Bölüm 7: "SADAKAT"

5.8K 198 79
                                    

Kitabın en güzel bölümü. Sevgilerle.

-

Şimşek çakınca bu aralar çok ürkek olduğumdan battaniyeye bir kez daha sarıldım. Sevinç Teyze uyumadığım için beni öldürecekti ama iki hafta önce yaptığım delilik, benden uykularımı çalıyordu.

Ilık sütümü pencerenin kenarına bıraktım ve ahşap sandalyede doğruldum. Pencereden dışarıya baktığımda yağmur tüm Bornova'yı kaplamıştı. Ankara Caddesi Mart yağmuruyla Şubat'ın miras bıraktığı tüm pisliklerinden yıkanıyormuş gibiydi.

İki hafta geçmişti ve Doğukan'la hiç karşılaşmamıştım, gerçekten de Atina'daydı. Attığım her adım diken üzerinde yürümekten farksızdı, yalnızken, odamın duvarlarına sırtımı yaslayıp otururken bile gri gözlerin beni duvarların ardından izlediğini hissediyordum.

Beni ben yapan acıları ona anlattığım için gerçekten pişmanlık duyuyor muydum yoksa beni artık kaçışım yokmuş gibi tanıdığı için utanıyor muydum? Kendimi çıkmazı olmayan bir yola sokmuş çaresiz gölgemi izliyordum. Soruları ve cevabı unutuyor kendimi geçmişe bırakıyordum. En kötüsü de hala iliklerime kadar hatırladığım gibi hissediyordum.

Farklıydım, çocukken bile. Sitede diğer çocuklar oyun grupları kurarken uzaktaki bir banka oturur onları izlerdim, Sena, üvey kuzenim Nevra ve Ümit dışında çocukluk arkadaşım yoktu.

Bir gün onlarla oynamaya karar vermiştim. Oyun grubuyla ip atlarken ayakkabımın bağcığı takıldığı için düşmüştüm ve çocuklar oyunu bozduğumu düşündüğü için dışlanmıştım. Beni birkaç tanesi iteklerken henüz bir arsadan ibaret olan kumlu, taşların olduğu araziye düşmüştüm. Derin bir yerdi ve çok kötü yaralanmıştım.

Kalkamayacak kadar güçsüzdüm akşama kadar baygın olarak orada kalmıştım ama çektiğim acı tarif edilemezdi. Beni evlatlık edinen babam beni bulduğunda kucaklayıp en yakındaki hastaneye götürmüştü. Çok fazla kan kaybım vardı.

Hayal meyal hatırlıyordum. Kan grubumun bulunması çok zordu, doktor da mesai saatinin bittiğini muayenenin başlaması için bir saat gerektiğini çok istiyorsa dikişleri hemşirelerden birinin atabileceğini söylemişti ama orada bulunan hemşireler bunun etik ilkelerine uymayacağını bildiği halde sesini çıkarmamıştı, başka hemşire bir abla vardı. Şu an bir amacım varsa ona borçluydum.

Kahraman gibi öne çıkmış ve doktora sorumsuz olduğunu başhekime onu şikayet edeceğini söylemiş beni kucaklayıp kesikleri kendisi dikmişti. Acıyı en az haliyle hissederken bile kıvranmıştım. Bütün gece hastanede kalmıştım çünkü kesiklerim derindi ve zayıf bedenim bunu kaldıramazdı. Çektiğim acı katlanılmazdı, en ağır analjezik bile hafifletmiyordu.

Kan nakli yapıldıktan sonra birkaç gün daha o hastanede kalmıştım. Ona baştan aşağı her şeyiyle hayran kalmıştım, ismini bilmiyordum ama ona bir isim vereceksem bu umut olurdu. En karanlık zamanlarda kalplerimize yerleşen bir umut parçasıydı. Onun gibi olmak istiyordum çaresiz insanlara umut olmak istiyordum, hayat amacımı bulduğum gündü belki de.

Büyüdüğüm zamanlarda bile o anının kirli elleri boynuma sarılmış gibi insanlardan özenle uzak dururdum, ne zaman mutlu bir anım olsa insanların bunu mahvedeceğini düşünürdüm. Faruk Poyrazoğlu ilime önem verirdi, arkadaşım olmadığı için kitapları benim arkadaşım yapmıştı.

İlk okuduğum kitabın yazılarını anımsıyordum ama ismini hatırlamıyordum, zorla okuduğum için başta nefret ederdim ama bir an sonra tek arkadaşımın kitaplar olduğunu fark etmiştim çünkü kitaplar yalan söylemezdi. Hatırlıyordum, titrek sokak lambasının ifşa ettiği güçsüz kar taneleri düşerken pencerenin önünde koltuğuma oturmuş mumların aydınlattığı satırları, soğuk havanın hakim olduğu ama evde sıcak battaniyeme sarılıp sıcak ada çayımı yudumlarken düşünü kurduğum karakterleri.

BAŞKASIWhere stories live. Discover now