8.Bölüm-İsimsiz ile Midye

1.3K 72 35
                                    


Yaptığım anlaşmanın ağırlığı omuzlarımda, otele doğru ağır adımlarla ilerliyordum. Önüme bakarak yürüsem de, birkaç kişiye çarptım. Onlar bilerek yaptığımı sanarak homurdanmışlardı ama ben gerçekten onları görmüyordum. Giray Tekin'i kendime aşık edecektim. Soyadını Arastan öğrenmiştim. İsmini tamamlar nitelikteydi. Pürüzsüz ve güzel, Giray Tekin. Bu iki kelime gözümde çığ gibi büyüyordu. Üzerime yıkılacak diye korkuyordum. Ben resmen Giray Tekin'i kendime aşık edecektim. Bu cümleyi her söylediğimde kalbim gülümseyerek sevinçle ellerini çırpıyordu, beynimde ona gözlerini devirip, bana bakarak başını iki yana sallıyordu. Giray, bana aşık olabilir miydi? Gerçekten böyle bir şeyin imkanı var mıydı? Ben onun için gece yarısı karşılaştığı, suçuna ortak olan, boynuna bıçak dayadığı ve neredeyse tecavüzüne sebep olacağı değersiz, saçma bir insandım. Yani bana aşık olma ihtimali yüzde 0 bile değildi. Aras'a göre bu olmayacak bir şey değildi. Tam tersine aşık olacağı bir kızdım. Ama böyle şeyler genelde hikayelerde ve dizilerde olurdu öyle değil mi? Çocuk ona soğuk gelen kıza anlamsız bir şekilde kafayı takar ve sonunda aşık olur. Biz ne bir hikayenin iki başrolüydük nede pembe bir dizinin... Yani imkansızdık. Bir elmanın iki yarısı olamayacak kadar pürüzlüydü birleşmemiz. Tam olamazdık, tamamlayamazdık. Birbirimize biraz benzer yönlerimizi görmüş olsam bile, o bir adama acımazsızca bıçağı saplayabilecek biriydi. Ve ben onun ağına düşmüş olan bir zavallıydım. İşine burnunu sokan, aniden beliren ve görgü tanığı niteliğinde bir zavallı. Giray böyle birine aşık olabilir miydi? Asıl soru, neden kalbim bu kadar istekliydi.

*

Odaya girdiğimde kapıyı sertçe kapattım. Annemin duymasını isteyerek, gelip bana baksın, iyi miyim diye sorsun diye, kasıtlı olarak yapmıştım. Başka kızlar bunu atar kategorisinde yapardı ama benimki ilgi bekleyen bir kız çocuğu bölümdeydi. Annemle aynı odada yatsakta, benim odam dediğim iki ayrı yataklı odaya girdim. Annem yerde oturmuş, kolinin içinde ki eşyalarını çıkarıyordu. Eskişehirdeyken ikimizde bir koli yapmıştık, değerli eşyalarımız için. Gözlerini bana çevirdi ve kaşlarını çattı.

''Neredesin sen kızım?'' Gözlerimi devirme isteğiyle dolup taşsam da kendimi tuttum ve ifadesiz bakışlarımı ona gönderdim.

''Ne o? Beni merak mı ettin?'' Gülümsedim ama neşeden uzak bir gülümseyişti benim için. Acılı bir gülüş. Gözlerini gözlerime dikti ve derin bir nefes aldı.

''Tabii ki ettim Duru. Sadece arayıp daha fazla sinirlendirmek istemedim.'' Kapıya yaslandım ve kollarımı göğsümde bağladım.

''Çok şanslıyım, annem çok düşünceli.'' Gözlerini devirdi ve koliden kitaplarını çıkardı.

''Gösteremesem de öyleyim.'' diye mırıldandı.

