Bölüm 1: "GRİ"

22.8K 523 338
                                    

Bir çarkın içindeydim, çark durmadan dönüyordu. Yıllar bir hırsız gibi benden taze hislerimi götürürken yüreğimde iz bıraktığı kırışıklıklar çoğalıyordu.

Soğumuş karanlığın bastırdığı en kasvetli ayın en kasvetli günlerinden birinde yaşama amacımı sorguluyordum.

Doğduğum günden beri ne yapacağımı düşünürdüm, çocukken büyüdüğümüz ve sorumluluk aldığımız zaman olacağımız meslekler, ergen iken kimlik bulma çabası, üniversite çağlarında kontrol edilmesi güç arkadaşlıklar ve ötesi, iş hayatında aile kurma ve geçim, yaşlandığında ise ne yaptığın ve kim olarak öleceğin...

Kendimizi rutinlerimize öylesine teslim etmiştik ki neden yaşadığımızı unutur olmuştuk. Bir aslan pençesinin keskinliğinde granitlerde kaderlerimiz yazılıyken çırpınmamız fazla acınasıydı.

İnsanlardan uzaklaşalı çok oldu, dünyalarını merak etmeyi bırakalı çok oldu, çünkü bazı tutkularımı kaybetmeme sebep olanlar onlardı. Yine de insanlara yardım edip hayatlarını kurtaran bir meslek seçmem de ironiydi, ironiktim. En azından tek hayalimi, büyük amacımı kaybetmeme neden olmadılar. Mükemmel kariyer.

Bir amaç uğruna feda edilmiş her şeyi kutsal sayıyordum, amacım uğruna feda ettiğim arkadaşlıklarım, romanlarım ve zevklerim artık beni rahatsız etmiyordu. Bir hayalet gibi duvarlarımda soğuk nefesleriyle gezinip nedenini sorgulamıyorlardı, belki de yirmi ikilik bedenin içindeki düşüncelerim gibi yaşlanmış ve inzivaya çekilmişlerdi.

Ait olduğum bir yer yoktu, bir sevgilinin sıcak kolları, bir arkadaş grubunun çemberi, bir ailenin sıcak yuvası... Bunlara bir zamanlar aittim belki, ya da onların arasındaydım ama asla ait olmamıştım. İnsanların uyumsuz dediği kızdım ben, hiçbir yere ait olmayandım.

Ama eğer bir yere ait olacaksam bu otobüse bindiğimde yağmurlu havayı izleyişim olmalı, kahvenin kokusu burnuma gelirken çevirdiğim sayfalar olmalı, gece çalıştığım hastanenin hasta olmayınca bahçesine çıkıp izlediğim sokak olmalı. Çünkü bana gerçek hissettiren tek şey bunlardı. İnsanları sevmediğim halde kafelere gidip sıradan biri gibi kahvemi yudumlarken asıl onların hayatlarının benimkinden daha kötü olduğunu görmek hoşuma gidiyordu. Dipteki bir ruhun kendini kandırmak istemesiydi bu, karanlık bir ruhun isteyeceği bir şeydi.

Evet ben Ayça Poyrazoğlu'yum, İstanbul kadar kirli bir şehirde ruhunu kirletmiş bir kızım, eskiden bulunduğum ortamdaki insanlar beni hatırlıyor ve neler yaptığımı merak ediyor ama onlar uzun zamandır dünyamın içinde değil. Muhtemelen şimdi ortamında bulunduğum insanlar da beni hatırlayacak ancak ben onları hatırlamayı reddedeceğim, adlarını duyduğumda bana bir şey ifade etmeyecek ya da sokakta karşılaştığımda başımı çevireceğim.

Seçim yapmamak tercih ettiğim son ve en iyi seçimdi, çünkü yaptığım seçimler beni buraya kadar getirdi, yaptığım seçimler gerçek kişiliğimi bulmamı sağladı. Gerçek ben, buyum. Olduğum kişiden kaçamam, başka birine dönüşemem. Bir defasında bunu yaptığımda dünyamın çivileri oynamıştı.

İnsanlardan uzakta, başı o bilim kurgu kitabına gömülmüş, elinde eksik olmayan kahve, ders notlarının üzerindeki sigara paketi, kitaptan ayrıldığında etkisinden çıkamadığını ifşa eden o kararlı bakışlar. İşte insanların zihninde büyüttüğü ulaşılmaz sessiz kız, ben buyum.

Ya da sınıftakilerin tanımıyla, anlam dolu olduğu halde ne olduğunu belli etmediği bakışlar, uzun ve anoreksik denilen bir vücut, sürekli topuz yapılan o sarı saç, asla yukarı doğru kıvrılmayan o dudak, her şeyi onlardan uzak yapmak ve kibri yüzünden kendilerinden uzak kalındığını düşünmek.

Kibir eskiden sahip olduğum zehirli bir yaratıktı ve şimdi içimde kibirden arta kalan hiçbir şey olmadığını iyi biliyordum. Kibirli olmak en azından hayatımın sadece bir döneminde olan bir şeydi, kimlik arayışında olduğum yıllarda yeterince kibirli olmuştum.

BAŞKASIWhere stories live. Discover now