ses duyuldu: "Geçti..." Akın'ın sesiydi bu. Başımı yasladığım göğüs, duyduğum koku, bedenimi saran kollar onundu. Hafifçe geri çekildiğimde ne olduğunu anlamak istercesine baktı bana. O sırada uzatılan suyu alıp kana susamış bir vampir gibi hepsini içmiştim. Boğazım cayır cayır yanıyordu. Bir süre sakince beni izleyip kendime gelmemi bekleseler de Emir dayanamayıp sordu: "Ne oldu?" Boş bardağı elimden aldıklarında elimi başıma götürdüm. "Bilmiyorum. Ben... Yatağa yatar yatmaz tam karşımda havada asılı, karanlık bir varlık gördüm. Boğazıma yapıştığında ise Yağız'ın suratını gördüm." Berke "Yağız mı?" diye sorduğunda başımla onaylayıp Akın'a döndüm. "Evet, seninle konuştuktan sonra yukarı çıktım-" Akın kaşlarını çattı. "Benimle konuştuktan sonra mı?" Duraksadım. Hatırlamıyor muydu? "Evet, hatta sonra mutfaktan su aldım-" diyerek komodinin üzerini gösterdiğimde getirdiğim su yok olmuştu. "Na-nasıl?" Hepsi sustu. "Saat kaç?" Sorumla Emir saatine baktı. "03.42" En başından beri rüya mı görüyordum? Ceyda sırtımı sıvazlayıp gülümsedi. "Kötü bir rüya görmüşsün sadece. Ama biz buradayız. Merak etme." Emir ve Berke de gülümseyerek başlarını salladıklarında hemen bir teklifte bulundular: "Korktuysan birlikte uyuyabiliriz. Ne dersin?" İstemsizce gülüp başımı iki yana salladım. "Kalsın." Üzülmüş görünüyorlardı. "Hadi elini yüzünü yıka da kendine gel." O sırada ayağa kalkmaya çalışan Akın duraksayıp bana döndüğünde ona baktım. Farkında olmadan tekrar tişörtünü tutmuştum. "Aynı şeyi teklif edebilirim." Kaşlarını kaldırmış, muzip bir gülümsemeyle söylemişti bunları. Utanarak elimi çektiğimde bir şey söylemeden ayağa kalkarak lavaboda elimi yüzümü yıkadım. Geri döndüğümde diğerleri hâlâ odamdaydı. Ceyda yatağıma, Berke puf minderime, Emir yere, Akın ise sandalyeme oturmuştu. "Uykunuzu mu kaçırdım?" Sorumla Ceyda esnedi. "Ne yalan söyleyeyim çok uykum var. Ama senin kolay kolay uyuyamayacağını düşündük." Berke söze girdi: "Eğer o şekilsiz maymun suratlı varlık, kısaca Yağız tekrar seni güzellik uykundan uyandırırsa," ayağa kalkıp yumruklarını havaya savuşturarak devam etti, "Ağzını yüzünü benzetmek için biz de burada nöbet tutacağız!" Emir oturduğu yere uzanıp kolunu gözlerine koydu. "Evet, ben de uyuyup rüyanda nöbet tutacağım." Berke işaret parmağını ona doğrultup bağırdı: "Ne kandırıkçı bi' yalan!" Emir onu umursamadan uzanmaya devam etti. Akın ise sandalyeme ters oturmuş, masamdan aldığı bir kitabı karıştırıyor, dikkatleri üzerinden uzaklaştırıyordu. Ceyda yatağa hafifçe vurup gelmem için işaret ettiğinde gülerek yatağa girdim. Berke ışığı kapatıp yalnızca abajurun ışığını açık bıraktığında suratımdaki aptal gülüşün farkına vardım. Onlara ısınıyor muydum yoksa? Gülümsememi silip gözlerimi kapattım. Daha birkaç hafta önce bomboş olan bu oda şimdi birilerinin varlığıyla dolup taşıyordu. Aslında yalnız olmamak beni rahatlatmıştı. Yoksa bir katil ve arkadaşlarını sevecek kadar deli değildim. Sabah uyandığımda doğrulup perdesi açık pencereden gökyüzüne baktım. Sabahın erken saatleri olmalıydı. Yatağımdan doğrulup diğerlerine baktım. Ceyda yanımda, bir kolunu üzerime atmış mışıl mışıl uyuyordu. Berke elinde tuttuğu tahta kılıcı göğsüne bastırmış hazır ol vaziyetinde uyuyor, Emir ise gece yaptığı gibi kolunu gözüne siper etmiş yatıyordu. Akın'a döndüğümde tekli koltuğa oturmuş, ayaklarını masama uzatmış, araladığı kitabı ise yüzüne koymuştu. Anlaşılan o da uyuyordu. Tekrar uyuyamayacağımı bildiğim için eşofmanlarımı giydim. Biraz yürümek beni rahatlatabilirdi. Tek elimle zar zor topladığım saçlarımı atkuyruğu yaptım. Ses çıkarmadan evden çıktım ve yürümeye başladım. Onlardan uzaklaştıkça sanki kendimi daha iyi ve huzurlu hissediyordum. Kaçmak isterdim ama gidecek bir yerim de yoktu. Biraz sahildeki bankta oturup rahatlamaya çalışmış, sabah güneşinin keyfini çıkarmıştım. Birkaç saattir burada oturduğumu fark ettiğimde ise ayaklanıp yavaş adımlarla eve gitmiştim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Emir telefonla hararetli bir şekilde konuşuyordu. Ceyda'nın koltuğa oturup endişeli bir şekilde dizini salladığını görünce kapıyı kapatıp masaya anahtarlığı bıraktım. Kapının kapanma sesini duyduklarında bana dönmüşlerdi ki etrafta dolanan Akın beni görünce duraksadı. Emir telefonu kapatınca Berke de bilgisayarı kapatmıştı. Akın'ın gözleri alev almış, sinirden deliye dönmüştü. "Neredeydin sen!?" Ani çıkışıyla neye uğradığımı şaşırmıştım. "Yürümeye çıkmıştı-" Daha cümlemi bitiremeden tekrar bağırdı: "Neden haber vermiyorsun!?" Anlam veremediğim bir suçlulukla ona baktım. "Hepiniz uyuyordunuz." Akın derin bir nefes aldı. "Dışarıda her fırsatta seni boğazlayacak bir hastanın olduğunu unutuyorsun Bade!" Sinirle gülerken istemsizce savunmak istedim kendimi. "Acaba kim bulaştırdı beni buna!?" Akın sustu. Geriye dönüp ellerini koltuğun başlığına koydu. Sakinleşmeye çalışarak sesini alçalttı: "Yağız bulunana dek sabret. Bu belanın girişi bensem çıkışı da benim." Ceyda yaklaşıp kolumdan tuttu. "Sadece senin için endişelendik." Cevap vermeden ona baktım. Ters bir şey söyleyip onun kalbini kırmak istemiyordum. Emir bunu anlamış olmalı ki neşeli sesiyle ortamı yumuşatmaya çalıştı: "Yürüyüş yormuştur seni. Güzelce dinlen. Bizim de yapacak işlerimiz var, değil mi Akın?" Akın ona bakıp başını salladığında Berke ayağa kalktı. "O zaman toparlanalım." Ceyda mutfağa yöneldiğinde diğerleri koltuklarda dün geceden kalma çarşaf, yastık ve yorganları toplamaya başlamışlardı. "Terlisindir, üzerini değiştir sen." "Yardım edeyi-" dememe kalmadan Emir beni yukarı iteklemeye başladı: "Tek kolla ne yapacaksın? Hadi sen üzerini değiştir de üşütme." Onun ısrarıyla yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim. Çok geçmeden odamın kapısı çaldı. İçeri giren Ceyda masada duran kremi alıp bana baktı. "Gitmeden kremini sürsek iyi olur." "Olur." Benim de onayımla yanıma yaklaştı. Yatağıma uzanıp sırtımı açtığımda kremi sürmeye başladı. "Ağrın çok mu?" "Hayır, çok ağrımıyor. Kremi sürünce çok daha hafifliyor." "O zaman sürmeyi aksatma. Doktor çok yüksekten düşmediğin için sadece ufak ezilme ve çürükler olduğunu söyledi. Başını da sert çarpmamışsın. Kolundaki çatlak da ciddi değil, hemen iyileşecek." Kremi sürmeyi bitirdiğinde doğruldum. "Teşekkür ederim." Gülümseyerek ayağa kalktı. Birlikte aşağı indiğimizde diğerleri toparlanmış, Ceyda'yı bekliyorlardı. Emir odayı işaret ederek konuştu: "Çarşafları karşı odaya bıraktım." "Tamam teşekkür ederim." Cevabımla Emir kapıya yöneldi. "Hadi o zaman." Diğerleri de onun peşinden giderken Ceyda kapının eşiğinde bana döndü. "Her şey için çok teşekkür ederiz. Dikkat et kendine." Gülümseyip ona sarıldım. "Rica ederim." Emir de el sallamış, "Bir şeye ihtiyacın olursa ara." demişti. Ben de ona el sallayarak kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Tekrar içeri doğru yürüdüğümde sessizliğe gömülen ev beni rahatsız etmişti. Sanki onlar buradayken koltuklar, perdeler, bütün eşyalar daha canlı ve sıcak gelmişti gözüme. Şimdi ise evi dolduran soluk renkli eşya parçalarından başka bir şey değillerdi. Düşüncelerimden sıyrılıp kahvaltı yapmak için mutfağa girdim. Masanın üzerinde hazırlanmış bir tabak gördüğümde gülümsemeden edemedim. Kaşla göz arasında Ceyda hazırlamış olmalıydı. Kahvaltımı yaptıktan sonra dersimin başına oturmuş, saatin farkına varmadan ders çalışmıştım. Akşamüstü ise yorularak kendimi öylece yatağa attım ve bir süre olanları düşündükten sonra uykuya daldım. Yüzüme çarpan soğuk havayla kıpırdanıp ellerimle üzerime örttüğüm yorganı aradım. Bacaklarımı kendime çekip buz kesmiş ayaklarımı ısıtmaya çalıştım bir süre. Çok fazla uykum vardı ama nereden geldiğini anlayamadığım soğuk beni uyutmuyordu. Gözlerimi kırpıştırarak açtım. Başta anlam veremediğim bir körlükle gözlerimi ovuşturdum. Odamda alışık olmadığım kırmızı bir ışık vardı. Açık pencereden esen rüzgâr, perdeyi dalgalandırıyordu. Eşyaları güçlükle seçmeye çalıştım. Rüya mı görüyordum? Burnuma kan kokusu çalındığında midem bulanmış, kanın demirimsi tadı ağzımda dağılmıştı. Öğürerek kafamı çevirmemle çığlık atmam bir oldu. Yanımda simsiyah boyaya bulanmış bir oyuncak bebek vardı. Elbisesi yırtılmış, pamukları dışarı fışkırmış, yüzü dağılmış ve siyahlar içindeydi. Tam kalbinin ortasına saplanmış, üstünde yılan sembolü bulunan parlak bir bıçak duruyordu. Kafamı çevirmemle kan kokusu daha da ağırlaşmış, bebeğin üzerindeki kanın kırmızı ışıktan dolayı siyah göründüğünü anlamıştım. Çığlıklarımı derinleştirerek doğrulup yatakta geri geri gitmeye başladım. Yatak kanlar içindeydi. Ayaklarıma, bacaklarıma bulanan kanın yapışık hissiyatı midemi daha çok bulandırırken daha çok telaşa kapılmıştım. Yatağımın karşısında duran aynaya baktığımda kıyafetlerim, yüzüm, saçım, her yerim kanla kaplıydı. Telaşla yatağımdan inmeye çalıştım. Ama ayağıma takılan yorganla yere düşmüş, ona rağmen yatağımdan uzaklaşmaya çalışmıştım. Arkamda bir şey hissetmemle hemen döndüm. Yine bir bebekti. Diğeri gibi kanlar içindeydi ve kalbinde aynı yılan sembollü bıçak vardı. Öbür tarafa doğru gitmeye başladığımda yine başka bir bebekle karşılaştım. Etrafıma baktığımda odamın her yerinde bu bebeklerden olduğunu gördüm. Dehşetle etrafa bakarken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Nefesim hızlanınca ayağa kalkmaya çalıştım. Ama kafama çarpan şeyle irkildim. Tavanda da boydan boya o bebekler asılıydı. Bebeklerin kıyafetlerinin benim kıyafetimle aynı olduğunu fark ettim. Üzerimde hastane önlüğüne benzer, uzun, kanlı bir gömlek vardı. Bu kıyafeti nasıl giydiğimi, bunları kimin yaptığını bilmiyordum. Birden bir ağlama sesi duydum. Kafamı çevirip sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Gittikçe çoğalan ağlama sesleri bütün bebeklerden gelmeye başladığında kulaklarımı kapatıp odadan çıkmak istedim. Ama kilitli kapının ardında öylece kalmış, cehenneme dönmüş odamda hapsolmuştum. "Kimse yok mu!?" "Yardım edin!" Kapıya vurup açmaya uğraştığım sırada yanımda duran aynayı fark ettim, üzerinde yazan yazıyla buz kesmişti bedenim. "Seni asla affetmeyeceğim!" Ağlama sesleri iyice artınca kulaklarımı kapayıp çığlık attım. O sırada telefonumun sesi duyuldu. Kurtuluş yolu bulmuş gibi koşarak telefonumu aradım. Yatağın içinde bulduğumda titreyen ellerimle telefonu aldım. Emir arıyordu. "A-alo Emir..." dedim zor çıkan sesimle. Emir sesimdeki titrekliği fark etmiş olmalı ki endişeyle sordu: "Bade, iyi misin?" Sorusuna cevap veremeden duvarda gördüğüm fotoğraflarla öylece kalmıştım. Fotoğraflarda çeşitli cesetler vardı. En başta on beş, on altı yaşlarında güzel bir kızın cesedine baktım. Saçları, kıyafetleri, uzun ıslak saçlarıyla gözleri açık hâlde öylece yerde uzanmış, başı sağ tarafa çevrilmişti. Islak birkaç tel saçı sol yanağına yapışmış, morarmış dudaklarına kadar uzanıyordu. Ağzından süzülen kanlar yerde küçük bir birikinti oluşturmuş, kolundaki morluklar ve çürükler soluk teninde korkunç lekeler misali dağılmıştı. Bembeyaz kesilmiş teniyle her an kırılacak bir buzdan heykele benziyordu. Etrafındaki fotoğraflarda yine o yaşlardaki kız cesetlerini görünce tekrar çığlık attım. "Emir, Emir lü- lütfen yardım et Emir!" Bulanan midemle ellerimi ağzıma kapatırken her yer kan gölü olmuştu, dönüp yan tarafa kustum. Etrafı saran kan kokusuyla her an düşüp bayılabilirdim. Emir endişeyle sordu: "Bade ne oldu?! Neredesin?" Öğürerek öksürdüğümde tükürüp konuştum: "Ev-evdeyim. Lütfen acele et..." Patlayacak gibi atan şah damarım, titreyen kanlı ellerimle kafayı yiyecek gibi ağlamaya başladım. "Bunların hepsi bir rüya." diye geçirdim içimden. "Geçecek, birazdan uyanacağım." ,"Uyanacağım..." diye kendi kendime sayıklarken bebeklerin ağlamaları sanki gittikçe artıyordu. Kafayı yiyecekmiş gibi yere çöktüm. Aradan fazlaca zaman geçmişti ki odamın kapısı açılmak için zorlandı. "Bade, içeride misin?" Emir'in sesini duysam da ağzımı açıp tek kelime edememiştim. Birden kapının kırılıp sertçe duvara çarpmasıyla irkilip daha çok ağlamaya başladım. İçeri dalan Emir şok olmuş, hiçbir şey söyleyemeden etrafa bakakalmıştı. Hemen ardından Akın ve Berke de içeri girdiğinde kafamı kaldırıp onlara baktım. Berke anında elini ağzına götürüp öğürmüş, Akın'ın beni görmesiyle yüzü bembeyaz olmuş, Emir'in nefesi kesilmişti. Yanımdaki bebek tekrar çığlık atınca ben de kulaklarımı kapayıp çığlık atarak ağlamaya devam ettim. Akın hızla yanıma gelip yere çöktü. Kan göletinin içinde kalan pantolonu anında kana bulanırken beni tutup yüzümü göğsüne bastırmıştı. Korkuyla ona sımsıkı sarıldığımda titreyen bedenimi kucağına alarak kaldırmıştı. Eteklerimden damlayan kanlarla gözlerimi sımsıkı kapadığımda Akın beni sakinleştirmeye çalıştı. "Biz buradayız. Sakin ol." Beni odadan çıkarıp aşağı indirdi ve koltuğa bıraktı. Önümde çökerek yüzümü, ellerimi, kısacası vücudumu kontrol etmeye başladı. "Yaralı mısın?" Hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey hissetmiyordum. Hatta sorduğu soruları anladığımdan dahi emin değildim. Kendi dilim bir anda yabancılaşmıştı, anlamakta güçlük çekiyordum. Konuşmadan ona bakarken Akın da göz ucuyla bana baktı. Küfrederek aşağı inen Emir ve Berke hızla yanıma geldiler. "Bir şeyi var mı abi?" Akın beni koltuğa yatırıp ayaklarımın altına yastık koyduğunda başımı yana çevirmiş, bir şeyler soruyordu. Bense yaşadığımı dahi unutmuş, kim olduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Hiç konuşmadan öylece karşıya bakmayı ve titremeyi sürdürmüştüm. Akın üzerime bir ceket örterken ara sıra bana bakıyor, elini yanağıma koyuyor, nabzımı kontrol ediyordu. Berke ise titreyen elleriyle elinde tuttuğu resimleri yırtmaya çalışıyordu. Akın bunu fark ederek ayağa kalktı. Berke'ye doğru bir hamle yaptığında Berke geri gitmiş, Emir de Akın'ın önüne geçmişti. "Akın, görmemen gereken şeyler var." Akın, Emir'e bir süre baktı ve onu dinlemeyerek Berke'nin elindeki fotoğrafları aldı. Baktığı fotoğrafları tek tek yere atıyor, sanki bir şey arıyordu. Hızla karıştırdığı fotoğrafların birinde hareketleri birden yavaşladı. Diğer fotoğraflara bakmadan yere atıp elinde duran fotoğrafa baktı uzunca. Tahammül edemeyerek başını yana çevirdi ve gözlerini kapattı. Kapatmasıyla gözlerinden yaşlar süzüldü, koltuğa oturup bir elini yüzüne götürdü. "Esma..." Diğerlerinin de ağladığını fark ettiğimde Emir gözyaşlarını saklamak için bize sırtını dönmüş, ellerini beline koymuştu. Berke ise gözlerini yere dikmiş, titriyordu. Akın bir kez daha baktı fotoğrafa. İlk kez görüyormuş gibi yine mahvolmuş, ağlayarak elini yüzünde gezdirmişti. Bir süre sessizce ağladı. Ama kederi gittikçe öfkeye dönüşmeye başlamıştı. Yumruklarını sıktı yavaşça. Ardından yaşla dolu gözlerini gözlerime dikmiş, ettiği yeminini hatırlamış gibi nefretle aralamıştı dudaklarını: "Bu kez onu elimden kimse alamaz..." Gitmek için ayağa kalktığında Emir onu engelledi: "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Akın onu tutan Emir'i itip bağırdı: "Onu bulup öldüreceğim!" "Nerede olduğunu dahi bilmiyorsun!" Emir'in sert çıkışıyla Akın kendine yediremediği gerçekle duraksamış, hızla Emir'e bir yumruk geçirmişti. Emir yediği yumrukla patlayan dudağını tutup gerilediğinde Akın bir anlığına ne yaptığını fark etmiş gibi durdu. Bir pişmanlık geçti gözlerinden. O sırada araya giren Berke'yi de iterek kapıyı açtı. Ben tekrar korkup ağlamaya başladığımda ortaya çöken sessizlikle, Akın yine durdu. "Akın..." dememle, sinirden sıktığı kapının önünde durdu bir süre. Sertçe kapıyı kapatarak duvarlara vurmaya başladı. Daha önce onu hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Bir yandan bağırıyor, bir yandan duvarlara vuruyordu. Evde yalnızca benim hıçkırıklarım ve Akın'ın öfke dolu feryatları yankılanıyordu. Nihayet duran Akın kapıya yaslanarak yere çöktü, tek bacağını uzatıp diğerini kendine çekti ve fotoğrafı tutan elini dizine koydu. Kafasını kapıya yaslayıp gözlerini yumarak yutkundu. Derince aldığı nefeslerle öfkesini dizginlemeye çalışırken, yattığım yerden doğruldum. Büyük bir sessizlik çöktü eve. Kimse tek kelime etmeden yaşananları atlatmaya çalışıyordu. Bizim aksimize Akın sakinleşmiyor, öfkesi gittikçe daha da büyüyordu. Elinde tuttuğu fotoğrafı sıktı avuçlarında. Ardından bir şey aklına gelmiş gibi kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Nerede olduğunu biliyorum. Kendi kanında boğacağım onu!" Akın birden ayağa kalkıp yanıma geldi ve bileğimden tutup kapıya doğru yöneldi. Emir ve Berke onu engelleyemeyeceğini anlamış, öylece bizi izlemişlerdi. Dışarı çıktığımızda insanlar bana ürkek gözlerle bakıyorlardı. Sabahın erken saatleri olduğu için sokak canlıydı. Kimisi işe yetişmek için hızlı adımlarla ilerliyor kimisi okula gitmek için durakta otobüs bekliyordu. Çıplak ayaklarım ve bacaklarım soğukta üşümeye başlamış, hatta uyuşup karıncalanmıştı. Gözü dönen Akın'ın bunları fark edecek iradesi yoktu. İçimi kaplayan korku daha çok üşümemi sağlıyor, ağlamamak için sıktığım çenemin acısını boğazımda hissediyordum. Arabaya bindiğimizde lastiklerin asfaltta attığı tiz çığlık etrafta yankılanırken, Akın sanki hiçbir şey duymuyormuş gibi yola odaklanmıştı. Sorduğum sorulara cevap vermiyor, öylece yola bakıyordu. Beni öldürecek miydi yoksa? Farkına vardığım gerçekle duraksadım. Kapıyı açmak için hamle yaptığımda Akın benden önce davranmış, kapıları kilitlemişti. "Bırak beni!" İçimden kopup gelen çığlıkla Akın kaşlarını çatmış, arabayı daha hızlı sürmeye başlamıştı. Hızla cama vurmaya başladım. Yolun kenarında sırtında okul çantası, elinde bir topla yürüyen çocukla göz göze geldiğimizde her şeyden habersiz, masum bakışlarıyla benim çırpınışlarımı izlemişti. Çaresizce bir çocuktan medet ummuş, içimdeki ufak umuda sarılmıştım. Öylece yanından geçip gittiğimizde başımı cama yasladım ağlayarak. Evden uzaklaştıkça kaderimi kabullenmiştim. Acısız bir ölüm için direnmeyecektim. Sonunda büyük bir depoya geldiğimizde arabayı sertçe durdurdu. Arabadan inip benim kolumdan tutarak yürümeye başladı. Kapısı açık deponun içerisinde uzanan karanlıkta, duvardan sarkan küflü boyalar ve bir yerden damlayan su sesinden başka hiçbir şey ne görülüyor ne de duyuluyordu. Tavandan sarkan zincirlerin ucunda kalın kancalar vardı. Büyük tezgâhlar ve kasalar belirli aralıklarla dizilmişti. Kasaların üzerinde çeşitli hayvan resimleri vardı. İnek, koyun, keçi... Burası eski bir kasap deposuydu. Birden Akın'ın bağırmasıyla irkildim. "Yağız!" Karanlıktan kahkaha sesi geldiğinde bir kez daha irkilirken dikkatle sesin geldiği yere bakmaya başladım. Karanlık silüet yaklaştıkça üzerine vuran ışıkla Yağız'ın yüzünü artık seçebiliyordum. Ne geçiyordu Akın'ın aklından? İçten gelen dürtüyle gitmek için adım attığımda Akın kolumu daha sıkı tutmuştu. Yağız iyice yaklaşarak konuştu: "Vay, vay, vay... Akın bey seni burada görmek ne güzel! Yanında da Küçük Yalancımız varmış(!)." Beni baştan aşağı süzerken yüzünü buruşturdu. "Bayağı korkunç gözüküyorsun. Sürprizim hoşuna gitti değil mi?" Ben hiçbir şey söylemeden ona bakarken Akın konuştu: "Neden bunu yapıyorsun?" Yağız durup düşündü. Ardından yüzüne yayılan gülümsemeyle "Çünkü eğleniyorum," dedi ve ekledi: "Onu öldüreceği-" Akın sabırsızca sözünü kesti: "Fırsatın varken neden yapmadın?" Yağız hiç vakit kaybetmeden cevap verdi: "Sen neden yapmadın!?" Akın sustu. Yağız yüzündeki pis gülümsemeyle devam etti: "Onu öldürecek olan sen değil miydin? Sen neden yapmadın?" Onu manipüle etmeye mi çalışıyordu? "Onu koruyorsun." Akın itiraz etti: "Korumuyorum." "O zaman sen de benim gibi onunla eğleniyorsun." Yağız hazır cevabıyla Akın'ı köşeye sıkıştırmıştı. Akın beni bırakıp sinirle Yağız'a doğru yürümüştü ki Yağız bir işaret verince karanlıktan iki iri adam çıkmış, Akın'ı tutmuşlardı. Akın onlardan kolayca sıyrılıp Yağız'a doğru koştu ama başka iki adam daha gelmiş, güç bela dört kişi Akın'ı zapt etmişlerdi. Gerileyip kaçmak için kapıya koştuğumda Yağız beni belimden yakaladı. Zayıf bedenine rağmen beni kolayca havaya kaldırdığında boşlukta sallanan ayaklarımla ondan kurtulmaya çalıştım. "Sinirlenince gözün hiçbir şey görmüyor Akın. Kendi ayaklarınla ölümüne geldin." Akın bir şey söyleyeceği sırada karnına yediği yumrukla iki büklüm olmuş, bacaklarına aldığı tekmelerle dizlerinin üzerine çökmüştü. İri adamlardan ikisi kolunu tutuyor, diğer ikisi ise omuzlarından bastırmış bir şekilde bacaklarını tutuyordu. Akın sinirle ellerinden kurtulmaya çalıştığında birkaç defa karnına aldığı darbeyle hareket edememişti. Yağız iki kolumdan tutarak Akın'a doğru yaklaştı. Ondan kurtulmaya çalışıp gitmemek için direnirken güçlükle yürütmüştü beni. "Ölmeden önce sana söyleyeceklerim var." Akın onu umursamadan ayağa kalkmak için tekrar hamle yaptığında, Yağız "Esma..." dedi. Akın duraksadı. "Esma'nın nasıl öldüğünü, kimin öldürdüğünü merak etmiyor musun?" Yere bakan Akın, bu sözlerle hızla kafasını kaldırdığında gözlerini Yağız'a dikti. Bakışları çelik kadar sert, cehennem kadar nefret doluydu. "Nereden biliyorsun?" Yağız pişkince güldü. "Nereden mi biliyorum?" Akın'a doğru biraz daha yaklaştı. "Bizzat şahit oldum da ondan." Akın ona doğru bir hamle yapıp bağırdı: "Kardeşimin katili sen misin?!" Akın ona doğru hamle yaptığında birkaç adım geriye çıkan Yağız bana dönerek gülümsedi ve yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına itti. Yüzümü hızla yana çevirdiğimde Yağız gülmeyi kesip başını iki yana salladı. "Hayır, ben değildim." Ardından bir süre sustu. Yüzü donuk, ifadesiz bir hâl almıştı. "Hatta onları durdurmaya çalıştım ama beni ölümüne dövüp sonunda öldüğümü düşünerek bir köşeye attılar." Akın'ın çatık kaşları düzeldi. "Onlar mı?" Yağız bana bakmayı kesip Akın'a döndü. "Tam beş kişiydi. Ona öyle şeyler yaptılar ki..."Yağız gerçekten üzgün görünüyordu. Ses tonu, nefes alışverişi bir hayli titrek ve üzgündü. Akın şaşkına dönmüştü, dikkatle Yağız'a bakıyordu. "Yalan söylüyorsun." dedi sessizce. İnanmak istemiyordu ona. "Yalan söylüyorsun!" diye bağırdı bu kez. Ona karşılık Yağız da birden bağırmış, ağlamaya başlamıştı. "İnan onları engellemeye çalıştım ama onlar beni öldüresiye dövüp bağladılar! Esma orda acı çekerken elimden hiçbir şey gelmedi! Bağırmaktan başka bir şey yapamadım! Ben orada ne kadar acı çektim biliyor musun?! Esma bana yalvarırcasına bakarken bağırıp çağırmaktan başka bir şey yapamadım! Onu seviyordum Akın. Onu çok seviyordum..." Akın daha fazla dinlemek istemezcesine sinirle gözlerini kapattı. "Yemin ederim doğruyu söylüyorum Akın..." Gözleri gerçekten yaşla dolmuştu. Yalan söylemiyordu. "Kimdi onlar?" Akın'ın sorusunu umursamayan Yağız bana döndü. "Ona neler yaptıklarını teker teker Bade'nin üzerinde göstereceğim Akın." İrkilerek Yağız'a döndüğümde kolumu tekrar kurtarmaya çalışarak bağırdım: "Bırak beni! Benim bir alakam yok!" Yağız saçımdan tutarak kulağıma yaklaştı: "Öyle çok alakan var ki..." Onu ittiğimde daha çok sinirlenmiş, beni iterek yere düşürmüştü. "Uslu dur!" Akın bir kez daha kurtulmak için harekete geçmişti ki bu kez yüzüne yediği yumrukla durdu. Ağzında biriken kanı tükürdüğünde Yağız bana doğru yaklaştı. "Bırak beni! Hayır! Lütfen bırak gideyim!" Yağız kahkaha atarak Akın'a döndü. "Bak Akın, Esma da aynı şeyleri söylüyordu." Yağız tekrar yaklaşmaya başladığında onu ittim. Bu onu sinirlendirmiş olacak ki belindeki silahı çıkarttı ve Akın'ın başına dayadı. Akın tepkisizce bana bakarken, Yağız silahın horozunu çekti. "Ölmesini istiyorsan gidebilirsin." Şaşkınca bir ona bir Akın'a baktım. "Anladın mı?" Akın'la göz göze geldiğimizde hafif çekik gözlerini öylece üzerime dikmiş, vereceğim kararı bekliyordu. Benim yaşlı gözlerim ise ne yapacağını dahi bilmeden bakıyordu gözlerine. Buraya gelirken amacı başka olsa da ayaküstü yaptığı planının altüst oluşunu izlemişti öylece. Akın'a olan nefretim gün yüzüne çıkarken içimdeki şeytan beni cesaretlendirmişti, acı çekerek ölmesini istemiştim. Hayatıma girdiğinden beri bana yaşattığı acıyı birebir yaşatmak, başına dayanan silahın tetiğini bizzat kendim çekmek istemiştim. Gözlerimi yumup yumruklarımı sıktım. Ölümüne göz yummak belki beni de bir katil yapardı. Ama daha fazla acı çekmek istemiyorsam bunu göze almalıydım. Dizlerimin üzerine doğrulup bir ayağımla yere bastım. Hadi kalk. Hareket et bedenim. Ama düşüncelerimin aksine vücudum hareket etmiyordu. Kimsenin ölmesine sebep olmak istemiyordum. Tüm vücudum titremeye başladığında, kırılan cesaretimle öylece tekrar yere çöktüm. Düşüncelerimin aksine pek cesur değildim. İstesem de yapamadım ya da gerçekten istedim mi ondan dahi emin değildim. Yağız'ın sırıtması tekrar yüzüne yerleşirken, Akın gitmemi ister gibi bakıyordu. Ona olan nefretimin farkındaydı. Gözleri âdeta Benden daha çok nefret et. Et ki git buradan. der gibiydi. Yapamadım. Çaresizce bakıyordum gözlerine. Hemen ardından bir damla yaş süzüldü yanağıma. "Esma da aynı böyle bakıyordu onlara ama onlar dinlemedi." Bana bakarak söylediği sözleriyle Akın daha fazla dayanamadı: "Yağız..." Yağız'ın onu umursamadan karşıma dikilip bileğimden tutmasıyla birlikte hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Tam bana yaklaşmıştı ki Akın sertçe konuştu: "Yağız dur!" Yağız hafifçe gülümseyip onu duymadan saçlarımı kokladı. "Dur lanet olsun dur! Ne istiyorsun?!" Yağız, Akın'ın bağırmasıyla durdu. Geri çekilip Akın'a dönerek gülmeyi sürdürdü. "Ha şöyle..." Akın sorusunu tekrarladı: "Ne istiyorsun?" Yağız gülmeyi keserek kollarını iki yana açıp bağırmaya başladı: "Ne mi istiyorum? Kardeşimi. Onu geri getirebilir misin? Ha!? Onu öldürdün Akın! Ailemden geriye kalan tek kişiydi o!" Akın kapadığı gözlerini açıp derin bir nefes aldı. "Emre'yi ben öldürmedim, intihar etti. Kabullen bunu artık!" Yağız deli gibi başını iki yana salladı ve silahını yine ona doğrulttu. "Yalan! Onu sen öldürdün!" Kendisine doğrultulan silahı umursamayan Akın karşılık verdi: "İster inan ister inanma, suçu benim üzerime yıktılar." Onu dinlemeyen Yağız silahıyla tekrar onun üzerine yürüdüğünde, adamların boşluğunu bulan Akın birden kolunu tutan iki adamı hızla geriye itmiş ve ayağa kalkmıştı. Yanda duran sandalyeyi alıp tereddüt etmeden adamlardan birinin kafasına geçirdiğinde parçalanan sandalye etrafa saçılmış, elinde kalan bir parçayla diğer adamın ensesine vurarak ikisini de aynı anda bayıltmıştı. Fırsattan istifade ederek köşeye dizilmiş sandıkların arkasına gizlenmiştim. Yağız şaşkına dönmüştü, silahını doğrultsa da hareket eden Akın'a nişan alamıyordu. Akın tavandan sarkan zincirlerden birini yakalayıp tezgâhın üzerine çıkarak adamın ayağına doladı. Onu takip eden adam bunun farkında dahi olmadan tezgâhın üzerine çıktı. Akın zincirin diğer kancalı ucunu da yakalayıp atladığı sırada, tezgâhın üzerindeki adam ayağına dolanan zincirle havada asılı kalmıştı. Yere atladığı an diğer adamın bacağına sapladığı kancayı bırakır bırakmaz zincirin diğer ucundaki adamın ağırlığıyla o da havada asılı kalmış, acı çığlığı tüm depoyu inletmişti. Yağız etrafına bakınıp beni aradığında sandıkların arasına biraz daha sokuldum. Küfrederek silahını ateşlediğinde Akın yerine kendi adamını vurmuş, Akın'ı gözden kaybettiği için daha da sinirlenmişti. Bir süre sessizlik oldu. Yalnızca bacağında kancayla havada sallanan adamın iniltisi ve havalandırmanın sesi duyuluyordu. Sinirle sağa sola ateş açan Yağız tüm şarjörü boşaltmıştı. Birbirine vuran boş metal sesi yankılandığında öfkeyle silahını yere atıp cebinden bir çakı çıkarmıştı ki saklandığım yerde beni fark etti. Tüm hıncını benden çıkarmaya niyetliydi. Hızla dönüp bana doğru yürüdüğünde ayağımla sandıkları ittim. Üst üste dizilmiş sandıklar doğruca üzerine yıkılırken geri çekildim. Üzerindeki sandıkları itip ayağa kalkan Yağız, kanayan başını tuttuğunda öfkeden deliye dönmüştü. "Seni lime lime edeceğim!" Kaldırdığı çakıyı tam bana geçireceği sırada ortaya çıkan Akın'ın Yağız'ın koluna geçirdiği tekmeyle ikisi de yere düştü. Yağız var gücüyle Akın'ı tutuyor, yerden kalkmaması için tüm ağırlığını onun üzerine veriyordu. O sırada bayılan adamlardan birinin ayıldığını fark ettiğimde Akın, Yağız'ı üzerinden atmaya çalışıyordu. Adam ayağa kalkmaya çalışırken ne yapacağımı bilemeden bir Akın'a bir adama bakıyordum. Adam eğer Yağız'a yardım ederse Akın ikisiyle baş edemezdi. Akın olmazsa benim de kurtuluşum olmazdı. Yerden çakıyı kaptığım gibi Yağız'ın bacağına sapladım. Acıyla bağıran Yağız dikkatini kaybedip bana döndüğünde Akın bir çırpıda onu üzerinden atmış, ayağa kalkmıştı. Bana bakıp şaşkınca sordu: "Neydi bu?" En az Akın kadar ben de şaşkındım. "Ben de bilmiyorum." Akın'ın kolumdan tutup depodan çıkarken duvardaki düğmeye basmasıyla, deponun kepenkleri kapanmaya başlamıştı. "Yakalayın onları!" İçeriden bağıran Yağız'ı umursamayan Akın yürümeye devam etmiş, kırık kolumdan tuttuğu için canımı acıtmıştı. "Akın..." Akın aldırmayarak yürümeye devam ederken kolumu çekmeye çalıştım. "Akın kolum acıyor." Duraksayan Akın önce bana, sonra alçılı koluma baktığında elini aşağı kaydırıp elimden tuttu ve tekrar arabaya yürümeye devam etti. Arabaya bindiğimizde hızla arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Kafamı geriye yaslayıp ağlamaktan acıyan ve kuruyan boğazımla yutkundum. "Öfkem gözümü boyadı, mantıklı düşünemedim, üzgünüm." "Senden nefret ediyorum." Daha özür dilemesini bile bilmiyordu. Sinirle söylediğim cümlemin ardından yutkundu. "Biliyorum." Benim aksime oldukça sakin ve yumuşak söylemişti bunu. Yüzüne dahi bakmazken sordu: "Neden çıkıp gitmedin?" "Yolu dahi bilmiyorum, nereye gidebilirdim?" Verdiğim cevapla bir süre daha baktı Akın bana. "Ölmemi istemedin." "Alakası yok." Hemen itiraz etmiştim. Gözlerini kısıp bana bakmayı sürdürdüğünde ona kaçamak bir bakış atmıştım ki kendimi tutamayıp hıçkırdım. Akın gülüp yola döndüğünde başını iki yana sallayıp bir şey fısıldadı ama ne dediğini anlamamıştım. Uzun bir süre ne o ne de ben konuşmuştuk. İçimden küçük bir çocuk gibi sürekli ondan nefret ediyorum diye tekrarlayıp duruyordum. Bir gün bu cümlenin ardından hıçkırmak en büyük korkumdu. Bir evin önünde durduğunda Akın bir şey söylemeden arabadan indi. Akın'ın evi olmalıydı. "Neden buradayız?" Akın bana bakarken birkaç adım attım ki gözlerime birden karanlık çöktü. Yere düştüğümü hissederken iki güçlü kol beni yakaladı. Yarı açık gözümle en son gördüğüm, Akın'ın yüzüydü. Kolumda hissettiğim ağrıyla gözlerimi açtığımda yanı başımda oturan Akın'ı gördüm. Kırık kolumu ellerinin arasına almış, elindeki ılık nemli bezle elimdeki kan lekelerini siliyordu. Hissettiğim acıyla kolumu istemsizce çektim. Akın kafasını kaldırıp bana baktığında doğrulmaya çalıştım ama işaret ve orta parmağını alnımın ortasına koymuş, başımı geri itmişti. "Uyu Küçük Yalancı." Elimi ağrıyan başıma götürdüğümde saçlarımın ıslak olduğunu fark ettim. Üzerimdeki kan lekeleri de gitmişti. Akın'a baktığımda o da bana bakmış, sormadığım sorumu yanıtlamıştı âdeta. Derin bir nefes alıp başımı geri yasladım. Ne tartışmaya gücüm ne de bir şey sormaya hevesim vardı. Yatağın üzerinde duran telefonu elime aldığımda benimkinin evde kaldığını hatırlayarak tuş kilidini açtım. Şifre yoktu. Göz ucuyla Akın'a baktığımda beni umursamadan işine devam ediyordu. O sırada telefonu çaldığında bana baktı. "Kim?" Ekrana baktım. "Annen." Muzip bir ifadeyle söylediğim kelimeyle Akın ters ters bana baktığında içten içe gülmüştüm. "Açma." Meşgule attığımda tekrar, bu kez görüntülü aramıştı. Akın telefonu alıp açtığında Esila ablanın sesi duyuldu: "Annem? Neredesin?" Akın telefona bakıp konuştu: "Evdeyim. Bir şey mi oldu?" Esila abla bir çanta gösterdi. "Bak baban ne almış bana." Akın sıkıntıyla bir nefes aldı. "Çok güzelmiş." Esila ablanın çocuksu heyecanı bana teyzemi hatırlatmıştı. Bu kez bir ayakkabı gösterdi. "Bu ayakkabıyla harika olur değil mi?" Akın hiç oralı olmasa da onayladı. "Çok güzel olur." "Dur deneyeceğim." diyerek telefonu bir yere yerleştirmeye çalışan Esila abla çok mutlu görünüyordu. Akın ise sabırla onu bekliyor, sesini çıkarmıyordu. Telefondan gelen hışırtıların ardından topuklu ayakkabıların sesi duyuldu. "Bak nasıl? Uydu mu? Ah keşke bir de buna uygun bir fularım olsaydı."Akın elini çenesine koyup "Hıhı." dediğinde Esila abla sinirle söylendi: "Bir şey söylese ölür, babası kılıklı! Aynı babansın!" Arkadan Sami abinin çaresiz sesi duyuldu: "Ben ne yaptım?" İstemsizce gülümsediğimde Akın yatağa uzanıp bir kolunu başının altına koydu. "Kapatıyorum." "Bekle! Kaç gündür neredesin? Bir annen olduğunu unuttun galiba." Akın annesinin yakınışıyla yarın uğrayacağını söyledi, tam kapatacakken Esila abla tekrar bağırdı: "Dur, yanında biri var! Birinin