''Beni merak ettin ama kalkıp bir sarılmadın bile, kalbimi kırdığın halde hala oturduğun yerden benimle konuşuyorsun. Umurunda değilim ve lütfen umurundaymışım gibi davranma. Midem bulanıyor.'' Gözlerini bana çevirdi ve ayağa kalkmak için harekete geçti. ''Sakın.'' dedim aynı saniyede. Bu onu durdurmaya yetmişti. ''Sakın yapma.''

''Tamam Duru inadın sende kalsın. Kolide ki ihtiyacın olacak eşyalarını çıkar.'' Başımla onayladım ve kendi kolime doğru ilerledim. Yere bağdaş kurarak oturdum ve çokta büyük olmayan koliyi kendime çektim. Bir kutu geçti elime. Kucağıma koydum ve kutuyu açtım. Küçük, ama bir o kadar büyük olan anılarım vardı. Babamın aldığı kolyeyi yerleştirdim parmaklarıma. Son doğum günümde almıştı. Ucunda kelebek olan naif bir parçaydı. Kelebeğim derdi babam bana hep. Kelebek olmasının bir sebebi de buydu aslında. Kolyeyi bir çırpıda boynuma taktım ve tekrar parmaklarımın arasına alarak gülümsedim. Ağlama isteğimi geri iterek, kutuya bakmaya devam ettim. Gözüm bir bilekliğe çarptı. Bir süre hatırlamak için, üstünde tek bir deniz kabuğu bulunan bilekliğe baktım. Hatırladığımda gözlerim açıldı. Tabii ya nasıl unutmuştum. Balıkesir ören tatil köyüne gitmiştik. Orada bir çocukla tanışmıştım, adını bilmediğim, sürekli gülümseyen, yüzü güzel bir çocuktu. Arkadaşına atması gereken suyu yanlışlıkla bana atınca çocukça bir tartışmaya girmiştik. Sonra bana bu bilekliği yaparak özür dilemişti. Bende gülümseyerek onu affetmiştim. Adını sorduğumda, 'Ne ben senin ismini bileyim, ne de sen benim. İleride karşılaşırsak, birbirimizi anılarımızdan hatırlayalım.' demişti. Ben ona 'isimsiz' diye hitap etmiştim. Oda bana 'midye' demişti. Neden midye dediğini sorduğumda, 'Bu hayatta en sevdiğim şey midye. O yüzden sana midye diyorum.' Demişti. Nedense bu açıklaması kendimi önemli hissetmemi sağlamıştı. Saçma ama bir o kadarda heyecanlı bir fikirdi onunkisi. Bir haftayı beraber geçirmiştik. Beraber denize girip, Ören'in çarşısını beraber gezmiştik. O Balıkesir'de yaşadığı için, oranın yerlisiydi. Gideceğim zaman, 'Ağlamayacağım, çünkü seni bir daha göreceğim.' demişti. Yanağımdan öptüğünde kalbim ölecekmişim gibi atmıştı. Arabaya bindik ve arka camdan ona bakmaya başladım. İsmini bilmediğim çocuk, elinin tersiyle göz yaşlarını siliyordu. El salladım ve onun verdiği sözü ben tuttum. Ağlamayacaktım, çünkü o ağladığı için beni göremeyecekti. Ben ağlamadığım için onu görebilecektim. Diyorum ya, çocuktuk işte. Saçma inanışlarımız vardı. Belki rastladım o gözleri yaşlı çocuğa. Belki bir gün yanımdan geçti. Hiç fark etmedik birbirimizi. Çok dua etmiştim, onu bir daha görebilmek için. 9 yaşındaydım. 8 yıl öncede olsa, hala yüz hatlarını, gülüşünü, masum öpücüğünü unutmam. Gülümseyerek anılarımdan sıyrıldım ve bilekliği bileğime taktım. Kutuyu tekrar kolinin içine koydum. Pijamalarımı giydim ve yatağa sırt üstü yattım.

SİYAHIN SEN TONUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin