on iki

48 7 0
                                    



Flashback

Evden koşarak çıktığımda arkamdan gelen annemin bağrışlarını umursamadım. Koştum, koştum, nefesim kesilene kadar nereye gittiğimi bilmeden koştum.

En sonunda yere düşüp kaldığımda gözlerimden akan yaşları hissettim. Dizlerim acıyordu, ellerim paramparça olmuştu ama beni öldüren ruhumdu.

Ölmek için kanının damlaması gerekmediğini öğrenmiştim. İnsanın ruhu tükenince zaten ölüyormuş.

Dizlerimden akan kanlara bakarken başucumdaki ağaca sırtımı yasladım ve hıçkırıklarla ağlamaya başladım.

Yorulmuştum, bitmiştim, tükenmiştim.

"Hanımefendi iyi misiniz?"

Yanıma çöken bir çocukla derin nefesler alıp toparlanmaya çalıştım. Arada elimde olmadan hıçkırıklar kaçıyordu.

Ellerimden çevirip avuç içlerimdeki yaralara baktı. "Çok kötü olmuş. Bunu nasıl yaptınız?"

Konuşmadan öylece yaralarıma bakıyordum. Konuşursam ağlardım çünkü.

Ellerimi bırakıp eteğimin açıkta bıraktığı, hâlâ kanayan dizlerime baktı. "Ben karşıdaki eczaneden birkaç bir şey alıp geleceğim. Buradan ayrılmayın." dediğinde öylece dizlerime bakıyordum.

Kafasını kaldırıp bana baktığını hissettim ama bir kere bile yüzüne bakmadım. Bir süre benden cevap bekledi ama istediğini alamayınca derin bir nefesle ayağa kalktı. Sessizce, "Lütfen bekleyin." dedi.

Hızlı adımlarla karşıdan karşıya geçtiğini gördüm ve dizlerimi kendime doğru toplayıp kafamı her ne kadar acısa da oraya gömdüm.

Düşünmek acı veriyordu, düşündükçe kalbimdeki kırıklar batıyordu. Canım acıyordu ama bana yardım edebilecek tek kişi bile yoktu. Bana destek olabilecek, acımı anlayacak, acımı benimle paylaşacak tek bir insan bile yoktu.

Tekrar gözlerimden yaşlar akmaya başlarken omzumu dokunan elle başımı usulca kaldırdım. "Hâlâ mı ağlıyorsunuz?"

Benim gibi yere oturan çocuğa ilk defa baktım. Onun gözleri beni bulmadan dizlerime pansuman yapıyordu.

Ağlamam yavaş yavaş kendini sessizliğe bırakırken gözlerimi çekmeden onu izlemeye başladım.

Canım acıdığında ağzımdan ufak bir inilti kaçtı. Telaşla bana bakarak yüzünü buruşturdu ve arka arkaya özür dileyerek yarama üfledi. Pansumanları hallettikten sonra aynı hassasiyetle bandı yapıştırdı.

Sıra ellerime geldiğinde o söylemeden bağdaş kurup ellerimi avuç içlerim yukarı gelecek şekilde bacaklarımın üzerine koydum.

Gülümseyerek kafasını kaldırdığında, işte o anda kalbimde bir şeylerin değiştiğini hissettim.

Kafasını tekrar indirdi ve ellerime pansuman yapmaya başladı. Dizlerim kadar acıtmıyordu hatta onu izlemekten acımı bile unutmuştum ama o bunu bilmeden defalarca kez üfledi.

Ellerimin işi de bittikten sonra yanındaki poşetten bir su ve kuru mendil paketi çıkarttı. Pis gazlı bezleri de içine koydu ve tamamıyla bana döndü.

"Su içmek ister misiniz?" Suyu cevap vermeden açtı ve bana uzattı. Elimi uzatmadım. Bana bakarak yüzünü buruşturdu. "O ellerle nasıl içeceksiniz ki benimki de akıl işte."

İlk defa ona belli belirsiz tebessüm ettiğimde dişlerini göstererek gülümsedi. "İçecek misiniz?" dediğinde kafamı sağa sola salladım.

Elini kulağının arkasına koyup biraz yüksek bir sesle, "Ne?" dedi. Kaşlarımı çatarak kısık bir sesle, "Hayır." dediğimde güldü fakat, "Duyamıyorum, içiyor musunuz?" dedi. O anlık sinirle, "Hayır, içmiyorum." diye çıkıştım.