saçını gördüm!" Akın başını çevirip bana baktığında donup kaldım. Esila ablanın hızla telefonu eline aldığını gördüğümde heyecanı daha da artmıştı. "Kim o? Akın? Kim?" Sessizce sormaya çalışsa da sesi duyuluyordu. Akın muzip bir ifadeyle hafifçe gülerek telefona baktı. "Seni meşgule attığımda ısrarla aramamalısın." Esila abla bir elini ağzına kapatıp gülerken yine sessizce söylendi: "Sami, oğlumuz gey değilmiş bak." Akın'ın muzip gülümsemesi anında silinirken kendimi tutamayıp güldüm. Hemen elimle ağzımı kapatsam da duyulmuş olmalıydı. Akın sinirle bana bakarak telefonu birden bana çevirdi. Kameradan kaçmak için hamle yapmıştım ki Akın beni tutup yanıma uzandı. "Aa Bade sen misin?" Kalkmaya çalıştığımda Akın bana daha çok yaklaştı. "M-merhaba." Zoraki verdiğim selamla Esila ablanın gözleri parlamıştı. "Merhaba canım. Nasılsın?" "Teşekkür ederim iyiyim, siz nasılsınız?" Samimiyetsiz gülüşümle karşılık verirken doğrulduğumda Akın da doğrulmuş, keyifle beni izliyordu. "İyiyim ben de. Rahatsız ettiğim için kusuruma bakma." "Yok ne rahatsızlığı, ben... Yani biz-" Ne diyeceğimi dahi bilmiyordum. "Koluna ne oldu öyle?" Neyse ki dikkati anında dağılabiliyordu. Koluma baktığımda Akın benim yerime konuştu: "Merdivenlerden düştü." Esila abla elini göğsüne bastırıp cıkladı. "Ah yavrum dikkat edin inip çıkarken." Birden aklına gelen fikirle devam etti: "Sana bi' kelle paça yapalım. Hemen iyileşirsin." Akın oldukça eğleniyor görünüyordu. Gülümsemeye çalışıp teşekkür ettim. "Zahmet etmeyin hiç gerek yok. Ben öyle şeyler içemem zaten." Israr etmese de pek ikna olmuşa benzemiyordu. "Çok geçmiş olsun." Tekrar teşekkür ettiğimde nihayet telefonu kapatmıştı. "Bu kadını hak etmiyorsun." Akın bana bakmadan yatağından kalktı. "Biliyorum. Ama o beni hak ediyor." Kendinden emin sözlerine alayla gülerken komodinin üzerinde duran kar küresine uzanıp aldım. Altındaki tuşa bastığımda tatlı bir melodi odayı doldurmuştu. Hoşuma giden melodiyi dinlerken birden elimden kayıp yüzüme düşen kar küresiyle acıyla bağırdım: "Aah! O en sevdiğim yüzümdü!" Akın bana bakıp gülerek ayağa kalktı. Masanın üzerinde duran poşeti ters çevirip içindekileri masaya döktü. Bir enjeksiyon ve içi ilaç dolu ampulü elinde aldığında doğruldum. Akın'la göz göze geldiğimizde birkaç saniye sessizlik oldu. "İşimi zorlaştırma." demesiyle yataktan fırlayıp ona baktım. "Tamam okuluna gitmiş olabilirsin ama mezun dahi olmadın. Felç kalmaya niyetim yok." Akın yatağın diğer ucundan beni dinlemişti. "İğne yapabilecek kadar eğitim aldım." Bana doğru yürüdüğünde yatağın etrafında dolandım. "İyi de ne gerek var?" Akın derin bir nefes aldı. "Ağrı kesici sadece." Omuzlarımı silktim. "İlacını içebilirim. Neden iğne olayım?" "İlaçtan daha etkili de ondan." Tekrar yürümeye başlamıştı ki geriledim. "Bir tane iğne ne işe yarayacak?" "Bir tane olduğunu kim söyledi?" Diğer elindeki şırıngayı da gösterdiğinde gözlerim irice açılmıştı. "O niye?" Akın kolumu gösterdi. "Kolun için." Kafamı hayır anlamında sallayıp cıkladım. Kapı karşıda kaldığı için dışarı çıkamazdım. Hemen tekrar yatağa çıkıp ayağa kalktım. Akın sağa doğru geldiğinde sola kaçıyor sola doğru geldiğinde sağa kaçıyordum. Hızla kapıya ulaşıp dışarı çıktım ve koridorda koşmaya başladım. Arkama baktığımda Akın yoktu. Sevinirken sert bir şeye çarpmamla sendeleyip geri geri gittim. Başımı ovuşturarak kapıya sinirle tekme attım. Kapının ortası kırılıp bacağım içine girince şaşkınca kapıya bakakaldım. Gözüme çarpan büyük dolabın içine saklandığımda yaklaşık iki dakika geçmişti ki dolabın kapağının açılmasıyla şaşkınca Akın'a baktım. Beni eliyle koymuş gibi bulmuştu. "Nasıl? Nasıl buldun beni?" Akın belimden tutarak beni leğen misali taşımaya başladı. "Hayır Akın istemiyorum!" Kapının yanından tutup beni götürmesini engellediğimde Akın beni sertçe çekince elim kaydı. Biraz ilerlemişti ki kırdığım kapının önünde durdu. Bana bakınca gülmeye çalıştım. "Aa... Ne olmuş buna böyle?" deyip hıçkırdım. Akın sıkıntıyla nefes alarak odaya girip beni yatağa bıraktı. İğneyi tekrar eline aldığında korkulu gözlerime bakarak konuştu: "Direnirsen annem sana zorla kelle paça içirir." Çırpınmayı aniden kestiğimde kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Bana neler içirdi bir bilsen..." Öyle bir şey içmeye hiç niyetim yoktu. Sonunda iğneye razı olup sesimi çıkarmadım. Yine de tenine batan ince bir metalin olduğunu bilmek, insanın içinde bir ürperti uyandırıyordu. "Bitti." Hissetmemiştim bile. Doğrulup ona baktım. "Demek nazik olabiliyorsun." Akın bana öylesine bir bakış atıp şırıngaları çöpe attı. "Yeri geldiğinde evet." Ardından devam etti: "Biraz uyu." Başımı iki yana sallayarak "Hayır, eve gitsem iyi olur." dediğimde Akın ellerini göğsünde birleştirdi ve kaşlarını kaldırdı. "O kanlar içinde ağlayan bebeklerle mi uyumak istiyorsun?" Yutkundum. Elbette istemiyordum. O sırada çalan kapıyla Akın odadan çıktı. Ben de onun peşinden gittiğimde kapıyı açtı. Elinde valizle Akın'ın önünden geçip içeri giren Emir, peşinden gelen Ceyda ve Berke'ye bakıp söylendi: "Ne koydun bunun içine Ceyda?" Ceyda göz devirip içeri girdi. Ben gülerek kaşlarımı kaldırdım. "Buraya mı taşınıyorsun Emir?" "Hayır güzelim, ben değil sen taşınıyorsun." deyince aniden ona döndüm. "Ne?" Emir yanağımdan makas aldı ve göz kırptı. Berke de selam vererek içeri girip Emir'i takip etti. Arkalarından öylece bakakalmıştım. Emir, Akın'a dönerek sordu: "Bunu nereye bırakayım?" Akın yukarıyı gösterdiğinde Emir derin bir nefes alarak yukarı çıkmaya başladı. Şaşkınlıkla Akın'a dönüp sordum: "Bir dakika, neler oluyor?" "Evinde Yağız'ın seni öldürmesini beklemek istiyorsan gidebilirsin." "Teyzemde kalabilirim." Akın arkasına yaslanıp göz ucuyla bana baktı. "Teyzeni de mi bu işe bulaştırmak istiyorsun?" Çaresiz kalışım sinirlerimi bozarken gülerek başımı yukarı kaldırdım, Yaradan'a "neden?" dercesine. O sırada yukarıdan inen Emir gülerek sordu: "Akın, banyonun kapısına ne oldu? Kırılmamış, içine göçmüş resmen." Akın'la göz göze geldiğimizde telefonunu çıkarıp Emir'e gel işareti yaptı. Emir merakla yürürken diğerleri de Akın'ın başına toplandı. Ben de gidip Akın'ın ne yapmaya çalıştığına baktım. Bir video açtığında herkes susup izlemeye başladı. Bu bir kamera kaydıydı. Yukarı koridoru gösteriyordu. Koridorun başındaki odadan fırlayıp kameraya doğru hızla koşuyordum. Gözlerim kocaman olurken telefonu almaya çalıştım. "Akın, hayır! Bunu kaydetmiş olamazsın!" Akın telefonu benden kaçırdığında Berke gülerek beni