11.Bölüm- Ölüm

1.3K 73 24
                                    

Not: Arkadaşlar, bölümü bir gün geç yayımlamak zorunda kaldım. Bu yüzden sizden özür dilerim. Dün tam yayımlayacağım sırada, kötü bir haber aldım. O yüzden yayımlayamadım. Neyse ki kötü haber, sonradan iyi bir habere döndü :)) Bölüme gelince... İnşallah beğenirsiniz. Yorumlarınızı esirgemeyin çünkü bu bölümde tereddütte kaldım. Yorum fazlalığı için demiyorum yanlış anlamayın, isterseniz özelden de fikrinizi yazabilirsiniz. Neyse çok konuştum :) İyiii okumalarr :)


Ölüm, ne zaman geleceği belli olmayan bir şeydi. Ölüm bazıları için bir kurtuluş, bazıları için kaybedişti. Ölmeden önce yapabileceğim en güzel şeydi, okyanuslarına bakmak. Belki de bir okyanusa atılmalıydı cesedim. Yada o uçsuz bucaksız okyanus gözlere bakarak ölmeliydim. Zaten her baktığımda, ölüyordum ben.

Ölmek yakışır mıydı bana? Yada ölünce huzura kavuşur muydum? Annem öldüğümde ağlar mıydı? Annem yokluğuma ağlar mıydı... Sahi, ben ölsem kaç kişi üzülürdü. Sayabileceğim kadar azdı. Hatta şöyle bir düşününce, üzülen kimse olmazdı. Beni tek seven adamı kaybedeli, az zaman olmuştu. Babam, ağlardı. Ondan başka kimse sevmemişti beni.

Annem, anlamlandıramadığım bir biçimde benden tiksiniyordu.

Ezra, beni tam sırtımdan vurmuştu. Ama gerçekten, güzel kazıktı. Atlatması zordu.

Aras, güzel intikamı için beni kullanıyordu.

Giray... Siyahın giydiği çocuk. O, bana zarar vermek için vardı. Belki o üzülürdü, çünkü o adamlar yüzünden ölmüş olabilirdim. Çünkü Giray Tekin'e göre, bana sadece o zarar verebilir, o öldürebilirdi. Çünkü anlayamadığım bir şekilde onun görevi, bana zarar vermekti.

Acı, acı benliğimdeydi. Ense kökümden girip tüm vücuduma yayılıyordu. Gözlerimi birkaç kez açıp kapattım. Kendime gelmekte güçlük çekiyordum. Gözlerimi kısık bir şekilde açtığımda yüzüme üst pencereden sızan güneş ışığı çarptı. Yorgun bakışlarımı çevremde gezdirdim. Küçük bir depoya benziyordu. Yerimden kalkmak için harekete geçtiğimde, ellerimin ve ayaklarımın bağlı olduğunu fark ettim. Oturduğum sandalyede rahatsızca kıpırdanırken ense köküme tekrar ağrı girdi.

''Ah!' acıyla inlediğimde acıdan öleceğim sandım.

Bir dakika!

Silah sesi...

Ben vurulmamış mıydım?

Bakışlarımı hızla üzerimde gezdirdim ama ensemdeki acıdan başka bir şey hissetmiyordum.

Burası neresiydi böyle? Ve asıl soru kim benden ne isteyebilirdi? Başımın üstünde bir ampul yandı birden. Giray... Giray bana bunu yapmış olabilir miydi? Bu kadarını yapar mıydı gerçekten. Ah hayır aptal, o onların sana vurmasına izin verir mi? Sadece o zarar verebilir sana, unuttun mu?

Bu sefer kalbimin sesiyle kendime geldim. Giray böyle bir şeye izin vermezdi. Bunu yapacak olan oysa, o vurmalıydı. Çünkü ben onun zarar verme göreviydim. Bu tam olarak böyleydi.

Demir kapının açılmaya başlayan seslerini duyunca başımı hemen kapıya çevirdim. İçeri, oldukça şık giyinimli, hafif beyaz saçlı, uzun boylu ve yapılı bir adam girdi. Gözleri, elaydı ve oldukça biçimli kaşları vardı. 40 lı yaşlarda olduğuna yemin edebilirdim. En az 40 gösteriyordu. Gözlerini bana çevirdi ve aşağılayıcı bir bakış attı. Sonra birkaç odunun bulunduğu yerde duran sandalyeyi çekti ve ters çevirerek önüme oturdu. Öfkeli bakışlarımla ona bakarken onunda yüzüne tükürmek istiyordum. Beni tükürüğüm için dövebilirdi, evet yapabilirdi. Bunu burada olma sebebimi öğrendikten sonra yapacaktım.

SİYAHIN SEN TONUOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz