•Veliaht Prens•

2.7K 333 43
                                    

İyi okumalar.

.
.
.
.

1 haftanın sonunda Jong Hyun Efendi'nin istediği gibi bir çizim yapmıştım. Yani tam emin değilim oldu gibi de olmadı gibi de.

Bence beğenirdi. Yani öyle umuyordum.

Son dokunuşlarımı yaptıktan sonra çizimime baktım. Uykusuz, mum ışığının altında geçen gecelerimin ardından nihayet Jong Hyun Efendi benimle gurur duyacaktı.

Yapabileceğimin en iyisini yapmıştım ayrıca yeni bir resim için de zamanım yoktu. Bana verilen süre dolmuştu yani bugün göstermek zorundaydım.

Her halükarda görecekti zaten akşama kadar beklememeye karar verdim. Öğle yemeğinden sonra gösterecektim ona. Lütfen beğensin!

Çizimimle beraber atölyeye gittim ve çizim masasının önüne, yere oturup beklemeye başladım.

.
.
.
.

Öğle yemeği vakti gelmişti. Jong Hyun Efendi ise ortalıkta gözükmüyordu. Acaba kralın yanında mıydı?

Karnımın gurultusunu duyunca kollarımı karnıma doladım. Sabahtan beri bir şey yemediğim aklıma geldi.

Fakir bir aileden geldiğim için açlığa alışkındım. Pek sık yemek yemezdim, yiyemezdim zaten. Bazen açlığımın farkına bile varmıyordum.

Rüzgar uçurup kaybetmesin diye çizimimi masanın üstündeki defterin altına koydum. Ayağa kalktım ve üzerimi düzeltip atölyeden çıktım.

Mutfağa gidip aşçıbaşına biraz yalvarsam bir parça ekmek ve su alabilirdim belki, fazlasında gözüm yok bunlar bana yeterdi.

Mutfağa geldiğimde içeri girip harıl harıl çalışan insanları kapının önünde izledim. Aşçıbaşı Sung Ki Efendi beni tanır ve severdi. Kendisi biraz iri yarı ve keldi ayrıca çok unutkan ama iyi biriydi, yani en azından yiyecek istediğimde beni geri çevirmez, güzel yiyecekler verirdi, hâlime üzülür, çelimsizliğime yakınırdı. Kısacası bana acırdı.

Kapının orada dikildiğimi fark eden Sung Ki Efendi yanıma gelip elimden tutarak beni içeri soktu ve bir tabureye oturttu.

"Hoş geldin Jeongguk, bir ihtiyaç mı vardı?"

"Biraz ekmek ve su alabilir miyim Sung Ki Efendi? Karnım aç."

"İlk defa bu kadar uzun konuştuğunu duyuyorum Jeongguk. Bu yeni bir şey ha!?"

Gülüp omzuma hafifçe yumruk attı. Ama o hafif yumruk beni yerimden düşürmeye yetmişti.

Özür dileyerek kalkmama yardım etti ve beni geri tabureye oturttu.

"Gücümü kontrol edemiyorum bazen."

Yüzünde mahçup bir gülümseme oluşunca gülümseyip ellerimi iki yana sallayarak sorun olmadığını belirttim.

"Pekâlâ ne için gelmiştin? Ha doğru yemek için, ah, şu unutkanlığım!"

Mutfak dolabına ilerledi ve birkaç malzeme alarak yemek yapmaya başladı.

Birkaç dakika sonra elinde bir kase ile bana yaklaştı ve kaseyi elime tutuşturdu. Mis gibi pirinç ve balık kokusu burnuma dolarken gülümsedim.

"Vah yavrum çok zayıf kalmışsın, hiç yemek yemiyor musun yoksa? Bak son tanesine kadar ye tamam mı pirincini? Balığını da bitir. Hadi afiyet olsun."

Başımı sallayarak uzattığı çubukları aldım ve mutfaktan çıkıp önündeki çimlere oturarak bana verilen yemeği büyük bir iştahla yemeye başladım.

Tabakta tek bir pirinç tanesi kalmayana kadar yemek yedikten sonra kase ile çubukları mutfağa bıraktım ve koşarak atölyeye ilerledim.

Atölyeye giderken uzaktan gölü gördüm. Gözlerimi kısarak baktığımda ise uzun saçlı o adam orada, yere oturmuş gölü seyrederken gördüm. Tekrar mı saraya gelmişti? O hâlde sık sık sarayı ziyaret ediyor demekti bu.

Jong Hyun Efendi'nin gelmiş olabileceğini düşünüp son kez ona baktım ve atölyeye girip masanın önünde oturan Jong Hyun Efendi'ye baktım. Biraz soluklandıktan sonra eğilip selam verdim ve gülümsedim.

"Efendim, benden istediğiniz resmi bitirdim!"

"Gördüm Jeongguk."

Nasıl görmüştü? Kitabın altına koyduğum yerden nasıl görmüştü?

"Nasıl, beğendiniz mi?"

"Benimle dalga mı geçiyorsun Jeongguk!?"

Gülümsemem solarken ona meraklı bir şekilde baktım.

"Ama efendim, dediğiniz gibi çizdi-"

Elini masaya sertçe vurmasıyla irkilip gözlerimi kapattım ve cümlemi bitiremedim."

"Sana son bir şans vermiştim Jeongguk ama sen o şansı da çöpe attın!"

Ayağa kalkarak yanıma geldi ve bana sert bir tokat attı. Tokadı öyle şiddetliydi ki beni yere sermişti. Elimi vurduğu için kızaran yanağıma götürüp dolu gözlerimle ona baktım.

Şimdiye kadar bana hiç vurmayan ustam sanki bunca zamanın acısını çıkarırmışcasına vurmuştu bana.

Saçlarımda hissettiğim sızıyla gözlerimi sıkıca kapattım. Saçlarımı tutarak başımı kaldırdı ve başımı sertçe yere vurdu. Bu darbeyle gözyaşlarım yavaşça yanaklarıma süzülmeye başladı.

"Efendim ben anlayamı-"

"KES SESİNİ! SANA BASİT BİR GÖREV VERDİM VE SEN ONU BİLE YAPAMADIN!"

Bağırmasıyla kulaklarımı kapattım.

Sırtımda hissettiğim ağırlıkla öksürüp ciğerlerime yapılan baskıdan kurtulmaya çalıştım. Topuğunu sırtıma biraz daha batırıp acıyla bağırmamı sağladı.

Elini boğazıma koyarak bana baktı.

"O çeneni kapalı tut!"

Başımı bıraktığında çenemi yere çarptım. Ayağını sırtımdan kaldırdığında derin derin nefesler alarak doğrulmaya çalıştım.

Masanın önüne ilerlediğini görmüştüm. Eline bir kağıt aldı ve tiksinerek baktıktan sonra kağıdı parçalarına ayırdı. Daha sonra yanıma gelip karnıma art arda tekme atmaya başladı.

Sürgülü kapının aralanma sesini duyduğumda tekmeleri kesildi. Gözlerimi zar zor açarak gelene baktım.

Uzun saçlı kişi?

"Neler oluyor burada? Sarayımdaki gürültünün sebebi siz ikiniz misiniz? Ne diye huzuru kaçırırsınız!?"

Jong Hyun Efendi geriye çekilerek yere kadar eğildi ve başını yere yasladı.

"Bağışlayın veliaht prensim, amacımız sizin huzurunuzu kaçırmak değildi."

Prens mi!? Hem de veliaht!

Karnımdaki sancıya rağmen kalkmaya çalışıp prense selam vermeye çalıştım. Eğilerek elini çeneme koydu ve gözlerini gözlerime dikti.

"Şifahaneye götürün, yaralarına iyice baksınlar."

Sözünü yarıda keserek Jong Hyun Efendi'ye baktı.

"Siz, Jong Hyun Efendi. Siz de benimle geliyorsunuz."

Elini çenemden çekerek kalktı ve ellerini arkasında birleştirerek atölyeden çıktı, Jong Hyun Efendi de hemen peşinden.

Muhafızlardan ikisi de kollarımın altına girip beni kaldırarak revire götürdüler.

Incompetent PainterWhere stories live. Discover now