tutmuştu. "Bunu kesinlikle izlemek istiyorum." Berke'den kurtulmaya çalışırken Emir de bağırmamam için ağzımı kapatmıştı. Herkes hevesle tekrar izlemeye koyuldu. Ben odadan çıkıp koşmaya başladım. Arkama bakarak koştuğum için önümdeki kapıyı görmeyip kapıya gürültüyle girdiğimde birkaç adım geri gitmiştim. Kafamı ovuşturarak birden kapıya tekme attığımda gürültüyle ayağım içeri girdi. Olayın şokuyla etrafa bakındım. Sonra ayağımı zorla kapıdan çıkarıp yere eğildim. Kapının kırığından içeri baktıktan sonra elimle başıma vurup hızla ayağa kalktım. Geldiğim yöne doğru koşmaya başladığımda ters yöne koşmam gerektiğini hatırlayarak geri dönmüştüm. Koridorun sonundaki odaya girdim. İçerisi videoda gözükmüyordu. Bir süre sonra Akın koridorun başında belirdi. Hızla ilerlerken kırılmış kapıya kısa bir bakış attı. Ardından benim girdiğim odaya girdi. Akın beni kucağına almış kapıdan çıkarken ben elimle kapının yanına tutunmuştum. Akın ilerleyemeyince dönüp baktı. Sonra hızla beni çektiğinde ellerim kaydı. Akın ilerlerken ben bağırmaya başladım: "Akın! Hayır! İstemiyorum!" Derken Akın kırık kapının önünde durdu. Bana bakınca sırıtıp "Ne olmuş buna böyle?" deyip hıçkırdım. Bunları izleyen diğer dördü gülmekten karınlarını tutuyordu. Akın beni tekrar odaya soktuğunda kamera kaydı bitti. Emir kahkahasını sürdürürken saçlarımı karıştırdı. "İyi ki varsın Bade." Samimi gülüşüyle ve şefkat dolu bakışlarıyla bana bakmıştı. İçim istemsizce sıcacık olmuş, onları güldürdüğüm için biraz olsun mutlu olmuştum. Ceyda ayıp olmasından korkarak gülmemeye çalışsa da kendini pek tutamıyordu. Berke ise alınıp gücenmem hiç umurunda değilmiş gibi kahkahalarla gülüyor, benimle dalga geçiyordu. Emir'in patlayan dudağı acımış olmalı ki gülmeyi kesip ağzını tuttu. Bunu fark eden Akın kolunu onun omzuna atıp kendine çekerek "Üzgünüm," dedi. Emir ise gülüyor, "Kardeşler arasında olur böyle şeyler," diyerek Akın'a sarılıyordu. Her ne olursa olsun birbirlerine karşı bu kadar yapıcı ve affedici olmaları beni şaşırtıyordu. Yaptıkları yanlış da olsa birbirlerinin arkasını kollamayı çok iyi biliyorlardı. Diğer koluyla da Berke'yi tutup kendine çeken Akın onun saçlarını karıştırmış, yüzündeki gülümsemeyle çekinmeden sevgisini göstermişti. "Abi yaa..." diye sızlanıp saçını düzelten Berke içten içe gülerken, Ceyda ışıl ışıl gözleriyle onları izliyordu. Ceyda bana yaklaşıp elini belime attı ve başını omzuma yasladı. "Hiç büyümeyecekler." dediğinde gülümsemiştim. Emir bana bakarak "Bir keresinde ben de..." diye başlayan cümlesiyle anılarını anlatmaya başlamış, ardı ardına açılan konu ve sohbetle bir anlığına olsun yaşananları unutturmuştu. Ceyda'nın getirdiği yemekleri yedikten sonra herkes bir köşede uyuklamaya başlamıştı. Saat daha akşam dördü bulmamıştı ama geceden beri ayaktaydık. Ceyda ellerini çırpıp dikkatleri üzerine topladı. "Hadi bakalım gidelim artık. Hepiniz ayakta uyuyorsunuz."Emir ve Berke esneyerek ayağa kalktıktan sonra yavaş yavaş toparlanıp gitmişlerdi. Akın başını koltuğa yaslayıp ayaklarını uzattı. Uzun bir süre gözlerini kapatmış, hareket etmeden öylece kalmıştı. Varlığımı unutmuş gibiydi. Birden karnının guruldamasıyla elini karnına götürdüğünde gözlerini açıp bana baktı. Kısa ve net bir şekilde "Acıktım." dediğinde gülmüştüm. Sabah uyandığımda aşağıda koltuğun üzerinde uyuyakaldığımı fark etmiştim. Bir süre daha gözlerimi kapatıp öylece uzanmış, kalkmak istememiştim. Hareketli geçen günlerin ardından vücudum doğal olarak uyku istiyordu. Tekrar uykuya dalacağım sırada telefonumun zil sesini duymamla gözlerimi açtım ve etrafa bakındım. Dün Ceyda'nın getirdiği çantamdan geliyordu ses. Ayağa kalkıp çantamı karıştırmaya başladım. Telefonumu bulduğumda ekrana baktım. Teyzem arıyordu. "Alo, Bade kızım nasılsın?" "Aynı teyze, siz?" "Biz de tatlım. Nerelerdesin, kaç gündür aramıyorsun?" Koltuğa oturup esnedim. "Fırsatım olmadı pek. Bir şey mi oldu?" Teyzem bir şeyle uğraşıyor olmalıydı ki dikkatini söylediklerime pek vermiyordu. "Yok, bir şey olmadı. Aslında sana bir teklifim var." "Ne geçiyor aklından?" "Aslında daha önce söyleyecektim ama unuttum. Başvurduğumuz vizeler sonunda çıkmış. Eniştenle birkaç haftalığına İngiltere'ye gitsek fena olmaz diye düşündük. Ne dersin?" "Bilmiyorum ki... Biraz düşünsem?" "Düşün bakalım. Haber verirsin sonra." "Tamamdır, görüşürüz." "Kendine iyi bak." Biraz buradan uzaklaşıp kafa dağıtmak iyi olabilirdi. Akın'a sormak için ayaklandım. Yukarı çıkıp odasının kapısını tıklattım. İçeriden ses gelmiyordu. Kapıyı açıp kafamı içeri uzattığımda içeride görünmüyordu. "Akın?" diye seslenip banyonun kapısını da tıklattığımda yine ses gelmedi. Aşağı inip mutfağa girdiğim sırada camdan bahçede oturduğunu görmüştüm. Bahçeye açılan kapıdan dışarı çıktığımda, serin havaya rağmen neden dışarıda olduğunu anlayamamıştım. Soğuk içimi titretirken ona yaklaştım. Önünde bir bilgisayar, elinde kâğıtlarla bir şey yapıyordu. Yanında dikildiğimi fark edince bana döndü. "Teyzem aradı..." diyerek direkt cümleye başladığımda Akın devam etmemi ister gibi baktı. "İngiltere'ye gideceklerini söyledi. Ben de buradan bir süre uzaklaşırsam iyi gelir diye düşündüm." Neredeyse bir haftadır buradaydım. Akın genelde evde olsa da bir ruhtan farksızdı. Ses çıkarmıyor, beni rahatsız etmemek için yanımda dahi durmuyordu. Birbirimizi yemek saatleri dışında pek görmüyorduk. Yine de o geceden beri uyurken kâbuslar görüyor, bazen çığlık çığlığa uyanıyordum. O zamanlarda Akın beni sakinleştirmesini iyi biliyor, istemsizce varlığı bana tehlikeden çok güven veriyordu. Akın bir süre düşündü. "İyi olacak mısın?" "Buradan daha iyi olacağıma eminim." Geriye yaslanıp başını salladı. "Nasıl istersen." Ben de başımı sallayıp geri döndüm. Birkaç adım attıktan sonra duraksayıp ona baktım. "Hava soğuk, üşüteceksin." Sözlerimle bana dönmüş, birkaç saniye sessiz kalmıştı. "Birazdan içeri geçerim." "Peki..." diyerek uzaklaştığımda koşar adımlarla içeri geçtim. Neden işine karıştım ki? İsterse zatürre olsun. Son zamanlarda yaptıklarımla düşündüklerim arasında fazlasıyla çelişiyordum. Bu beni rahatsız ediyordu. Düşünmeyi kesip telefonu elime aldım ve tekrar teyzemi arayıp geleceğimi söyledim. Geleceğim için çok mutlu olmuş, yaptığı planları teker teker heyecanla bana anlatmıştı. Ceyda'nın buraya getirdiği eşyalarla gitsem yeterli olurdu sanırım. Yukarı çıkıp odaya girdim. Akın burada kaldığım süre boyunca kalabileceğim küçük bir oda ayırmıştı bana. Günümün çoğunu burada geçiriyor, fazla dışarı çıkmıyordum. Oturup