42

2.8K 495 99
                                    

y/n: bugün bir bölüm daha attım ona bakmayı unutmayın

"Gram anlamıyorsun he bu oyundan. Seni çok sikerler böyle Göko."

Hakan elindeki kartların arasından sırıtarak 2 kart çıkarıp masaya vurduğunda Gökdeniz hariç herkes pis pis gülüp süt çocuğu muamelesi yaptıkları gençle dalga geçmişlerdi. Tipinden, davranışlarından mavi gözlünün nasıl buraya düştüğünü hâlâ çok anlayabilmiş değillerdi, zaten kendisini öyle çok açan bir çocuk da hiç değildi Gökdeniz. Masadaki kartları görünce sıkıntıya uğramış gibi homurdandı ve kafasını kaşıdı. Ardından ifadesiz bir şekilde tüm kartlarını masaya vurup oyunun galibi olduğunu belirten bir tabloyu onlara sunmuştu. Şokla ona bakan, daha demin onu hezimete uğratacağını sanan çocuğun yanağından makas aldıktan sonra herkesin şaşkınlık nidasına karışmış küfürlerini bir iltifatmışçasına algılayıp kibirle etrafa bakındı.

"Ben diyorum size. Bu adamın bizimle işi yok, koğuşu Dilan Polat'ların koğuşu."

"Halktanım ben Hüsnü." Gökdeniz onun tehlikeli birisi olduğuna inan tek insan Hüsnü'ye sırıtarak eski masadan kalktı ve vücudunu kıtlattı. Bayadır kart oyunu oynadıklarından her yeri tutulmuştu. Burada yapacak pek bir şey yoktu o yüzden günlerin genel minvali bu şekildeydi.

"LAN!!" Hüsnü aceleyle yerinden kalkıp oturduğu sandalyeye ve masanın altına bakınmaya başladığında mavi gözlü genç yavaştan yanlarından tüymeye başlamıştı bile. "Ulan şerefsiz nasıl kazandı diyorum, Hakan'dan çaldığım kartları götümün altından yürütmüş nasıl yürüttüyse."

"Götümüzdeki boku alacak yakında."

"Kusura bakmayın, meslek alışkanlığı. Sen yine de götü kollamayı elden bırakma Hüsnü." Gökdeniz arkasından hâlâ söylenen adamlara el sallayarak yatağına ilerledi ve kendini rahatsız, pis ranzaya attı. Sosyal pili bitmişti.

Çok kötüydü her şey. Kendisini inanılmaz pis hissediyordu mesela şu an. Vücudu rahatsız ranzalar yüzünden çok kötüydü ve biraz kilo almıştı sürekli ekmek yendiği için. Her şeyini kaybediyor gibi hissederken benliğini de buluyor gibi hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Kendisiyle baş başa çok vakti olduğundan o kadar anlamsız felsefelerdeydi ki bu sıralar, 20 yaşındaki kapkaççı Hakan'a bazen bunlardan bahsediyor, Hakan'ın ne kafa açtın nidaları sonucunda da susuyordu. Aybars'ı çok özlüyordu, özlemediği an yoktu ve mektubunu okuyup okumadığı üzerine inanılmaz meraklar içerisindeydi.

Mektubunu yazıp yollayalı birkaç gün olmuştu sadece. Acaba okumuş muydu sarışın yazdıklarını? Bir de öyle bir ruh halinde yazmıştı ki Gökdeniz yazdıklarını, hiç hatırlamıyordu neyden bahsettiğini. Çok zorlanmıştı yazarken, 4 aydır görüşmediği Aybars ile görüşüyormuş gibi hissetmişti kağıdın başına oturduğunda. Yine de neler demişti çocuğa, saçmalamış mıydı mesela hiç bilmiyordu. Aybars onu unutacak, onu sevmeyi bırakacak diye uykuları kaçıyordu ve gerçekten aklını bu dört duvarda yavaş yavaş yitirdiğini hissediyordu. Can sıkıntısından sürekli uyuyor, uyudukça birkaç gündür rüyalarına babası ve ölü kız kardeşi geliyordu. İkisi de hapisteki diğer kardeşiyle ve kendisiyle dalga geçip ağza alınmaması gereken cümlelerle Gökdeniz'i ağlar şekilde uyandırıyorlardı. Gökdeniz sığınacak biri bulamadıkça, kalabalık içinde yalnızlaşıp daha da mahvoluyordu.

Cenin pozisyonunda uzandığı yatakta güzel mavi gözlerini kapattı ve koğuştaki sesleri dinlemeye koyuldu. Bu hareket eskiden onun düşüncelerinden sıyrılmasına yardımcı olurken artık düşünceleri o kadar yüksek ve şiddetliydi ki, bazen konuşmalara odaklanamadığı bile oluyordu. Hakan ve Hüsnü onun dedikodusunu yapıyordu, Kamil abi karısını özlediğini söylüyordu. Birisi yıkanmak istediğini sızlanıyordu. Biri de rakı içmek istediğiyle alakalı komik bir serzeniş içerisindeydi. Gökdeniz bunları dinlerken neden gözleri doluyordu, neden ağlayası geliyordu anlayamıyordu. Saklanacağı, sessiz sessiz ağlayabileceği bir yeri bile yoktu. Dizlerini kendine çekmekten, kendini iyice top haline getirip kalabalıktan saklanmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Ne kadar ufalırsa o kadar gözden kaybolur, dünyadan silinirdi ve Gökdeniz birkaç gram kalmıştı şimdiden. Onu gören kimse kalmamıştı. Titrek nefesleri göğsündeki acıyı harlamaktan başka işe yaramadığında nefesini tuttu ve birden gelen ağlama krizinin gitmesi için başka şeyler düşünmeye çalıştı. 2 aydır günlük rutini olmuştu bu. Olumsuz düşünceler akşam sabah demeden aklındaki mesaisini kesmek bilmiyordu. Gerçi sabah mı akşam mı o da burda çok anlaşılır bir şey değildi. Önemini kaybetmişti sabahlar aynı Gökdeniz gibi. Titreyen elleriyle yüzünü ovaladı ve yeni yıkandığı için kurumuş yüzünü parmak uçlarıyla yokladı. Kendi hâlâ orada mı değil mi diye kontrol ediyordu sanki. O sırada koğuşun kapısı gardiyanlar tarafından açılmış, birkaç polis Gökdeniz'i çağırmıştı.

organize sanayi [gay]Where stories live. Discover now