Dudaklarını birbirine bastırıp şişenin kapağını kapattı. "Sizi sinirlendirmemek gerekiyormuş. Sessizliğinize devam edebilirsiniz."

Gülmemek için kendimi tuttum fakat dudaklarım seyirdi. Bakışları dudaklarımı buldu. Yutkunarak gözlerimi ela gözlerine diktim. O kadar iyi gelmişti ki o gözler bana. Bir ömür öylece onları seyredebilirdim.

Boğazını temizledi. "Daha iyi misiniz?" Kafamı yukarı aşağı sallayarak gözlerimi kaçırdım. "İyiyim, teşekkür ederim."

"Rica ederim." deyip bir elini uzattı. "Bu arada ben Aksel."

Elimi tutmak için uzattım fakat elini sıkmak yerine sadece değdirdim. O da canım acımasın diye sıkmamıştı. "Ben de Dolunay."

Elimiz hâlâ temas içindeyken kısık sesle, "Dolunay." diye tekrar etti. "Çok güzel." Kafasını aşağı yukarı salladı ve kendi kendine konuşur gibi, "Fazla güzel." dedi.

Gülümseyerek elimi yavaşça elinden ayırdım. Elinin sıcaklığı birkaç saniye de olsa içime işlerken bir anda gelen boşlukla içim soğumuştu.

"Benim gitmem gerek." deyip ayağa kalktım. O da benimle beraber kalkarken bir süre bir şey diyemeden birbirimize baktık.

Benim gitmem gerekiyordu fakat neden hâlâ burada kalmak istiyordum ki?

"Peki..." deyip elini ensesine götürdü. "O zaman görüşürüz." Gözlerini bir anlığına sıkıca kapattı sonra tekrar açtı. "Yani şey kendinize iyi bakın."

"Sizde." deyip gözlerine birkaç saniye bakarak arkamı döndüm. Yavaş adımlarla ilerlerken sanki kalbim arkada kalmış gibiydi.

Bir adım, iki adım, üç adım...

"Dolunay!" Arkamdan gelen sesle sanki bunu bekliyormuş gibi hızla döndüm. "Evet?"

Yanıma gelerek aramızdaki mesafeyi kapattı. Birkaç santim uzağımda dururken sıklaşan nefesimi düzenlemeye çalıştım.

"Şey..." Gözlerini benden kaçırıp etrafta dolaştırdı. "Eğer yanlış anlamazsan ben seninle görüşmek istiyorum. Yani..." deyip derin bir nefes verdi. Sesi titriyordu. "Ama eğer hayır dersen tabiki anlarım. Sadece-"

"Tamam." dedim tek nefeste. Bakışları ani bir hızla bana döndü. Bir şey söylemek için dudaklarını araladı ama söyleyemeden kapattı. Ufak bir gülümsemeyle kafasını yere indirdi. Yanakları kızarmıştı.

Benimde aynı durumda olduğumu biliyordum. Aksel utangaçtı fakat ben ondan daha da utangaçtım.

"Tamam." dedi derin bir nefes verirken. "O zaman yarın bu saatte, burada?" Kafamı salladım. "Olur."

Bana bakarak geriye doğru bir adım attı. "Kendine iyi bak... Yani yarına kadar."

Gülümsedim. "Sen de."

"Tamam." dediğinde güldüm. "Tamam."

Elini yavaşça havaya kaldırdı fakat bundan son anda vazgeçip saçlarına götürdü ve arkasını döndü. Arkasını dönerken gülümsediğini gördüm.

Ben de gülümseyerek arkamı döndüm ve kalbim yerinden çıkacak gibi atmasını umursamadan geldiğim yolu geri yürümeye başladım.

Hayat öyle tuhaftı ki, daha birkaç saat önce ağlayarak geldiğim yolu şimdi kalbim ağzımda atarken sırıtarak yürüyordum.

Birkaç saat önce acımı paylaşacak kimsem yok diye haykırırken şimdi belki de acımı paylaşacak birisini bulmuştum.

Aslında tuhaf olan hayat değildi, içindeki insanlardı. O kadar zaman beklediğimiz ama gelmeyen insanlar, en beklemediğimiz, tam vazgeçtiğimiz, en umutsuz olduğumuz anda çıkageliyordu.

Belki de onları vazgeçilmez kılan şey geldikleri zamanlardı.

Onu gördüğüm ilk anda hissetmiştim. Aksel benim vazgeçilmezim olacaktı.

gökyüzündeki hatırlarWhere stories live. Discover now