valizimi baştan düzenlerken odanın kapısının tıklatıldığını duydum. Akın elinde iki tabak dolusu makarnayla içeri girdiğinde birini benim yanıma koymuş, diğerini de küçük çalışma masasının üzerine koyup sandalyeye oturmuştu. Önce makarnaya, sonra ona baktığımda makarnasına bir çatal batırdı. "En iyi yaptığım yemek bu. Benim spesiyal tarifim." "Salçalı makarna mı?" Akın kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Olamaz mı?" Bir şey söylemeden bir çatal batırıp makarnayı ağzıma attım. Kötü değildi. Sadece biraz tuzluydu. "Teşekkür ederim." dedim, cevap vermeden karnını doyurup benim toparlanışımı izlemişti. "Biletin saat kaçta?" Sorduğu soruyla ağzımdaki makarnayı yutup ona döndüm. "Teyzem sabah altıda havaalanında olmamı söyledi." "Erken çıkmamız gerek. Havaalanı buraya uzak." "Alarm kurarım." Akın boş tabakları alıp odadan çıktı. Ben de valizi hazırlamayı bitirmiş, kalan zamanımı değerlendirmek için Ceyda'nın düşünüp koyduğu birkaç ders kitabını alarak masaya oturmuştum. Günlerdir okula gitmiyordum. Derslerden kopmaya başlamış, gittikçe gerilemiştim. İçimi saran stresle kitapları karıştırdım. Gidip gitmemek arasında ikilemde kalmıştım. Ama burada daha fazla sığıntı gibi yaşamak da istemiyordum. Gitmek en iyisiydi. Gece yarısına varmadan çalışmayı bırakmış, erken kalkacağım için erkenden uyumak istemiştim. Alarmı gece dörde kurup yatağa girdiğimde, olanları unutup bu tatil ile güzel bir başlangıç yapmak için kendime söz vermiştim. Gece yarısı yine bir kâbusla uyanmıştım. Çığlığımla koşup gelen Akın, odaya girer girmez lambayı açıp bana baktı. Yaşlı gözlerimi ona çevirdim. Saçı başı dağılmış, uykudan uyanmıştı. "Bebekler..." diyebildim yalnızca. Gözlerimi kapattığım an rüyamda o geceki bebekleri görüyordum. Başta sık sık görsem de son iki gündür görmemiş, rahat bir uyku çekmiştim aslında. Derin bir nefes alıp bir şey söylemeden yanıma geldi. Yatağa uzanıp beni kollarının arasına aldığında şaşkınlıkla öylece kalmıştım. Kafamı göğsüne bastırdığında uykulu sesiyle konuştu: "Kıpırdama. Sarılınca geçer diyen sen değil miydin?" Kolumu kendi bedenine koyduğunda ona sarılmamı sağlamış, elini saçlarıma daldırmıştı. Sesimi çıkarmadan öylece kaldım bir süre. Sakinleşmem gerekirken kalbim hızlanmıştı. Ondan korktuğum için miydi? Nasıl bu kadar sıcaktı vücudu? Kokusu bu kadar güzel miydi? Gittikçe heyecanlanmış, vücudum bir kor misali yanmaya başlamıştı. Uzun süre öylece kaldım. Akın ise bölünen uykusuna kısa sürede geri dönmüş, beni sararak uyumuştu. Gittikçe durgunlaşan kalbimin ardından bir huzur çöktü üzerime. Zor zamanlarda birinin varlığını hissetmek insanı rahatlatırdı. Belki de ondandı güvende hissedişim. Alarm çalana dek ikimiz de deliksiz uyumuş olmalıydık ki hareket dahi etmemiş, uyuduğumuz gibi uyanmıştık. Ben doğrulup alarmı kapattığımda Akın uyanmakta güçlük çekmiş, bir süre öylece yatmıştı. Kalkıp lavaboya girdiğimde elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Benim de oldukça uykum vardı. Tekrar içeri girdiğimde Akın yatağın ucunda oturmuş, saçlarını karıştırarak bana bakmıştı. Üzerini giyineceğini söyleyerek odasına döndüğünde ben de hemen hazırlanmış, valizimi sürükleyerek koridora çıkarmıştım. Akın da hazırlandıktan sonra dışarı çıktık. Hava hâlâ karanlık ve soğuktu. Valizimi bagaja yerleştiren Akın etrafa bir göz attıktan sonra arabaya binmemi beklemiş, benim ardımdan da o binmişti. Soğuk arabada titreyerek ısınmaya çalıştım. Kısa süre sonra araba ısınmış, havaalanına gidene dek iyice mayışmıştım. Yol boyu ikimiz de pek konuşmadık. Akın yalnızca kahvaltı yapmak isteyip istemediğimi sormuştu. Teyzemlerle birlikte yapacağımı söylediğimde itiraz etmemişti. Havaalanına geldiğimizde arabayı durdurdu. Bagajdan valizimi indirdiğinde içeri yürümeye niyetlenmişti ki onu durdurdum. "Teşekkür ederim. Ağır değil zaten, ben hallederim." Akın valizi bıraktığında geri çekilip bana baktı. Huzursuz görünüyordu. Onu rahatsız eden bir şey vardı belli ki. "Dikkat et, kremlerini sürmeyi ihmal etme. Kolunu da zorlama." "Tamam, hoşça kal." diyerek el salladığımda başını sallamakla yetinmiş, tekrar arabasına binmişti. Ben de valizimi sürükleyerek havaalanının kapısından içeri girmiştim. Birkaç adım atıp duraksadım. Kalabalığın arasında öylece yalnız kaldığımı bilmek beni korkutmuştu. Birden tüm hevesim kaçtı. Gitmek istemiyordum. Birkaç adım daha atıp yine duraksadım. Ve aniden aldığım kararla gitmekten vazgeçerek geri döndüm. Kapıdan çıkıp dışarıya baktığımda Akın çoktan gitmişti. Telefonumu çıkarıp teyzemi aradım. "Efendim kuzum." "Alo teyze. Ben vazgeçtim gelmeyeceğim." "Neden, bir sorun mu var?" "Hayır, sadece pek keyfim yok. Nedense gelmek istemiyorum." "Kafan dağılır biraz, kız kıza takılırız, eğleniri-" "Teyze gerçekten gelmek istemiyorum." Teyzem derin bir nefes aldı. Üzüldüğünü hissedebiliyordum. "Peki, nasıl istersen." "Görüşürüz." "Öptüm." Telefonu kapatıp Akın fazla uzaklaşmadan onu aramak istedim ama numarasının olmadığını hatırlayınca telefonu cebime atmış, yürümeye başlamıştım. Buralarda bir yerlerde durak olmalıydı. Etraf hâlâ karanlık olduğundan nerede olduğumu anlamakta güçlük çekiyordum. Bir süre ilerlediğimde nihayet durağı bulmuştum. O sırada gelen otobüs duraktaki tüm yolcuları alıp götürürken koşsam da yetişememiştim. Bomboş kalan durağa oturduğumda saate bakıp beklemeye başladım: 06.17 Bir süre sonra elleri ceplerinde bir adam geldi durağa. Benim aksime oturmamış, sırtını bir film afişi asılı reklam panosuna yaslamıştı. Üzerinde bir kot pantolon, ince bir kapüşonlu vardı. Üşüdüğü, omuzlarına çektiği kafasından anlaşılıyordu. Kafasına geçirdiği bereyi düzeltip ısınmak için ellerine üfledi. Sık sık hareket ediyor, ara sıra yolun sonuna bakıyordu. Aradan biraz zaman geçtiğinde ileriden yaklaşan bir ışık göründü. Ayağa kalkıp otobüs mü değil mi anlamaya çalışırken, yaklaştıkça araba olduğunu fark etmiştim. Durağın önünde durduğunda içgüdüyle geri geri çekilmiştim ki arabanın kapısı açılmış, siyah şapkalı bir adam inmişti. Birden arkamdan biri sarıldığında hemen ağzım kapanmış, önümdeki şapkalı adamsa ona yardım etmişti. Direnip bağırmaya çalıştığımda gözüm duraktaki adamı aramıştı. Ağzımı kapatanın o olduğunu fark ettiğimde zorla arabaya bindirilmiştim bile. Şapkalı adam elindeki bezi burnuma dayadığında burnuma dolan iğrenç koku görüşümü bulanıklaştırmış, bilincimi yitirmiştim.

"Merhaba Küçük Yalancı."

BÖLÜM SONU.

KÜÇÜK YALANCI (DOKUZ YAYINLARI İLE RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin